Eczacıbaşı Holding’in başkanı Bülent Eczacıbaşı, büyük bir girişimci aileden geliyor. Bu özelliği ile “Yılın Girişimcisi” yarışmasının jürisinde yer aldı, çok sayıda girişimciyi değerlendirdi. Yeni...
Eczacıbaşı Holding’in başkanı Bülent Eczacıbaşı, büyük bir girişimci aileden geliyor. Bu özelliği ile “Yılın Girişimcisi” yarışmasının jürisinde yer aldı, çok sayıda girişimciyi değerlendirdi. Yeni dönemde “girişimcilik” konusunda büyük bir dönüşüm yaşandığını, anlamında büyük bir değişiklik olduğunu söylüyor. “Girişimciler artık, sadece yeni, küçük işler kuran veya büyük sanayi yatırımları yapan işadamları değildir. Her alanda yeni ürünler ve hizmetler geliştirerek yeni pazarlar ve yeni müşteri kitleleri yaratan kişilerin de girişimciler olduklarını kabul etmeliyiz” diye konuşuyor.
Türkiye’de girişimcilik 1980’lerden sonra patladı. 1980 yılında Türkiye’deki şirket sayısı 26 bin düzeyindeydi. Türkiye Odalar Borsalar Birliği’nin üye sayısı da 54 binin biraz üzerindeydi. 1980-90 arasındaki 10 yılda müthiş bir patlama yaşandı. Bu dönemde 100 bin civarında şirket kuruldu. Sonraki 10 yılda ise kurulan şirket sayısı 400 bin oldu.
2001 yılındaki krizde darbe yiyen girişimcilik son birkaç yıldır devam ediyor. 1 yılda kurulan şirket sayısı 50 binin üzerine çıktı. Önümüzdeki yıllarda ise 60-70 bini geçeceği tahmin ediliyor.
Son 26 yılda kurulan şirketlerden büyük girişimler ortaya çıktı, dünya çapında yatırımlar yapanlar oldu. Bazıları 500 büyük şirket arasına girdi, bir bölümü ise üst sıraları zorluyor. Hepsinin de kendine özgü bir başarı öyküsü, hedefi var.
Milliyet ve Ernst&Young’ın düzenlediği “Yılın Girişimcisi Yarışması” işte bu tipteki işadamlarını öne çıkarmak, dünya çapında bir organizasyona taşımak amacıyla gerçekleştiriliyor. Bu yarışmada 1’inci seçilen girişimci, Cannes’da yapılan Dünyada Yılın Girişimcisi Yarışması’nda Türkiye’yi temsil ediyor.
Bu yarışmaya katılım 26 Ocak 2007 tarihinde sona erdi. Türkiye’nin dört bir yanından çok sayıda girişimci başvurdu. Jüri Şubat ayı içinde değerlendirecek, 8 Mart 2007’de ise ödül töreniyle kazanan açıklanacak.
Bu önemli organizasyonun jüri üyeleri arasında Ezcabıbaşı Holding’in başkanı Bülent Eczacıbaşı da yer alıyor. Üç yıldır jüride görev yapan Eczacıbaşı ile Türkiye’de girişimcilik kültürü ve girişimcilere yönelik önerileri hakkında konuştuk:
-İlk girişimcileri başarıya taşıyan özellikler neydi? İlk kuşak girişimcileri, babanız dahil nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin ilk kuşak girişimcileri, ülke içinde üretilmeyen ve döviz kıtlığı nedeniyle ithalinde güçlük çekilen ürünlerin üretimiyle işe giriştiler. Sermayeleri ve üretim bilgileri, son derecede sınırlıydı; ancak başarma azimleri vardı. Daha da önemlisi, Türkiye’de sanayi üretimi yapılabileceğini ispat etmek gibi bir görev üstlenmişlerdi.
Dönemin ekonomi politikaları da yerli yatırımların pazar güvencesi ve kamu kaynaklı kredi ile desteklenmesini öngörüyordu. Ancak, bunun için Kalkınma Planı’na uygun alanlarda ve ölçeklerde, hatta kuruluş yerlerinde yatırım yapmak gerekiyordu. Girişimcilerimiz de, günün kamu kontrolünde olan ekonomik yapısı içinde, karar yetkilerini kamu otoriteleri ile paylaşarak, iç piyasaya yönelik üretime yöneldiler. O yıllardaki “yokluk” ortamı içinde, büyük özverilerle Türkiye’de sanayinin temelini oluşturan kuruluşları meydana çıkardılar
Bugün ise yeni girişimcilerimiz, tamamen kendi inisiyatifleriyle, çoğunlukla yurt dışı pazarlara yönelik mal ve hizmetlerin üretimini öngören girişimleri, serbest piyasada sağladıkları fonlarla finanse ederek gerçekleştiriyorlar. Hatta işadamlarımızın önemli bir kısmı, girişimlerini Türkiye’de değil, yurtdışında yapıyor.
-Peki bugünkü girişimci kuşak, yeni tip işadamları için neler söylersiniz?
Bugün, girişimciliğin anlamında da bir değişim gözleniyor ve “girişimciliğe” bakış açımızı da genişletmemiz gerekiyor. Girişimciler artık, sadece yeni, küçük işler kuran veya büyük sanayi yatırımları yapan işadamları ya da büyük şirketlerin baş yöneticileri değildir. Her alanda yeni ürünler ve hizmetler geliştirerek yeni pazarlar ve yeni müşteri kitleleri yaratan kişilerin de girişimciler olduklarını kabul etmeliyiz.
Bu yaklaşımın temelinde, ABD ekonomisinin 1980-90 döneminde Uzakdoğu ve Avrupa ile giriştiği rekabet yatıyor. Bu dönemde Amerikan şirketleri, ürün ve hizmet üreten her sektörde ve her ölçekteki kuruluşta modern işletmecilik bilgi ve tekniklerini iş idaresine uygulamaya başlayarak başarı kazandılar. Bu başarının, her kademedeki yöneticilerin, birer girişimci gibi yenilikçi ve atılımcı olmasıyla kazanıldığı görüldü.
Çağımızda kurumların başarısının, her alanda ve her düzeyde, girişimci-yöneticilerin görev almasına bağlı bulunduğu, hepimizin hem girişimci, hem yönetici, hem de lider olmamız gerektiği anlaşıldı. Ortaya çıkan yapı da “girişimcilik ekonomisi” olarak adlandırıldı. Bu durum bugün, tüm dünyada geçerliliğini koruyor. O halde, Türkiye’nin birinci kuşak girişimcileri ile bugünküler arasında bir de böyle bir fark olduğunu söyleyebiliriz.
-Türkiye'de güçlü bir girişimci kültürü oluşabildi mi? Girişimcilik düzeyini şu anda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de, 50’li yıllardan itibaren, ekonomik koşullar her zaman cesaret verici olmasa da, giderek artan sayıda girişimcinin iş yaşamına atıldığını görüyoruz. Zaten, girişimci olmanın bir özelliği de, başkalarının nasıl değerlendireceğini bilemediği fırsatları görüp onlardan yararlanmaktır, diyebiliriz.
Bugün geldiğimiz noktada ise, sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek için eksiklerimizin ve sorunlarımızın yanı sıra, güçlü yönlerimiz üzerinde de durmalıyız ve sanayimizi uluslararası ölçülerde en üst sıralara yükseltebilecek bazı üstünlüklere sahip olduğumuzu unutmamalıyız.
Öncelikle Türkiye’nin, girişimcilere, büyük ve hızla daha da büyümekte olan, yüksek potansiyelli bir iç pazar sunduğunu belirtmek gerekiyor. Ama inanıyorum ki, üstünlüklerimizin en başında, her alanda yetişmiş insan gücümüz geliyor. İşadamları ve yöneticiler olarak yetişmiş eleman kıtlığından bazen şikayetçi olmamız bu gerçeği değiştiremez. Bu saptama, işadamlarımızın ve siyasetçilerimizin konuşmalarında sık sık rastladığımız “insan gücümüz en önemli zenginliğimizdir” şeklindeki klişenin bir tekrarı değil. Eski Doğu Bloku’nun ve eski Sovyetler Birliği’nin yeni bağımsızlığına kavuşan ülkeleri ile daha sıkı ilişkiler içine girdikçe bu üstünlüğümüzü çok açık biçimde görüyoruz.
-Genç ya da yeni tip girişimcilerin eksik yönleri var mı sizce?
Artık önemli bir demokrasi deneyimine sahip liderlerimiz ve siyasetçilerimiz var. Dünyanın gerçeklerini bilen, özel kesime köstek değil, destek olmak için canla, başla çalışan çok değerli bürokratlara sahibiz. Dünyanın her yerinde önemli işler yapmış girişimcilerimiz, uluslararası rekabet ortamında deneyimi giderek artan, her alanda uzmanlaşmış yöneticilerimiz gün geçtikçe artıyor. Çalışkanlığı ve iş disiplini Avrupa’nın en ileri ülkelerinde kanıtlanmış işçilerimiz, bizim en önemli avantajlarımızdan birini oluşturuyor.
Genç girişimcilerimizin ise, başka ülkelerin girişimcilerinden eksikleri olmadığı gibi, bazı önemli üstünlükleri de olduğuna inanıyorum. Bizim girişimcilerimizin, örneğin, zorlu koşullara katlanma, uzak ülkelerde uzun süre kalmaktan kaçınmadan çalışabilme, kendilerine yabancı olan kültürel ortamlarda çekinmeden girişimlerde bulunabilme gibi, üstün nitelikleri olduğunu görüyoruz.
-Önümüzdeki yıllar için nasıl bir gelişme bekliyorsunuz? Yeni bir patlama, farklı bir girişim kuşağı bekliyor musunuz?
Türkiye’de girişim için giderek iyileşen bir ortamın oluşacağından kuşku duymuyorum. Bu ortamda, girişimcilerimizin günümüzün koşullarına uygun ilkelere bağlı kalarak büyük başarılar göstereceklerine inanıyorum.
Bu ilkelerin başında, yeni pazarlara yönelmek geliyor. Girişimcilerimizin, Türkiye’nin sınırları ötesinde doğmakta olan olanaklara giderek daha fazla yönelmekte olduklarını görüyoruz.
İkinci önemli ilke ise, odaklanma oluyor. Giderek yoğunlaşan uluslararası rekabet karşısında ayakta kalmanın en başta gelen koşullarından biri, kuruluşlarımızın tüm kaynaklarını güçlü oldukları alanlarda yoğunlaştırmalarıdır. Sanayimizde bu eğilim son 20-25 yılda etkisini artırdı; kuruluşlarımızın birbiri ile hiç ilgisi olmayan, farklı faaliyet alanlarında yatırım yapma eğilimleri çok azaldı. Sanayi kuruluşları, yatırım güçlerini, söz sahibi oldukları alanlarda daha kaliteli üretim yapmak, kapasite artırmak, ürün geliştirmek, pazarlama ve dağıtım olanaklarını genişletmek, iç ve dış pazarlarda paylarını büyütmek için kullanmayı tercih ediyorlar. Bu eğilimin güçlenerek sürmesi kaçınılmaz gözüküyor.
Yenilikçilik, günümüzün ve geleceğimizin temel kavramı oldu. İşçilikteki veya fiziki girdilerdeki maliyet avantajları ile uluslararası rekabette kalıcı üstünlükler sağlanması artık mümkün olamıyor. Yeni ürünler geliştirme, ürün farklılaştırma, pazarlama ve dağıtımdaki üstünlükler rekabet gücünün en önemli etkenleri haline geldi. Belirli bir ürün geliştirme kapasitesine ulaşamadan uluslararası pazarlarda başarılı olunamayacağı çağımızın bir gerçeği olduğundan, bizim kuruluşlarımız da artık araştırma-geliştirmeye başka bir gözle bakmak zorundalar. Yabancı kuruluşlarla teknoloji alanında yeni işbirliği modellerine yöneliniyor, basit lisans anlaşmalarıyla tek yönlü teknoloji transferinin ötesine geçiliyor. Bu doğrultuda Türk kuruluşlarının önemli atılımlar yapmakta olduklarını görüyorsak da ar-ge ve yenilikçilik konusunda geldiğimiz noktanın henüz yeterli olduğunu söylemek mümkün değil.
-Türkiye’nin yeni tip girişimcilerini hangi sorunlar bekliyor? Girişimciliğin önündeki sorunlar nelerdir?
Kuruluşlarımız, yönetimde profesyonelleşmeyi bugünkünden çok daha ileriye götürmek zorunluluğunu göreceklerdir. Rekabetin olmadığı bir ortamda satış ve pazarlamacılara gerek duymayabilirsiniz. Kalite ve üretim verimliliğinin önemli olmadığı koşullarda, modern anlamda üretim yönetimi de hiç önem taşımaz. Dışardan aldığınız teknolojiyle yabancı uzmanların gösterdikleri düğmelere basarak istediğinizi üretirsiniz. Bütün bunlar size işinizi profesyonel yöneticilerin katkısı olmadan da yürütebileceğiniz izlenimini verebilir. Rekabetin yoğunlaşması ise bu tabloyu tümüyle değiştiriyor; her alanda iyi yetişmiş profesyonel yöneticilere olan ihtiyaç hızla artıyor.
Hizmetler sektörünün ve sanayi ile ilişkili müşteri hizmetlerinin giderek artan önemi, kuruluşlarımızı insan yetiştirmeye daha fazla ağırlık vermeye itiyor. Çok iyi bildiğimiz gibi, kontrol altındaki bir fabrika ortamında mamul üretmeye benzemeyen hizmet konusunda, kalite tümüyle insan faktörüne bağlı olarak sağlanabiliyor. Hizmet sektöründe eleman yetiştirme, eğitim, kalite ve verimliliğin sağlanmasında, sanayide olduğumuzdan çok daha geri düzeyde bulunduğumuzu söyleyebiliriz. Bu alandaki eksiklerimizin uluslararası rekabette sanayimizin yumuşak karnı olarak ortaya çıkmasına karşı önlemler almamız gerekiyor.
Türkiye’deki Girişimcileri, Rakiplerinden Ne Ayırıyor?
Siz Milliyet ve E&Y'nin düzenlediği Yılın Girişimci Yarışması'nda jüridesiniz. Bu yarışmaya Türkiye'nin dört bir yanından katılan girişimciler var. Önemli bölümünün dosyalarını incelediniz, bazılarını tanıdınız. Dikkatinizi neler çekti, sizde ne gibi etkiler bıraktılar?
Milliyet-Ernst&Young Yarışması katılımcılarını ülke gruplarına göre değerlendirmekte yarar var. Çünkü, bunlar kendi ülkelerinin koşulları içinde en yaratıcı girişimleri gerçekleştiriyorlar. Bunlar da, kendi ülkesinde mevcut ve gelişmiş olan değil, yeni gelişen alanlarda, teknoloji, pazarlama gibi konularda yenilikler yaparak girişilen işler oluyor.
Batı ülkelerinden katılan girişimciler, finansman ve altyapı gibi sorunları aşmış olmalarından, teknolojiye ulaşmaktaki kolaylıktan sağladıkları avantajları değerlendiriyorlar. Doğu ülkelerinin katılımcıları ise, kendi iç pazarlarının satın alma gücü ile desteklenmemesi nedeniyle, daha çok dünya pazarlarına yönelik ürün ve hizmetlere yöneliyorlar. Türkiye’den katılan girişimcilerde de, hedef olarak dünya pazarlarını benimseme eğilimi ağırlık taşıyor.
“Yılın Girişimcisi Yarışması’na Katılmanın İki Yararı Var”
Bu gibi yarışmalara katılmak Türkiye'deki girişimcilere ne gibi katkılarda bulunabilir? “Yılın Girişimcisi Yarışması’na katılma konusunda tereddütü olanlara ne önerirsiniz?
Milliyet-Ernst&Young Yılın Girişimcisi Yarışması’na katılmanın, katılımcıya sağladığı ilk yarar, kendi girişimini objektif bir gözle değerlendirmeye sunma olanağı elde etmekten ileri geliyor. Girişimcilerimiz bu yolla, kendi sektörlerinden olduğu gibi, diğer sektörlerden de benchmarklar edinmek olanağı buluyorlar.
İkinci önemli yarar ise, sadece kazanan değil tüm katılımcılar, medya ile yakın ilişkiler kuruyorlar ve günümüzde her kuruluş için büyük önem taşıyan tanınmışlık ve itibar edinme bakımından bir ileri adım atmış oluyorlar.
Dünya Şirketi Olmak İsteyen Girişimcilere Önemli Taktikler
Bilgi Miktarı Artıyor
Çağımızdaki hızlı değişimin kökünde, bilim ve teknolojideki gelişmenin giderek hızlanması yatıyor. Günümüzde dünyadaki toplam bilgi miktarı her 4-5 yılda bir ikiye katlanıyor. Son 30 yılda ortaya çıkan bilgi artışı, daha önceki 5000 yıllık sürede ortaya çıkmış olan bilgi artışından daha fazla. Bir yandan da üretim teknolojileri giderek karmaşıklaşıyor. Çağdaş sanayi ürünlerinin, çok çeşitli teknolojilerin katkısı ile imal edilmesi gerekiyor.
Biyo Teknoloji Yükseliyor
Sınırları kolay tanımlanabilen bir teknoloji ile üretilebilen ürünler giderek azalıyor. Örneğin ilaç sanayii, kimya ve ilaç teknolojisinin yanı sıra, artık genetik ve bioteknolojinin de etki alanına giriyor. Şirketler ürünlerinin üretiminde kullanılan teknolojilerin tümüne birden hakim olma olanağını kaybediyorlar.
Bilgi Yoğun Üretim Dönemi
Dünyada “bilgi”nin doğrudan doğruya bir üretim faktörü haline geldiği bir toplum düzenine veya “Bilgi Toplumu”na geçiliyor. Sanayi ürünleri giderek teknoloji ve bilgi yoğun hale geliyor, fiziki girdilerin ve işçiliğin maliyetler içindeki payı giderek azalıyor.
Çin-Hindistan Faktörü Çin ve Hindistan’ın yükselişi ile ortaya çıkan yepyeni bir olgu ise, çok düşük üretim maliyetleri ile yüksek teknolojiyi birleştiren ülkelerin meydana getirdiği rekabet gücü. Bu ülkeler, gelişmiş ülkelerde erişilmesi mümkün olmayan düşük maliyetle üretim yapılabilen bir ortamı korurken, gelişmekte olan ülkelerde görülemeyen bir ar-ge ve teknoloji yaratma potansiyelini harekete geçiriyorlar.
Büyük Bloklar Doğuyor
Dünyada AB ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Alanı gibi büyük ticaret bloklarının ortaya çıktığını görüyoruz. Yine Asya ve Uzak Doğu’da Japonya’nın yanı sıra, Hindistan, Çin ve Kore gibi dinamik ekonomiler, dev güçler olarak ortaya çıkıyorlar. Girişimciler, bu ülkelerin hem giderek zenginleşen cazip pazarlarını, hem teknoloji sağlayan firmalarını, hem de ucuz maliyetli üretim olanaklarını hesaba katmak zorundalar. Bir yandan bu ülkelerin hızla gelişen kuruluşları girişimcilerimizin önüne rekabette zorlu engeller çıkarıyorlar; öte yandan bu ülkeler girişimcilerimize yeni ufuklar açıyor
Kobi’lere Yeni Fırsat
Teknolojik gelişmeler orta ve küçük ölçekli işletmelere rekabette yeni olanaklar kazandırıyor. Bazı sektörlerde, yeni ürünleri tasarlamakta ve pazara vermekte çok çabuk davranabilen orta ve küçük ölçekli işletmeler, büyüklere göre daha avantajlı duruma geliyorlar. Bazı endüstrilerde büyük üretim ölçeği ve pazara coğrafi yakınlık gibi etkenler önemini kaybediyor.
Globalleşme Etkisi
Pazarların küreselleşmesi aynı zamanda, belirli alanlarda söz sahibi kuruluşları, uluslararası faaliyetlerini giderek genişletmeye zorluyor. Endüstrilerin lider firmaları, kendi ülkelerindeki liderliklerini sürdürebilmek için, tüm gelişmiş ülke pazarlarında liderlik konumuna oynamak, gelişmekte olan ülkeleri de çok dikkatle izlemek zorunda kalıyorlar. Böyle bir ortamda, sadece dışarıdan teknoloji satın alarak ayakta duran firmaların yaşamı da güçleşiyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?