Hilmi Kayhan / Söktaş Yönetim Kurulu Murahhas Azası Kayhan Ailesi, Ege’nin önde gelen gruplarından birine sahip.Ancak, esas işleri, tekstil devi olan Söktaş... Bunun yanı sıra hayvancılık...
Hilmi Kayhan / Söktaş Yönetim Kurulu Murahhas Azası
Kayhan Ailesi, Ege’nin önde gelen gruplarından birine sahip.Ancak, esas işleri, tekstil devi olan Söktaş... Bunun yanı sıra hayvancılık, tavukçuluk ve organik tarım işleri de var. Hilmi Kayhan, ülkede yaşanan krize rağmen Söktaş’a büyük yatırım yaptıklarını, işlerinin çok iyi olduğunu söylüyor. Bunların yanında, büyük bir boşluk görerek, hayvancılık işine girdiklerine dikkat çekiyor. Geleceğin yıldızı “organik tarımı”ı ise büyütme aşamasında olduklarını belirtiyor. Kayhan, “Söktaş’da ciro hedefimiz 80 milyon dolar, diğer işlerde ise 15 milyon dolar” diyor.
Söktaş, Türkiye’nin en büyük 50 tekstil şirketinden biri. Ağırlıklı olarak kumaş üreten şirket, spesifik ürünleriyle dikkatleri üzerine topluyor. 2001’de 50 milyon dolar ciro yaptı. Son dört yılda kaliteye ve katma değerli ürünlere yönelik olarak yapılan yatırımlar 30 milyon dolara ulaştı. Söktaş Yönetim Kurulu Murahhas Azası Hilmi Kayhan, asıl çıkışı 2002’de gerçekleştireceklerini söylüyor ve “2002’de yatırımlarımızın meyvesini alacağız” diyor. Ona göre, bu doğrultuda ciro da 2.5 yılda 80 milyon dolara ulaşacak.
Ailenin ikinci şirketi Agrita Tarım’ın çatısı altında tavukçuluk, büyükbaş hayvancılık ve organik tarım yapılıyor. Tavukçuluk, ailenin eski işlerinden biri. Ancak, sektörün negatif performansı aileyi memnun etmiyor. Organik tarım işi ise henüz başlangıç aşamasında.
Ancak, Agrita asıl çıkışını büyükbaş hayvancılıkla yapacak. 2001’de 450 tane büyükbaş hayvanı Amerika’dan ithal ettiklerini söyleyen Hilmi Kayhan, “Bu iş için 3 milyon dolarlık yatırım yaptık” diyor. Hayvan sayının 4 yıl içinde 2 bin 200’e ulaşması planlanıyor.
Hilmi Kayhan, hayvancılıkla bağlantılı yeni işler de yapabileceklerine dikkat çekerken, “Kuzey Afrika ülkelerine canlı hayvan ihracatı yapacağız. İhracata yönelik özel peynir üretimi de gerçekleştireceğiz “ diyor. Agrita şimdilik 3.5 milyon dolar ciro yapıyor. Hayvancılık ve organik tarımın tam anlamıyla devreye girmesiyle birlikte bu rakamın 15 milyon dolara çıkması hedefleniyor.
Söktaş Yönetim Kurulu Murahhas Azası Hilmi Kayhan, geldikleri noktayı ve gelecekle ilgili planları Capital’e anlattı:
Söktaş’ta geldiğiniz noktayı değerlendirir misiniz?
Tekstilin genel durumuna baktığımızda Söktaş’ın çok iyi durumda olduğunu söyleyebilirim. Yüzde 80-85 oranında ihracata yönelik çalışıyoruz. Amerika pazarına ağırlık veriyoruz.
Amerika’nın büyük markaları için kumaş üretiyoruz. Zaten iç piyasa çok daraldı. Belki de olması gereken buydu. Anormal bir satın alma vardı. Piyasada çok fazla mal vardı. Bu şekilde pazarın yerine oturduğunu düşünüyorum. Söktaş, ileri ki yıllarda çok daha iyi olacak.
Nasıl iyi olacak?
Biz asıl olarak gömleklik kumaş üretiyoruz. Avrupa’da ücretlerin yüksekliği ve tekstil sanayinin gittikçe yok olması nedeniyle, bu işler Uzakdoğu’ya ve Türkiye’ye kayıyor.
Türkiye’nin de Uzakdoğu’ya göre büyük avantajları olduğunu düşünüyorum. Yakınlığı önemli bir avantaj sağlıyor. Yetişmiş insanımız var. Ayrıca, bir tekstil kültürü de oluşmuş durumda. Bu nedenlerden dolayı satış ofislerini Türkiye’de kuruyorlar. Bu ilişkiler giderek gelişiyor.
Söktaş’ın yatırım projelerini, krizlere rağmen eksiksiz yapıyoruz. Planlanan yatırımları gerçekleştirdik. Bu nedenle ileriyi çok iyi görüyorum. Tamamen yapmak istediğimiz işlere kanalize olduk. Mesela iplik işinden neredeyse çıktık. Çok özel olanlar hariç iplik üretmiyoruz. İhtiyacımız olan ipliği Türkiye içinden temin ediyoruz. Dokuma işimiz sürüyor.
Fakat, dokunmuş kumaşı da ham olarak alıp işlemlerini yapabiliyoruz. Kumaşın apre ve finisajını yapıp konfeksiyoncuya gönderiyoruz. Sadece kumaş yapıyoruz. Ama, bunlar karışımlı kumaşlar. Mesela sırf pamuk değil de, likra ile karışık kumaş yapıyoruz. Asıl olarak ketenle karışık pamuk kumaşlar var. Bunları her fabrika yapamaz.
Neden? Teknolojileri mi yetmiyor?
Teknolojiyle de ilgili. Ama bu kumaşlar için çok uğraşıyorsunuz. Elinizde gerekli makineler olsa bile çok özveri istiyor. Herkesin yapamadığını yapalım, bir adım önde olalım istiyoruz. Katma değerli ürünler bunlar. Özellikle bu ürünlere yöneldik.
2001’de Söktaş ne kadar ciro yaptı?
50 milyon dolar civarında ciro yaptık. 2000’e göre biraz daha fazla bir ciro yaptığımızı söyleyebilirim. Ama, asıl olarak 2002’yi hedefliyoruz. Yıla çok iyi bir başlangıç yaptık. Çok iyi yatırımlarımız oldu. 4 yılda 30 milyon dolarlık yatırım yaptık. Bunlar kaliteye ve katma değerli ürünlere yönelik yatırımlardı. Artık yavaş yavaş meyveleri toplamaya başladık.
2002, hedef yılımız olacak dediniz. Nasıl planlar yaptınız?
Önümüzdeki 2.5 yıl içinde ciromuzu 80 milyon dolara çıkarmayı hedefliyoruz. Daha pahalı mallar satarak, mevcut müşterilerimize de kalitemizi gösterip fiyatımızı artırarak bunu yapmak istiyoruz.
Avrupa Birliği ülkelerinden giden kumaş, bizim kumaşımızla aynı kalitede olduğu halde onlar bizden yüzde 10-15 daha pahalıya satıyorlar. Bunu yavaş yavaş kırmaya başladık. 2-3 yıl içinde de bunu aşacağız.
Ayrıca, şu ana kadar gidemediğimiz bazı pazarlar vardı. Oralara gitmeye başladık. Küçük alıcılara ulaşmak da istiyoruz. Mesela İtalya’da 300 metre kumaş alan küçük alıcılar var. Bunlar az, ama pahalıya alıyor. Bu müşteriye hizmet verebilmek için bir servis ağı oluşturmak gerekiyor. Pazarlama ekibimizi güçlendirmemiz gerekiyor. Şimdi bunları yapıyoruz.
Gitmediğimiz yeni pazarlar var dediniz. Hangi pazarlar bunlar?
Mesela Hong Kong pazarı. Bu pazara mal vermeye yeni başladık. Buradan Japonya’ya da ürünlerimiz gidiyor. Geçmişte buralara tekstil ürünlerinin gönderilemeyeceği yönünde bir görüş oluşmuştu. Ama olduğunu gördük. Önümüzdeki yıllarda bu pazarda iyi işler yapabileceğimizi tahmin ediyorum.
Çin pazarına da girecek misiniz?
Hong Kong üzerinden Çin’e gidebiliriz. Çin’in Türkiye ile çok fazla bir dış ticaret ilişkisi yok. Hong Kong’u Japonya ve Çin için bir üs olarak görüyoruz. Çin çok büyük bir pazar. Amerika’ya büyük miktarlarda mal satıyorlar. Ucuz iş yapıyorlar.
Size rakip olabilirler mi?
Bizim yaptığımız işte rakip olabileceklerini sanmıyorum. Ama, daha düşük kaliteli mal yapanlar için önemli bir rakip olduğunu söyleyebilirim. Fırsat oluştuğu an ucuz Çin malları pazarları hemen istila eder.
Ana konunuz tekstil iken hayvancılık işine girmeye nasıl karar verdiniz?
Söke’de aileden kalma arazilerimiz var. Yaptığımız incelemeler sonucunda hayvancılık alanının çok cazip olduğunu gördük. 1990 yılında Türkiye’de 19 milyon hayvan varken, bugün sayı 11 milyona inmiş. Üretim az, ithalat yapılıyor. Yanlış politikalar etkili oldu. İki tane hayvan birine, diğerine üç tane verilmiş. Bu insanlar da ilk sıkıştıklarında hayvanları kesmişler. Dolayısıyla sayı azalmış.
Arazi olmadan hayvancılık yapamazsınız. Biz de arazi vardı. İnceleyince gördük ki, bu alan devlet tarafından çok teşvik ediliyor. Hayvanın tohumlanmasından aşısına kadar her aşamasında teşvik var. 1998’de çalışmaya başladık. 2000’in içinde de inşaatları bitirdik. 2001 yılının ağustos ayında Amerika’dan sürü getirdik.
Neden dışarıdan sürü getirdiniz?
Türkiye’deki ırklar bozulmuş. Damızlık bir sürü getirdik. Zaten bizim amacımız da besicilik değil. Hayvanları doğurtup, besleyip, tekrar iyi bir ırkla tohumlayıp hamile olarak satmak istiyoruz. İşin ticareti böyle yapılıyor. Bu işi yapmak isteyen birine 30 tane hamile hayvan satıyorsunuz. O bunları üretip mesela sütçülük yapıyor. Böylelikle en iyi cins ırkla çalışmış oluyor. Yani hammadde sağlıyoruz.
Damızlık işinin kendisi dışında iki tane de yan işi oluyor. Hayvan doğurunca, ister istemez süt vermeye başlıyor. Sütü alıp satabiliyorsunuz. Erkek olanları ise et olarak Tansaş, Mc Donalds gibi firmalara satıyorsunuz. Eğer araziniz var ise, hayvanları besleyecek tarımsal ürünleri üretebiliyorsanız, Türkiye için çok cazip bir alan. Koç Holding’in bu alana yatırım yapması, etrafındaki köylüleri teşvik etmesi de zaten işin cazibesini açıkça anlatıyor. Ayrıca, Koç dışında başka giren gruplar da oldu.
Başka hangi gruplar girdi?
Mesela Saray Halı’nın sahibi Necati Kurmel’in K
Buna rağmen et sıkıntısı yaşanıyor?
Çünkü, pazar oluşmamış. Eti mahalle kasabı veya sütçü satıyor. Organize olmadığı için sıhhatsiz bir durum söz konusu. Bu yüzden hükümetler de bir şey yapamıyor. Kaçak et oranı korkunç. Üstelik Hindistan ve İran’dan geliyor. Kaçak et oranının yüzde 30 olduğu tahmin ediliyor.
Geçmişte Avrupa Birliği ülkelerinden de çok et ithal edildi. Ama deli dana yüzünden sanıyorum şimdi yasak. Onlarda muazzam et ürünleri stoku vardı. Kullanma tarihinin bitimine 20 gün kala gönderiyorlardı. Aslında böyle bir coğrafyada kendimize yeterli olmamız gerekiyor. Çünkü, zor bir iş değil.
Siz bu iş için ne kadar yatırım yaptınız?
Aşağı yukarı 3 milyon dolarlık bir yatırım yaptık. 450 tane hayvanımız var. Bu sayıyı 4 yıl içinde 2 bin 200 tane hayvana çıkarmayı planlıyoruz. Toplam 2 bin dönümlük bir arazi ayırdık. Bitkileri burada yetiştiriyoruz. Bu işin çok büyük istikbali olduğunu düşünüyorum.
Tarımla ilgili alanların yatırım için ideal olduğunu düşünüyorum. Bizim çiftçimiz yönlendirilmek istiyor. Avrupa’da bu işleri yapanların sayısı giderek azalıyor. Türkiye arazi ve iklim olarak bu işi uygun. Dolayısıyla, gelecekte Türkiye’nin bu açıdan öneminin giderek artacağını düşünüyorum.
450 tane hayvan ithal ettiniz. Bu hayvanlardan elde ettiğiniz gelir nedir?
Şu an satış başlamadı. Ancak, doğumlar oldu. Günde 6 bin ton süt elde ediyoruz. Sütümüzü Pınar Süt alıyor. Hayvan satışı için talep gelmeye başladı. Türkiye’deki ırklar bozuk olduğu için bu işi yapacak olanlar hep dışarıdan ithal etmiş.
Deli dana yüzünden Avrupa’dan ithalat yapılamıyor. Güney Amerika, ABD, Kanada ve Avusturalya’dan alabiliyorsunuz. Bunların içinde de en iyisi Amerika ve Kanada’dır, ki çok pahalıdır. Türkiye’de 1, 1.5 milyara alabileceğiniz bir hayvanı Amerika’dan 5 milyara satın alıyorsunuz. Bu işe destek olunması lazım.
Bu çiftlikle ilgili uzun vadede nasıl planlar yapıyorsunuz?
İleriye dönük projelerimiz hep ihracat üzerine kurulu. Mesela damızlık hayvanları Avrupa’ya satabilmeyi umuyoruz. Avrupa’da muazzam bir hayvan kıyımı oldu. Bunu gerçekleştirebilirsek bu bir ilk olacak. Avrupa’ya satamasak bile onların doğal müşterileri olan Kuzey Afrika ülkelerine ihracat yapabiliriz. Birtakım özel peynirler de yapmak istiyoruz. Mesela İtalya’nın yediği peyniri burada yapmak gibi bir projemiz var. Bunlar uzun vadeli projeler.
Bütün bu projeleri tek başınıza mı yapacaksınız, yoksa başka planlarınız var mı?
Yöre için planlarımız var. Bu bölgede biz ilkiz. Birçok insan da bizi izliyor. Bu işten memnun kalıp kalmayacağımız takip ediliyor. Biz de yapalım mı diye düşünüyorlar. Yaparlarsa hemen hayvan temin edebilecekleri bir örneğiz. Belki satılacak sütlerin toplanacağı bir merkez olabilir. Çünkü, Türkiye’nin her bölgesinde çiftçilikle ilgili problem var. Pamuk ekiyorlar, zarar ediyorlar. Alternatifler aranıyor.
Başka nasıl işler yapıyorsunuz?
Narenciye ve organik tarım üzerine projelerimiz var. Agrita çatısı altında bu işleri de yapıyoruz. Organik narenciye üretiyoruz. Geçiş süremiz iki ay sonra bitiyor, satışa başlayacağız. Greyfurt, portakal, limon ve zeytin var. Zaman içersinde süt de organik olacak. Narenciye ektiğimiz yerleri de büyütüyoruz. Bir kısmını ihraç edebiliriz. Ancak, bizim yaptığımız büyük çapta organik tarımın alıcısı yok. Belli miktarı organik olarak, kalanı normal ürün gibi satılacak. Ama zaman içersinde organik işi arttıkça daha fazla satmaya başlayacağız.
Ne kadar organik tarım üretiminiz var?
80-90 ton mandalin, 100 ton portakal, 30-40 ton da zeytin üretiyoruz. Bunlar organik tarım için iyi rakamlardır. Fakat, yeni hazırladığımız yerlerle binlerce ton ürün elde edebileceğiz.
Agrita çatısı altında tavukçuluk işi de yapıyorsunuz. Kapasiteniz nedir?
150 bin tane tavuğumuz var. Yumurta üzerine çalışıyoruz. Günde 100-120 bin arasında yumurta alıyoruz.
Nasıl bir iş bu?
Maalesef iyi bir iş değil. 1983 yılında başladık. Ufaktı, kendi kendini büyüttü. Sektörde kayıtsız üretim çok fazla. Dolayısıyla, kayıtlı üreticiler için yüzde 8’lik bir KDV dezavantajı var. Yumurta genellikle pazarlarda satılıyor. Buralar da kontrol dışında ve hiçbir şekilde vergilendirilemiyor. Pazarı 8-10 tane tüccar elinde bulunduruyor. Fiyatı onlar belirliyor. 1983 yılına tekrar dönebilsek ailece girebileceğimiz bir iş değil.
Agrita’nın cirosu ne kadar?
3.5 milyon dolar civarında. Henüz rakam küçük. Çünkü hayvancılık ve narenciye işi tam anlamıyla devrede değil. Bu işlerle birlikte 15 milyon dolara çıkacağını düşünüyorum. Ondan sonra da peynir gibi spesifik işler de devreye girince rakam daha da artacak. Ama çok acelemiz yok.
“TÜSİAD BAŞKANIYKEN OLUMSUZ ETKİLENİYORDUK”
Ağabeyiniz Muharrem Kayhan’ın TÜSİAD’da olması sizi ve işlerinizi nasıl etkiliyor?
Eskiden başkanlık yaptığı dönemde çok olumsuz etkiliyordu. TÜSİAD başkanlığı yapacak kişinin bence işlerini bırakıp, bu işi kusursuz yapması gerekiyor. Günde 1 saat bile kendi işinize bakmamalısınız. Yoğun ve mesuliyetli bir iş.
İki yılda bittiği için ben çok memnunum. Hem bizim için hem kendisi için çok zor oldu. Sabah İstanbul’a git, öğleden sonra dön buradaki işlere bak, sonra tekrar git. Dünya rekorları kırdı. Benim iş yoğunluğum arttı. İyi bir kadromuzun olması şanstı. Ama kim ne derse desin iş kaybımız oldu. Bugün yaptığı iş biraz daha geri planda. Bundan bir rahatsızlığımız yok. Sınırlı bir zaman ayırıyor. Hatta oradaki yoğunluğunu bitirip buraya dönmesi bize atılım yaptırdı. Yoksa birçok şeyi konuşacak vaktimiz olmuyordu.
Ege bölgesinin en istikrarlı şirketlerinden birisiniz. Ancak, son dönemde bu bölgenin şirketleri iş anlamında geriliyor. Neden bu sürece girildi?
Türkiye’nin her yanından İstanbul’a bir gidiş var. Çocuklar İstanbul’a okumaya gidiyor, yüzde 80’i dönmüyor. Bu Türkiye’nin her yeri içinde geçerli. İstanbul, Türkiye’nin dışında bir yer. Oraya gidince ayrı bir ülkeye gitmiş gibi oluyorsunuz. Her şeyi ile çok farklı. İzmir’deki bu gerileme de bana göre insan kaçışından kaynaklanıyor. İnsanlara İstanbul çok cazip geliyor.
İzmir’de ne yaparsanız yapın, getirdiğiniz adamlar uzun süre kalmak istemiyor. 3-4 yıl kalıp tekrar geri dönüyorlar. En önemli problem bence insan kaynağı ile ilgili. İzmir bundan dolayı kaybediyor gibi geliyor bana. İzmir zaten bir sanayi şehri değil. Daha çok limandan dolayı bir ticaret kenti. Denizli, Bursa bile İzmir’i zorluyor, zaman zaman geçiyor.
“LİSANSIMIZI UZATMADILAR”
Mavi Ege adlı şirketinizi sattınız. Hangi süreç sizi şirketinizi satma noktasına götürdü?
Maviege 1990 yılında kurulmuştu. Lee, Wrangler ve Jan Sport markalarının hem ithalini hem de iç pazar satışlarını gerçekleştiriyordu. Bir miktarda ihracat yapıyorduk. 1998’in sonunda lisansı veren VF Corporation, şirketimizi ya satın almak ya da ortak olmak istedi. Görüşmelerden sonra Mavi Ege’yi ve 14 mağazamızı VF’ye sattık. Şimdi bu şirket tamamen Amerikan sermayesi olarak faaliyetlerini sürdürüyor.
Üçü de iyi markalardı. Neden sattınız?
VF Corporation lisansımızı uzatmayınca satmak zorunda kaldık. Kendileri bu işi yapmak istiyorlardı. Türkiye’deki iç pazar çok daraldığı için fazla önemsemiyorlar. Dolayısıyla, iç pazardaki payları düşük. Daha çok ihracata yönelik üretim yapıyorlar. Üretimlerinin yüzde 90’ını ihraç ediyorlar. Biz tam tersini yapıyorduk. Sanıyorum buradaki kapasitelerini de büyüttüler.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?