Oxford Üniversitesi’nde globalizasyon profesörü IAN GOLDIN’e göre dünya yeni bir
Rönesans yaşıyor. İnsanlığın hiç olmadığı kadar refah içinde olduğu bu dönemde
teknolojiyle kazanılan hızla birlikte müthiş fırsatların ortaya çıktığını belirten Goldin,
bu fırsatları değerlendirmek için tüm insanlığı birlikte hareket etmeye davet ediyor.
“İnsanlığı bir bütün olarak tanıyan ve çıkarlarını gözeten yeni haritalar yapmalıyız” diyor.
Ardından ekliyor: “Bu bizim en iyi ya da en kötü yüzyılımız olabilir. Seçim bizim.”
İnsanlık tarihinin en olağanüstü döneminde yaşıyoruz. Bu öyle bir dönem ki hem keşifler çağındayız hem dünyaya bakış açımızın değiştiği bir
zamandayız. Bu tür bir değişime sadece 500 yıl önce yaşanan orijinal Rönesans’ta tanıklık
ettik.”
Bu sözler, Oxford Üniversitesi’nde globalizasyon ve gelişim profesörü olan Ian Goldin’e ait.
Aynı zamanda Oxford Martin School’un kurucu direktörü olan Goldin, sürdürülebilir
gelişim konusunda dünyanın önde gelen fikir önderlerinden biri olarak kabul ediliyor. Goldin,
“Age of Discovery: Navigating the Risks and Rewards of Our New Renaissance-Keşifler Çağı-
Yeni Rönesansımızın Risklerini ve Ödüllerini Belirlemek” adını taşıyan son kitabıyla yine tüm dünyanın dikkatini çok önemli bir noktaya çekiyor.
İçinde bulunduğumuz dönemi 500 yıl önce
yaşanan Rönesans’a benzetiyor. İnsanlığın hiç
olmadığı kadar uzun ömürlü, sağlıklı ve refah
içinde olduğu bu dönemde teknoloji ve globalizasyonla
birlikte müthiş fırsatlar olduğunu dile
getiriyor. Bugünün Rönesans’ından en iyi şekilde
faydalanmak için de yapılması gerekenlere
ilişkin adeta bir yol haritası ortaya koyuyor. Temelde
de insanlığı birlikte hareket etmeye davet
ediyor. “Çözüm üreten bir üslup ve düşünce
yapısını benimsemeli, çeşitliliği desteklemeli, ön yargıların kökünü kazımalı, insanlığı bir bütün
olarak tanıyan ve çıkarlarını gözeten yeni haritalar
yapmalıyız. Demokratik kurumların yeniden
kamuoyunun güvenini kazanmasını sağlamalıyız”
diyor. Ardından ekliyor: “Bu bizim en iyi
yüzyılımız olabilir ama aynı zamanda en kötü
yüzyılımız da olabilir. Seçim bizim.”
Oxford Üniversitesi’nde globalizasyon ve gelişim
profesörü Ian Goldin ile yeni Rönesans’ı,
getirdiği fırsatları ve tehditleri konuştuk:
* Son kitabınız “Age of Discovery-Keşifler
Çağı”nda yeni bir Rönesans yaşadığımızı söylüyorsunuz.
Bu Rönesans’tan bahseder misiniz?
Ben yeni bir Rönesans’ın içinde olduğumuza
inanıyorum. İnsanlık tarihinin en olağanüstü
döneminde yaşıyoruz. Dünya hiçbir zaman bugünkünden
daha iyi olmadı. Fırsatlar muhteşem.
Değişim çok hızlı. İnovasyon konusunda hiper
bir hızdan bahsediyoruz. Bu değişimler tarihteki benzerlerinden çok daha geniş bir paylaşım
ve yayılım içinde… Bugün hükümetler izin
verirse, eğitimliyseniz ve altyapınız varsa her
şeye ulaşabiliyorsunuz. Fikirlere ulaşmak ve
iş birliği yapmak mümkün.
Hepimiz dünyayı değiştirme şansına sahibiz.
İşte bu nedenle insanlık tarihinin en
hızlı yenilikçilik yapılan dönemindeyiz. Bu
öyle bir dönem ki hem keşifler çağındayız
hem dünyaya bakış açımızın değiştiği bir
zamandayız. Bu tür bir değişime sadece 500
yıl önce yaşanan orijinal Rönesans’ta tanıklık
ettik. * Yaşadığımız Rönesans’ın bizim için temel
kazanımları neler oluyor?
Etik konusu… Bugün daha fazla şeffafız.
Artık bir şeyleri gizlemek mümkün değil.
Masum olduğumuzu da iddia edemeyiz.
Dolayısıyla daha erdemli bir toplum olmak
zorundayız. Şirketlerimizin, tüketicilerimizin
ve toplumumuzun her hareketinin gezegen
üzerindeki etkilerinin farkına varacağız. Karşılıklı
bağımlılığımızın farkına varışımız yeni
etik temellerin oluşmasına neden olacak.
Teknolojideki bu yeni devrimde ortaya
çıkan en muhteşem şeylerden biri de bu...
Bu devrim olmasaydı, örneğin iklim değişiklikliğiyle
ilgili neler olup bittiğini hiçbir
zaman bilemeyecektik, antibiyotik bağışıklığı
oluştuğu yönünde bir bilgimiz olmayacaktı,
okyanuslarda neler olup bittiğini fark
etmeyecektik. Şimdi yarattığımız etkiyi biliyoruz.
Eğer zeki ve bilgili bir insansanız, “Bu
etkileri bilmiyorum” diyemezsiniz. Şirketler,
markalar ve bireyler, yani hepimiz söylediklerimizin
doğru olmasına daha çok dikkat
etmeliyiz. Çünkü, artık saklayacak yer yok
ve bu da çok iyi bir şey.
* Bu dönemin en büyük riskleri neler?
Dünya hızla değiştiği zaman her şeyi
daha hızlı bir şekilde değiştiriyor. Değişim
yaşanırken bazıları bu değişimin dışında kalıyor.
Tüm dünyada tüm ülkelerde eşitsizliğin
artma nedeni de bu. Fakat mesele sadece
eşitsizliğin büyümesi değil, aynı zamanda
insanlar değişimin onlar için olmadığını hissediyor.
Bazılarının değişimden ciddi miktarda
yararlandığını görürken, kendi hayatlarında
bu değişimi olumlu olarak hissetmiyorlar.
Aslında Rönesans döneminde yaşanan da
yine buydu. İnsanlar Yeni Dünya’dan gelen altının
katedrallerin kubbelerine koyuluşunu gördü,
caddede ipekler içinde gezen insanları, pazarda
baharatları gördü. Ancak kendi yaşamlarında bir
şey değişmemişti. Benzer yoksunluk duygusu, yani değişimin kendisinin yararına değil
başkasının yararına olması kızgınlığı yarattı.~* Gelir dağılımındaki eşitsizlik de yeni
Rönesans’ta artıyor mu?
Geride bıraktığımız 25 yılda ülke
ekonomileri büyüdü. Birçok düşük gelir
grubundaki ülkenin geliri arttı. Örneğin
2000 yılında Dünya Bankası tarafından
“düşük gelirli” olarak tanımlanan ülke sayısı
yarı yarıya azaldı. Eskiden düşük gelirli
ülkelerin oranı yüzde 65 iken, yüzde
33’e geriledi.
1990 yılından itibaren hem dünyanın
en fakir 20 ülkesinin geliri hem en zengin
20 ülkenin geliri yüzde 30 artış yaşadı. En
fakir ülkedeki kişi başına düşen gelir 80
dolar artarken en zengin ülkede kişi başına
yıllık gelirdeki artış 8 bin dolar oldu.
Ve zenginle fakir arasındaki fark daha çok
açıldı. Bu hastalığın adı dağıtım. Eğer biz
kazançları daha sağlıklı bir şekilde dağıtabilirsek
hepimiz bir jenerasyon öncesinden
çok daha iyi durumda olacağız.
* Rönesansı aynı zamanda yaratıcılık
ve yetenek patlaması olarak da tanımlıyorsunuz.
Evet, Rönesans’ın en büyük özelliklerinden
biri de bu. Orijinal Rönesans’ta
yetenek patlamasını yaratan baskı teknolojileriydi.
Baskı teknolojilerinin bulunuşundan
önce sadece rahipler latin el
yazısıyla kaleme alınmış kitapları yazar
ve okurdu. Kilise bilginin tek sahibiydi.
Tıpkı bugün internetin yaptığı gibi baskı
teknolojileri bilginin demokratikleşmesini
sağladı. Elbette bugün insan sayısı o güne
kıyasla devasa boyutta.
1980’lerde sadece yarım milyar insanın
birbiriyle bağlantılı olduğu bir dünyadan 5
milyar insanın bağlantılı olduğu bir dünyadayız.
1980 yılında ilk kez Çin’e gittiğimde
sadece 78 kişinin doktorası vardı.
Şimdi yüz binlerce kişinin var. Bu çok
önemli bir değişim.
Bugün daha çok dâhinin yaşadığı bir
dünyadayız. Üstelik yeni Einstein’lar sadece
Viyana, New York ya da Londra sokaklarından
çıkmayacak aynı zamanda Mumbai ve
başka şehirlerdeki sokaklardan da çıkacak. Sadece
bireysel gelişigüzel dehadan bahsetmiyorum
aynı zamanda ortak girişimlerin oluşturduğu
dehalardan bahsediyorum. İnsanlar farklılıkları
barındıran takımları oluşturmak için biraraya
geldiğinde gerçek kıvılcımlar ortaya çıkıyor. Bu ortak çabayı tarihin hiçbir döneminde bu şekilde
görmedik.
* Sistemik risklere de dikkat çekiyorsunuz.
Öncelikle sistemik riskler neler?
Sistemik risk, sistemlerin birbiriyle bağlı ve
birbirine bağımlı olması demek. Sadece iyi şeyler
değil, gerçek anlamda kötü olanlar da dolaşımda.
Bilgisayar ağları ve network’ler çok önemli
hale geldi. Karmaşa büyüyor. Bu karmaşık, birbirine
geçmiş sistemler riski katmanlaştırıyor ya
da sistemlere bulaşmasına neden oluyor. Bu da
benim anlatmaya çalıştığım sistemik risk. Bu duruma
keşifler çağı neden oluyor. Üstelik bu kasıtlı
ya da kasıtsız bir şekilde gerçekleşiyor. Kasıtlı
olmayan sonuçlara en iyi örnek iklim değişikliği,
su ürünlerinin tükenişi ve antibiyotiğe karşı kazanılan
bağışıklık… Bu örnekler aslında bir bakıma
500 yıl önce keşifler için çıkılan yolculukların
yarattığı kasıtlı olmayan sonuçlara benziyor. O
dönemde de birçok Amerikan yerlisi daha önce
karşılaşmadıkları hastalıklar nedeniyle
hayatını kaybetti. Bunların yanı
sıra kasıtlı sistemik değişimler
de var, bunlar da oldukça ürkütücü.
Buna örnek olarak insanların
sistemleri yok etmek için
buldukları yeni yolları verebiliriz.
* Sistemik risklerin üstesinden
nasıl gelinebilir? Sistemik riskler
konusunda yönümüzü belirlemek
için önerileriniz neler?
Öncelikle yeni risklerin ne
olduğunu anlamak hayati bir konu.
Finansal krizlerden ve diğer alanlardaki
krizlerden görüyoruz ki kurumların
çoğu 21’inci yüzyıla uygun değil.
Hatta en akıllı kurumlar, örneğin IMF
bile finansal krizin geldiğini göremedi.
Bu yeni dünyada yönü bulabilmek yeni
ağların, network’lerin ve yeni yeni gelişen
risklerin nasıl birlikte olduğunu anlamaktan
geçiyor.
Vurgulamak istediğin ikinci önemli nokta çeşitlendirme
stratejisi. Çünkü, biz bir sonraki şokun
nereden geleceğini bilmiyoruz. Çeşitlendirilmiş
portföyler ve stratejiler çok önemli.
Üçüncü konu organizasyonlar içinde risk
kültürü geliştirmek. Bu da yönetim kurulu başkanından
başlar. Bu sadece risk yönetiminden
sorumlu başkan yardımcısına ve risk yönetim birimine
bırakılacak bir konu değil. Bir siber saldırı,
bir salgın hastalık ya da finansal kriz olduğunda
mevcut sistemin idaresinin ve kontrolünün
21’inci yüzyılın amaçları için tamamen yetersiz
olduğunu gördük.~* Dünya giderek daha karmaşık hale geliyor.
Peki bu aşamadan nasıl çıkabilir ve nasıl daha iyi
bir seviyeye gelebiliriz?
Bağlanabilirlik bir seçenek gibi görünüyor.
Bu seçenek de şöyle: “Eğer senin yapmak
istediğini yapmak istemezsem, sadece bağlantıyı
keserim”. Fakat aslında bir seçim şansımız yok.
Beni ve ülkemi etkileyen güçler başka yerlerden
geliyor ve bu güçleri durdurabilecek hiçbir
duvar yok. Aynı şekilde salgın hastalıkları, siber
saldırıları ve teknolojik değişimi de durdurmak
mümkün değil. Bu nedenle bu konuları yönetmek
için birlikte hareket etmeliyiz. Dayanışma
içinde olmalıyız. Dayanışmanın önemini anladığımızda
bunun gerçek değişimi başlatacağına
inanıyorum. Oysa içinde bulunduğumuz dönemde
politik ve sosyal olarak dayanışma eğiliminde
değiliz. Aksine politikacılar, “Beni bir dene ve
bağlantını kes, duvarlar inşa etmeme izin ver”
diyor. Bu sürdürülebilir değil, sorunları da çözmeyecek.
Eğer bağlantıyı keserseniz, problemleri
yönetmek konusunda daha aciz bir konuma
düşersiniz. Ortak hareket etmek, bu ortak
meseleleri ve sistemik riskleri yönetmek konusunda
ihtiyaç duyulan asıl yaklaşım ancak
o noktaya ulaşmak zaman alabilir.
* En son Trump’ın iktidara gelişiyle de
bu söylemleri daha sık duyar olduk. Sizce
Amerika ne yapmalı?
Amerika da dünyanın geri kalanıyla
daha fazla bağlantıda olmalı. Çünkü iklim
değişikliği, salgın hastalıklar, siber saldırılar
ve terör tehditi Amerika’nın kendi
kabuğuna çekilmesiyle azalmayacak.
Duvarlar ülkeleri daha fakir, daha yeteneksiz
ve daha özgüvensiz hale getirir. * Söz bu noktada globalizasyona geliyor.
Globalizasyon konusunda dünyanın en
önemli uzmanlarından birisiniz. Sizce globalizasyonla
ilgili en büyük sıkıntılar ve fırsatlar
neler?
Globalizasyon bugün insanlığı etkileyen
en büyük güç. Yaşamımızı her açıdan
etkiliyor. Sanırım en önemli açı fikirlerin
ulusal sınırları aşıp hareket etmesi. Bu da
dünyanın, 5 milyar insanın fikirlerini paylaşabildiği
bir noktaya geldiğini gösteriyor.
25 yıl önce, Berlin Duvarı yıkılmadan 1
milyarın altında insan bu paylaşımı yapabiliyordu.
Globalizasyonla ilgili bir diğer önemli
nokta ekonomik. Ekonomik olan tüm unsurlar
da hareket halinde, ürün, eşya, para ve
ticaret sürekli hareket ediyor. E-ticaret güç kazanıyor.
İthalatı ya da ihracatı yasak ürünler de sınır
ötesinde hareket edebiliyor. Eğer bu olumsuz
akışı yönetemezsek etkisi daha büyük olacak ve
bu durum globalizasyonun çöküşünü getirecek.
Çünkü salgın hastalıklar, siber saldırılar, finansal
krizler ve terör saldırıları da iyi unsurlar gibi akış
halinde… Globalizasyonun önemli bir boyutu
göç. Daha fazla global hale geldikçe ülkeler daha
sıkı sınır kontrolleri yapmaya başladı.
* İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük
göç hareketlerinden birini yaşıyoruz. Sizce göç
hareketi dünyayı nasıl etkileyecek?
“Exceptional People-Sıra
Dışı İnsanlar” isimli kitabımın
ikinci başlığı “How
Migration Shaped
Our World and
Will Define Our Future” (Göç Dünyamızı Nasıl
Şekillendirecek ve Geleceğimizi Nasıl
Belirleyecek) idi. Dolayısıyla ben göç
konusunu dünyanın dengesini değiştirecek
en güçlü etki olarak görüyorum.
Elbette hepimiz bugün olduğumuz
yere göç ettik.
Kendi göçmen geçmişimizi anlamak,
aynı zamanda onun ekonomimizin
dinamizmini sağlayan anahtar
unsurlarından biri olduğunu da görmemizi
sağlayacak.
Eğer en çok patentin geldiği yere
ya da kimin en yenilikçi olduğuna,
kimin iş ve teknolojide ön planda
durduğuna, ilaçta ya da sanat gibi
alanlarda kimin en iyi performansı ortaya koyduğuna
baktığınızda göçmenleri görürsünüz.
Nobel ödüllerini ve Oscar’ı kazananlar ağırlıklı
göçmenler.
Bu rastlantı değil. Göçmenler risk alma konusunda
daha cesur, kendi toplumlarında bile sıra
dışı olma eğilimindeler. Sadece nitelikli göçmenlerden
bahsetmiyorum aynı zamanda yarı nitelikli
ya da belli bir niteliği olmayan göçmenlerde de
durum aynı. Google, Sergey Brin olmasaydı var
olmayacaktı. Steve Jobs da Suriyeli bir göçmen
ailenin çocuğu. Silikon Vadisi’ndeki bütün ikonik
şirketler göçmenler tarafından kuruldu.
Özellikle Amerika’nın gelecekteki
en büyük gücü göçmenler
olacak. Hükümetlerin bu
noktadaki politikaları
bu nedenle çok
kritik öneme
sahip.~IAN GOLDIN’DEN
BELİRSİZLİĞİ YÖNETME ÖNERİLERİ
Daha fazla risk almak gerekiyor. Her
şey hızla değişirken, iş dünyası daha
sık yenilikçilik yaparak öne geçme
konusunda hızlanmalı ve risk almalı.
Hükümetlerin işi ise güvenlik ağlarını
güçlendirmek, bireylerin ve şirketlerin öğrenme,
adaptasyon ve yatırım anlamında daha cesur
olmasını sağlayacak yapılar kurmak olmalı.
Dayanışma içinde olmak da çok önemli.
Toplu halde mucizeler yaratabiliriz.
Yaşadığımız finansal krizden öğrenmemiz gerekenler
var. Hesapverebilirlik, şeffaflık ön plana çıkarılmalı.
Sorumsuzca konuşulan bir dönemde çözüm üreten bir
üslubu ve düşünce yapısını benimsemeliyiz.
Demokratik kurumların yeniden kamuoyunun
güvenini kazanmasını sağlamalıyız. Bu kurumları
milletler üstü tehditlerin üstesinden gelebilecek yeni
yetkilerle güçlendirebiliriz.
Çeşitliliği desteklemeli, ön yargıların
kökünü kazımalıyız. İnsanları ulusuna,
ırkına, cinsiyetine, dinine ya da diğer
klişelere göre ayıran haritaları parçalamalı,
onların yerine insanlığı bir bütün olarak tanıyan
ve çıkarlarını gözeten yeni haritalar yapmalıyız.
Başarısız olmaya cesaret etmeliyiz. Hepimizi cesaretlendirecek
şekilde güvenlik ağlarını güçlendirmeliyiz. Göçmenleri
memnuniyetle karşılamalıyız.
Kendi Rönesans’ımızdaki fırsatlara odaklanmalı ve
tehlikelerin üstesinden gelmeliyiz.
Dünya hiçbir zaman bugünkünden iyi olmadı ama biz birlikte
hareket etmedikçe ve daha iyi bir gelecek için beraberce
çalışmadığımız sürece daha iyi olmayacak.
Bu bizim en iyi yüzyılımız olabilir ama aynı
zamanda en kötü yüzyılımız da olabilir.
Seçim bizim.
“DAHA KAPSAYICI BİR GLOBALİZASYONA İHTİYACIMIZ VAR
REAKSİYON YÜKSELİYOR
Globalizasyona karşı reaksiyonun yükseldiğini görüyoruz. Bunun
birinci nedeni globalizasyonun bazılarının yararına çalışırken
bazılarını sistemin dışına atması. Dengesizlik artarken birçok insan
dışarıda kaldığını hissediyor. Bu algının üzerinde durulması gerekiyor.
Daha kapsayıcı bir globalizasyona ihtiyacımız var. Ülkemizin sosyal
güvenliğinin olduğundan emin olmalıyız, daha çok konuta ve altyapıya
yatırım yapmalıyız.
“DIŞARIDA HİSSEDENLERİ ÖNEMSEMELİYİZ”
İnsanları özellikle de kendini dışarıda hissedenleri daha çok
önemsemeliyiz. İkinci olarak globalizasyon yeni riskler yaratıyor.
Mesela küresel finansal kriz, iklim değişikliği, siber saldırılar, terör
saldırıları. Bu riskleri daha etkili şekilde yönetmemiz gerekiyor. Bu
iki konuyla başa çıkabilirsek küreselleşmenin iyi bir şey olduğunu
düşünmeye başlayacağız.
BREXIT’İN SONUCU NE OLUR?
ÇÖZÜLMEYİ BEKLEYEN
SORUNLAR
İngiltere’nin Avrupa
Birliği’nden çıkışının
İngiltere ekonomisi için
iyi olacağını gösteren
tek bir çalışma yok.
Öte yandan bunun
Avrupa için çok kötü
olduğunu düşünen tek bir
ekonomist de görmedim.
İngiltere Avrupa’da,
Avrupa’yı daha etkin
kılacak iyi bir güç.
Avrupa’nın çözülmeyi
bekleyen birçok sorunu
var. İngiltere olmadan
bu problemleri çözmek
ise daha fazla zaman
alacak. Bazı problemler
bizim için çok ciddi,
örneğin terörizm ve iklim
değişikliği bunlardan
ikisi…
“AVRUPA DAHA ETKİLİ
ÇALIŞMALI”
Avrupa bu sorunların
üstesinden gelmek için
daha etkili çalışmak
zorunda, İngiltere ise
bu problemleri tek
başına çözebilecek
durumda değil. Çözümü
Amerika ile birlikte
arayacak hali de yok,
çünkü biz Avrupa’dayız.
Dolayısıyla ekonomik
büyüme açısından
bunun sonuçlarının kötü
olacağını düşünüyorum
aynı zamanda politik
belirsizliklik ve riskleri de
beraberinde getireceği
kanısındayım.
GELECEĞE YÖN VERECEK TRENDLER
1 TASARRUF 100 KAT ARTACAK
Gelecek 10 yılda değişimin ana faktörü demografik
olacak. Yaşam süresindeki hızlı yükselişle eş zamanlı olarak
tüm dünyada doğum oranları düşecek. Orta vadede orta
yaş oranı ikiye katlanacak ve daha yaşlı olanlar politikaya
daha çok yön verecek, politik olarak ayrışmalar ciddi boyuta
ulaşacak. Dünya genelinde yatırım ve tasarruflar açısından
da değişim olacak. Yaşam süresi uzayınca, insanlar mevcut
yaşam tarzlarını muhafaza etmek için 1980’li yıllara göre 100
kat daha fazla tasarruf yapma ihtiyacı hissedecek.
2 TÜKETİMDE KESKİN DEĞİŞİM
İkinci önemli trend ekonomik. Gelişmekte olan pazarlar
gelişmiş yaşlı ekonomilere kıyasla 2’den 6 kata kadar daha
fazla büyüyor. Demografik faktörler global tüketim kalıplarını
keskin şekilde değiştirecek. Gelişmekte olan pazarlar 2050
yılına dek global tüketimin yüzde 80’inden sorumlu olacak.
Bu durum temel olarak kimin tüketimi yapacağını, ne
tüketeceğini ve nerede tüketeceğini değiştirecek.
3 POLİTİKADAKİ PARÇALANMA
Üçüncü büyük global trend politikadaki parçalanma.
Dünya daha global hale geldikçe insanlar
daha yerel olmaya çalışıyor. Bu globalizasyon
taraftarları ve ulusalcılar arasındasında artan bir
gerginliğe neden oluyor. 4 ORTA SINIF ETKİSİ
Dördüncü trend doğal kaynaklar
üzerindeki baskı. Gelecek 20 yılda
3,5 milyar yeni orta sınıf tüketicimiz
olacak. Dolayısıyla hayvan ve
balık tüketiminde, antibiyotik
kullanımında ve karbondioksit
emisyonunda çok hızlı bir
yükseliş gerçekleşecek.
Tüm bunlar küçük bir
grup insan tarafından
gerçekleştirildiğinde
sorun olmuyor ancak
4 milyar insan bunları
yaptığında etkileri
oldukça yüksek olacak.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?