Bülent Eczacıbaşı / Eczacıbaşı Holding Başkanı Bülent Eczacıbaşı, 60’ıncı yılını kutlayan Eczacıbaşı Holding’in başkanı... Grubunun 1.2 milyar dolarlık cirosu, 200 milyon dolar cirosu var...
Bülent Eczacıbaşı / Eczacıbaşı Holding Başkanı
Bülent Eczacıbaşı, 60’ıncı yılını kutlayan Eczacıbaşı Holding’in başkanı... Grubunun 1.2 milyar dolarlık cirosu, 200 milyon dolar cirosu var. İlaçtan, yapı malzemelerine; kişisel bakımdan finansa, çok sayıda sektörde faaliyet gösteriyor. Eczacıbaşı “İstikrarlı bir ekonomi olsaydık, çok daha yüksekte olurduk” diyerek önemli bir saptamada bulunuyor. Yeni dönemde, aynı stratejide devam edeceklerini, ancak yurtdışı ağırlıklı genişleceklerini söylüyor ve “Dışa açılmayı önceliklerimiz arasına koyduk ve bu stratejiye devam edeceğiz” diyor.
Türkiye’nin ilaç devi olan Eczacıbaşı Holding’in yönetim kurulu başkanı olan Bülent Eczacıbaşı, farklı bir profil çizen işadamlarından... Çok fazla konuşmayan, ortaklıkta görünmeyen bir yapısı var. Önemli gelişmeler olmadığında, konuşmayı tercih ediyor. Ancak, geçtiğimiz günlerde iki önemli konu nedeniyle basında kendinden söz ettirdi.
Bülent Eczacıbaşı’nı gündeme getiren ilk gelişme, ekonomiden sorumlu eski bakanlardan Kemal Derviş ile yaptığı görüşme idi. Derviş’in “solda birlik” müzakereleri yaptığı dönemde, Eczacıbaşı’nın adı da sık sık gündeme geldi. Hatta bir ara siyasete atılacağı da söylendi.
İkinci gelişme ise grubunun yaş günü yıldönümü kutlamaları idi. 9’u yabancı ortaklı 37 şirketi bir araya getiren Eczacıbaşı Holding, geçtiğimiz ay 60’ıncı yılını geride bıraktı. İlaçla iş hayatına atılan grup, bugün sağlıktan, kişisel bakım ürünlerine; yapı malzemelerinden finansa, çok sayıda sektörde faaliyet gösteriyor. 2001 yılı cirosu 1.2 milyar dolara, ihracatı ise 200 milyon dolara ulaştı.
“İstikrarsızlık nedeniyle çok fırsat da kaçırdık” diyen Bülent Eczacıbaşı, grubun gelişiminden, hedef stratejilerine; AB ilişkilerinden, işadamlarının siyasi yaklaşımlarına kadar çeşitli konularda Capital’in sorularını yanıtladı:
Uzun yıllardan beri grupta çalıyorsunuz, bir süre önce de yönetim kurulu başkanlığını üstlendiniz. Çalışma şekliniz ve zamanınız ne ölçüde değişti?
Ne azaldı, ne çoğaldı. Belki çalışma biçimim değişti ama çalışma süreleri değişmedi. Okul zamanından beri çalışmayı severim ve günümü doldururum. Ama yönetim kurulu başkanlığı, ne yazık ki insanı istediği kadar ayrıntıya girmesini önlüyor. Konulara yukarıdan bakma ve her konuya zaman ayırma zorunluluğu var. Öyle olduğu zaman, çok ince ayrıntılarla çalışma programını ağırlıklı olarak dolduramıyorsunuz.
60’ıncı yılınızda 1.2 milyar dolar ciro ve 200 milyon dolarlık da ihracata ulaştınız. Grubun bu performansı sizi tatmin ediyor mu? Kriz olmasaydı, farklı bir performans ortaya çıkar mıydı?
60 yıllık geçmişe sahip olmamızla hem övünç duyuyoruz hem de bugüne kadarki çizgiyi başarılı buluyoruz. Ama şunu da eklemek gerekiyor: Türkiye’de 60 yılı bulmak değerli bir şey. Çünkü, bizim sanayimiz genç. İstikrarlı büyüyen bir ekonomi olsaydık, 60 yıllık geçmişe sahip bir kuruluşun ulaşmış olduğu noktanın, çok daha yüksekte olmasını beklerdim. Bir Batı Avrupa ülkesinde 60 yıllık geçmişe dayanan başarılı bir kuruluşun iş hacmi, çok daha yukarıda olması gerekiyor.
Bunda sizin söylediğiniz faktörler de çok önemli rol oynuyor. Yani, ekonominin iniş çıkışlı bir çizgi izlemesi, enflasyonun yüksek seyretmesi, o nedenle kaynak maliyetinin çok yüksek olması gibi faktörler, olması gereken noktayı ulaşılmayı engelliyor.
İhtiyatlı olmaktan, istenen atılımlar mı yapılamıyor?
Evet, gerçekten çok büyük fırsatlar kaçırılıyor. Hangi ülkede çalışıyor olursa olsun her kuruluş, sağlamlık ve risk arasında dengeyi çok iyi kurması gerekiyor. Borçlanma riski alarak yatırım yapacaksınız. Bunu yaparken de mali bünyenizi belirli sınırların üzerinde bozmayarak dengeyi kurmanız gerekiyor. Türkiye’nin aşırılı riskli ortamında bu denge, maalesef bazı fırsatların kaçırılmasına yol açıyor.
Bundan sonra nasıl bir büyüme stratejisi izleyeceksiniz? Yine kendi alanlarınızda güçlü yapıya mı ağırlık vereceksiniz, yoksa başka alanlardaki yatırım fırsatlarına da bakacak mısınız?
Bir kere bu stratejiyi genelde değiştirmeyeceğimizi söyleyebilirim. Enflasyon düşme trendine girdi, fakat bunun biraz daha zaman alacağı gözüküyor. Enflasyon düşse de, güçlü olmamız gereken faaliyet alanlarındaki yatırımlarımıza öncelik vereceğiz.
Bu alanlarda dışa açılmayı önceliklerimiz arasına koyduk ve bu stratejiye devam edeceğiz. Artık, iç pazar bağımlılığını azaltmamız ve hatta ihracat pazarlarımızı çeşitlendirmemiz gerekiyor. Örneğin yapı grubunun ihracatının Almanya’ya çok fazla bağımlı olması karşısında, bu pazarımızı genişlettik... Avrupa ülkeleri ve Amerika’ya ihracatı artırdık.
Bunun dışında uluslararası rekabetin gereği, teknolojide mutlaka en ileri düzeyde olmak, vazgeçilmez bir gerek. Çünkü, rakiplerimiz belli ve biz de öyle olmamız gerekiyor. Dolayısıyla, tesislerin ve ürün teknolojilerinin yenilenmesi, stratejilerimizin en başında yer almak zorunda. Bunlar da önemli bir yatırım yükü getiriyor.
37 kuruluşun 9’unda yabancı ortaklık var. Bu strateji devam edecek mi?
Evet, yabancı ortaklık stratejimiz devam edecek. Yabancı ortak sayısının artacağını söyleyebilirim. Somut bir proje düşünerek söylemiyorum, ancak ilke ve strateji olarak bunu izleyeceğiz. Ama bu da belirli koşullara bağlı olacak.
Bir kere mutlaka teknolojide avantaj getirmesi, bir know-how katkısının olması gerekiyor. Sırf finansman getiren bir yabancı ortaklıkla hiçbir zaman ilgilenmedik ve ilgilenmeyeceğiz.
Yabancı ortaklıkta bizim için özellikle iki koşul çok önemli. Birincisi, bizim ulaşamadığımız pazarlara ihracat olanaklarımızı artırmak olabilir. İkincisi, yüksek teknolojiye erişimde kolaylıklar sağlayabilir.
Bir örnek de verebilirim; Bu saydığım iki koşulu sağlayan İpek Kağıt’taki ortağımız Georgia-Pacific olmuştur.Bu ortaklık, İpek Kağıt’ın ihracatını önemli noktalara, erişemeyeceğimiz düzeye getirdi. İkincisi, kağıt sanayi gibi büyük yatırım ve ileri teknoloji isteyen bir alanda bizi dünya devleri arasına soktu ve İpek Kağıt Avrupa’nın 3 büyük tesisi arasına girmiş oldu. Bu tür ortaklıklara her zaman açık olacağız.
Çok kısa sürede yapabileceğimiz bir ortaklık yok. En son imzaladığımız ortaklık, portföy yönetimi alanında İsviçreli UBP ile oldu. Bir başka projemiz var ama gerçekleşme konusu çok kesinleşmeden, ortağımızla da görüşmeden bir şey söylemek istemiyorum. Mevcut işlerimizle ilgili bir ortaklık ama somut adım atılınca ancak söyleyebilirim.
Son olarak Gebze’de 2001’de elektronik kart yatırımı yaptınız. Bunun gibi farklı sektörlere yatırım yapılacak mı?
Şu anda somut olarak verebileceğim örnek yok. Çalışma düzeyinde bazı araştırmalar var. Türkiye’de bizim için gelecek vaat eden sektörlerin sürekli incelemesi içerisindeyiz.
İhracatın önemli olduğunu söylediniz. 200 milyon dolarlık ihracat rakamını ne düzeye getirmeyi hedefliyorsunuz?
Bu rakamı artırmayı düşünüyoruz ve ihracat her üç grubumuz açısından da önemli. İlaç grubunun ihracatı, diğer grupların biraz gerisinde. Fakat, orada da geleceği dış pazarlarda görüyoruz. Dolayısıyla, bizim için bugün geldiğimiz nokta, rakamlar tatmin edici bir düzey değil. İlaç sektöründeki ihracat büyümesi, daha farklı oranlarda olacak.
Şubat ayından sonra büyük, küçük bütün şirketler, ücretlerde, eleman politikasında ve diğer giderlerde maliyet düşürme yoluna gitti. Bazı şirketler, eskiye dönüşü bekliyor. Sizce boşuna mı bekliyor?
Bence tam eskiye dönüş hiçbir zaman olmayacak. Çünkü, finans dünyasında kullandığımız anlamıyla bir balon idi. Bu balon söndü. Dünyada her ekonomide, balonlar zaman zaman oluşuyor, eninde sonunda mutlaka sönüyor. Söndüğü zaman da mutlaka bir kriz yaratıyor.Biz de bunu yaşadık.
Bir daha olmaz mı? Olmaz diyemem. Balonlar, köpükler olacaktır. Ama bu normale dönmek değil. Normale dönmeyi de “Panik ortamının ortadan kalkması” olarak tanımlamak isterim. Zaten, Türkiye’de son aylarda normale dönüş süreci başladı. Büyümenin başlaması, iyi işaretler olarak yorumlanmalı. Eğer enflasyon düşerken, aynı zamanda çok yüksek oranlı olmasa bile belirli bir büyüme içerisine girilirse, o zaman ekonominin normale dönüşün gerçekleştiğini söyleyebileceğiz. Bunun yatırımlara ve yabancı sermayeye yansımasıyla istihdamda artış başlayacaktır. Böylece, normal gelişme sürecine dönmüş olacağız. Ama balonun hüküm sürdüğü, balonun yaratmış olduğu ortama geri dönüşü beklemek boşunadır.
Grup olarak çok büyük önlemler almamıza gerek kalmadı. Bazı kısıtlamalar yaptık ama hiçbir kuruluşumuzda toplu işten çıkarma olmadı. 1994’te de böyle olmuştu. Açıkçası, krize karşı tutumuzla ilgili özetle şunu söyleyebilirim: Kriz, bizim beklediğimizden daha geç geldi. Krizin gelmesi, çeşitli nedenlerle gecikti ama geleceğinden hiç kuşkumuz yoktu ve buna göre de hazırlıklıydık. Başımıza gelecek olanlar açık seçim belliydi ve sadece tarihte yanıldık.
Sağlıkta, evde bakım işine girildi. Fakat, hastane yatırımına girilmedi. Bir aracı kurumun araştırma müdürü, “İmajı, güveni bu kadar yüksek bir grup, neden hastane yatırımına girmiyor, anlamıyorum” diyor. Siz ne diyorsunuz?
Hastane yatırımını da çok inceledik, fakat şu aşamada girmemeye karar verdik. Bu pazar etütleriyle ilgi. Fizibilite raporlarında ortaya konan çeşitli sonuçlar var. Bunların sonucunda bir karara vardık. Yoksa, bunu size söyleyenin değerlendirmelerine katılmamak mümkün değil. Bizim için uygun bir yatırım alanı ve dışarıdan bakıldığında bizim düşüncemiz de öyle. Fakat, Türkiye pazarının incelenmesi, bu konuda bize olumsuz karar aldırttı.
Evden bakım konusunu bir adım olarak planladık. Evde bakımda Türkiye’de olmayan bir şeyi başlattık. Bu da bize psikolojik baskı yaratıyor. Çünkü, Türkiye’de olmayan yeni bir şey getirmek istiyoruz. Bir hastane yapsaydık, Türkiye’de örneği olmayan, farklı bir şey yapmak isterdik. Konuya o açıdan baktık ve değerlendirmelerimizde şimdilik bu alana yatırım yapmamaya karar verdik. Belki de günün birinde, koşullar daha uygun olduğunda, hastane yatırımını yeniden gündeme getirebiliriz.
Finansta hep banka alacak gruplar arasında sayılırdınız. Şimdi düşünüyor musunuz, yoksa “İyi ki bu işe girmemişiz mi” diyorsunuz?
Bankacılığına girmeme, bir stratejinin, verilmiş bir kararın sonucuydu. Çok düşünülmüş, tartışılmış ve bunların sonucunda alınmış, isabetli bir karardı.
Bu kararın bizim açımızdan çeşitli nedenleri vardı. Birincisi, gerçek anlamda bankacılık yapılmadığını düşünüyorduk. Ayrıca, bankacılıkta haksız rekabet ortamının olduğunu görüyorduk. Bankacılık güven unsuru ama Türkiye’de güven unsuruna dayalı bankacılık ortamı yoktu.
Mevduat garantisinin olduğu, isteyenin bu şemsiye altında, istediğini yaptığı bir ortamda, güven unsuru ne gibi bir avantaj getirirdi? Getirmiyor tabii... Bankacılık sektörüne büyük sorunlar vardı ve bunlar da bizim yatırım yapmamızı gerektiriyordu.
Şu anda bankacılık konusunda bir projemiz yok. Ama finans sektörü, bizim için önemli. Bu alanda girişimlerimiz de var, aracı kurum, portföy yönetim şirketimiz var.
Portföy yönetim şirketine bir yabancı ortak da aldınız. Bu kurum, hangi fonları yönetecek? Bireysel emeklilik şirketinin fonlarını mı yönetecek, öyle bir düşünce mi var?
“İncelediğimiz konulardan bir tanesidir” diyebilirim.
Bu, öncülük ettiğimiz ve içerisinde var olmayı düşündüğümüz bir sektör. Giderek daha hazır düzene gireceğine inandığımız bir sektör. Güvenilir, profesyonel çalışan kuruluşların gelecekte yerinin daha da sağlamlaşacağını düşünüyoruz. O nedenle, bu kuruluşu güçlendirmeyi planlıyoruz.
İlaç bir gösterge değil ama sizin için gerek tüketim grubuyla, gerek yapı grubunun satışlarına bakıldığında, tüketimde nasıl bir değişim olduğunun analizini yapabilir misiniz?
Son bir yıla bakıldığında, ilaç dışındaki sektörlere bakıldığında olumlu gelişmeler var. Yapı grubunda yıllarca süren bir krizin etkisini iyi analiz etmek gerekiyor. Son ekonomik krizden bağımsız olarak, yapı ürünlerinin hitap ettiği pazarda, yıllardır süren bir durum var. O grup, ihracatla krizin etkilerini giderdiler ve olumlu sonuçlar elde ettiler.
Tabii, kriz dönemlerinin çok belirgin özelliğidir, markalı ürünlerden, ikinci markalara yönelik oluyor. Sanıyorum, tüm tüketim ürünlerinde aynı olgu izlenir.
2003 için öngörünüz nedir? Bu yıl büyümenin tahminlerin üzerinde olması bekleniyor. Sizce, 2003’te hızlı bir büyüme olacak mı?
Ben program doğrultusunda uygulamanın süreceğini tahmin ediyorum ve bunun da bir zorunluluk olarak görüyorum. Ekonomi büyüme trendine girecek ama yüksek oranlı olmasını beklemiyoruz. Kemer sıkma zorunluluğu, enflasyonu düşürme hedefi devam ederken, yüksek oranlı büyüme sürecine kısa sürede dönemeyeceğiz. Ama bu trendin devam etmesini bekliyorum.
Tabii, seçimden yeni siyasi çalkantılara yol açacak sonuçlar çıkmazsa. Seçimde oyların ziyan olmasından dolayı kamuoyunda bir hoşnutsuzluk, hükümetin kurulmasının gecikmesi, hükümetin uyumlu bir yapıda olmaması gibi spekülasyonlar olabilir. Olacaktır diye söylemiyorum ama böyle olursa, ekonomiyi de olumsuz etkiler ve inşallah öyle bir sonuçla karşılaşmayız.
“AB’DEN OLUMSUZ KARAR BEKLEMİYORUM”
AB’nin üyelik takvimi vermesinin, ekonomiye olumlu katkısından bahsediyor. Siz tarih bekliyor musunuz, olumlu katkıyı görebilecek miyiz?
Bir kere olumsuz bir karar beklemiyorum. Olumlu karar derken de, bunu mutlaka görüşmelerin başlatılması olarak da tanımlamıyorum. Beklediğimiz en olumlu karar çıkmayabilir ama olumsuz bir karar da olmayabilir. Türkiye’nin AB yollarını açık tutan ve tam üyelik hedefine yönelik bir karar bekliyorum.
Bunun en büyük seçeneği de, üyelik müzakerelerinin başlamasına yönelik karar olabilir. Ama bu olmazsa karamsar olmak için bir neden olmayacaktır. Önümüz açık olduğu sürece, AB ile ilişkilerde gelişmesine yönelik bir perspektif konulduğu sürece, müzakerelere başlanmasa da olumsuz olarak görmüyorum.
“Son vagonu kaçırdık” fikrine katılmıyorsunuz.
Hayır, öyle bir karar çıkarsa tabii ki olumsuz olur. Ama ben böyle bir karar beklemiyorum. Türkiye ile AB ile tam üyelik ilişkisine nokta koyan bir kararı, kesinlikle beklemiyorum. “Ya müzakere başlar ya bu iş bitmiştir” demiyorum. Bunun ortası var ve Türkiye çok önemli adımlar attı. Bunların da göz ardı edilmesi mümkün değil.
Evet, yabancıların Türkiye’ye bakışında çok önemli bir değişiklik olur. Bizlerin işleri yürütmemizde çok büyük bir farklılık olmaz. Çünkü, zaten Gümrük Birliği’nin içerisindeyiz. O açıdan yapabileceğinizi zaten sonuna kadar yapmaya çalışıyoruz. Kuruluşlarımız yönetme biçiminde bir farklılık olmaz, ama yabancıların Türkiye’ye bakışı bizim için çok önemli. Yabancı sermaye girişi açısından önemli bir etki yapar diye düşünüyorum.
“ADAY OLAN İŞADAMLARI, İŞİYLE İLGİSİNİ KESMELİDİR”
Kemal Derviş’le yakınlığınız nedeniyle, adınız milletvekili adaylığınız geçti. Şimdilik düşünmediğinizi açıkladınız. Daha sonrası için mi düşünüyorsunuz?
Uzun geleceği bağlayacak söz vermemeye dikkat ediyorum. Şu andaki kararım siyasete girmemektir. İşadamı olarak kalmak istiyorum. Hem işadamı hem siyasetçi olunamayacağını kanısındayım. İlke olarak farklı uğraş alanlarıdır.
Eğer siyasete girmeye karar verirseniz, kişisel tercihtir ve burada kural konamayacağı düşüncesindeyim. İşadamları girmeli midir, şahsi tercihtir. Ama bu tercihi yapanlar, bunun gereğini de yerine getirmeleri gerekiyor. Nedir o? İş ile ilişkilerini kesmeleri gerekiyor.
Onun hukuki yöntemi ne olur bilmiyorum ama kamuoyunu tatmin edecek şekilde, işleriyle ilgilerini kesmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bunu da göze alarak siyasete girmek isteyen işadamlarını ben kınanacak bir şey görmüyorum. Ülke yönetimine ilgi duymanın son derece hakkı, hatta görevi olduğunu düşünüyorum. O bilinçle siyasette yer almak isteyenlere yollar açık olmalı. Ama demin söylediğim kriterleri yerine getirmeleri gerekiyor.
İş dünyasından sürekli temsilciler oldu. Onların performanslarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce iyi bir performans sağlandı mı, yoksa zayıf mı kaldılar?
Çok iyi performans gösterenler ve ciddi katkılar sağlayan kişiler de oldu. Geçmişte de şimdi de TBMM’de çok değerli insanların olduğu kanısındayım. Bunlar arasında işadamları var, çeşitli meslek gruplarından da var, milletvekilleri de var.
Ancak, başka alanlarda başarılı olmuş kişilerin, siyasette de başarılı olacakları diye bir kural yok. Çünkü, siyaset dünyasında kurallar farklı, düzen farklı işliyor.
Siyasete girmeyi düşündünüz mü, Sayın Derviş’le sadece bir arkadaş, vatandaş olarak, danışman gibi fikirlerinizi mi paylaştınız?
Kemal Bey, eğer yeni bir oluşuma öncülük etseydi, o oluşumun kurucuları arasında yer alabileceğimi ifade ettim. Ancak, bunu da milletvekili adayı olmadan yapabileceğimi söyledim. “Bu oluşumun kurucuları arasında olurum, onun gerektirdiği görevleri üstlenirim” demiştim ve bu da belirli kurullarda yer almak şeklinde olabilirdi.
Ancak, bunu “Hiçbir şekilde milletvekili olmamak ve aktif siyasete girmemek biçiminde olurdu” diye düşünmüştüm. Ama gelişmeler böyle olmadı ve böyle olmayınca da bu olasılık ortadan kalktı. O aşamada da milletvekili adayı olmak, hiçbir şekilde gündemde değildi.
ECZACIBAŞI NASIL BİR YAPIYA KAVUŞACAK?
Grup olarak önümüzdeki 5 yıllık iş planında, büyüme, ihracat rakamları nasıl olacak? Öngördüğünüz grup ile grubun geleceği yapı konusunda ne diyeceksiniz?
Genelde daha yüksek düzeyde ihracat yapan, pazarlarını çeşitlendiren ve uluslararası pazarlarda varlığı daha güçlü bir kuruluş haline gelmeyi hedefliyoruz. Ayrıca, bugünkü yapımızda iç pazardaki ağırlığı giderek azaltmak ve gelirlerimizi sağladığımız pazarları çeşitlendirmek, bizim için önemli bir amaç ve bunu da yapmaya çalışacağız.
Bunun gerektirdiği yapısal, organizasyonel ve yönetim yapılanmaları önem taşıyor. Çeşitli pazarlarda faaliyet gösteren, rekabet eden kuruluşlar, ürün geliştirmek, yenilik yapmak, yaratıcı olmak, katılımcı olmak zorunda. Bunlar bizim önümüzdeki önemle eğilmemiz gereken faktörler. Ucuz işgücüyle rekabet etmek, artık Türkiye’nin gideceği bir yol değil. Ucuzun ucuzu var, bir başka ülke sizin pazarınızı elinizden çekip alabilir.
Yenilikçi, yaratıcı, katılımcı olurken, Ezacıbaşı’nın temelinde yatan bazı ilkeleri tabii ki korumaya çalışacağız. Eczacıbaşı denilince akla insana saygı, katılımcılık, yenilikçilik, kalitenin bir yaşam tarzı olarak benimsenmesi gibi konular geliyor. İşte böyle bir kuruluş özlüyoruz, arzu ediyoruz.
Bu kuruluşu, öncelikle güçlü olduğu alanları hiç ihmal etmeden ve daha da güçlenerek yola devam etmesini istiyoruz. Daha fazla uluslararası olmak istiyoruz. Tabii bunları söylerken birtakım sayısal hedeflerimiz var.
Rakamsal veri vermek gerekirse, başarı ölçütü (kriteri) olarak, Türkiye ekonomisinin büyüme hızının iki katı düzeyinde ciro artışı hedeflediğimizi, ihracatımızı üç yılda 300 milyon dolara çıkarmak istediğimizi söyleyebiliriz.
<b>“SEKTÖRLERLE DEĞİL, DEĞERLERİMİZLE TANINMAK İSTİYORUZ”
Holding olarak 1.2 milyar dolarlık hacim içerisinde şu an itibariyle dağılım nedir ve önümüzdeki dönemde hangi bölümleriniz daha çok ön plana çıkacak?
Bunların hepsinde biz potansiyel gördüğümüz için varız. Her şeyden önce sanayi kuruluşunun faaliyet alanları değişebilir ve grup olarak değerlerimizle tanınmak istiyoruz. Faaliyet alanları çok önemli, ama onlar değişmez şeyler değil.
Demin saydığım değerler değişirse, kaliteye aldırmayan, insanlarına değer vermeyen bir kuruluş haline gelirse, Eczacıbaşı yoktur ve kalmadı demektir. Ama saydığımız faaliyet alanlarının herhangi birisinden çekilmesi, Eczacıbaşı için çok fazla bir anlam ifade etmez.
O nedenle faaliyet alanlarını, hiçbir zaman değişmeyecek diye görmemek gerekiyor.
Dünyada, Türkiye’de ve teknolojideki gelişmeler, Eczacıbaşı gibi kurumların faaliyet alanlarını değiştirmeye itebilir. Ama şu anda bu faaliyet alanlarının hepsinde gelecek görüyoruz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?