Sabancı’nın Dört Gözdesi

Sakıp Sabancı / Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı    Sabancı Holding’in yönetim kurulu başkanı Sakıp Sabancı, yeni dönemde farklı büyüme stratejisi izleyecekerini söylüyor. “Artık h...

1.04.2003 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Sakıp Sabancı / Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı  
 
Sabancı Holding’in yönetim kurulu başkanı Sakıp Sabancı, yeni dönemde farklı büyüme stratejisi izleyecekerini söylüyor. “Artık her işe girme” dönemin sona erdiğine dikkat çekiyor. Telekomünikasyon, enerji, gıda ve perakendeciliği, grubun gelecekteki büyüme alanları olarak nitelendiriyor. Yabancı ortaklık ve yurtdışı yatırıma devam edeceklerine dikkat çekiyor. Ancak, esas önemli unsurun insan olduğunu belirtiyor ve “Bizim stratejimiz artık daha iyi eğitilmiş insan. Biz bu konuya devletten adam alarak başlamıştık, şimdi artık biz yetiştiriyoruz” diyor.  
 
Türk sanayinin öncülerinden birkaç isim sayılması istendiğinde herhalde bunlar arasında ilk sıralarda Sakıp Sabancı gelir. Sakıp Sabancı, babası Hacı Ömer’in iş dünyasında attığı adımları, kardeşleri ile birlikte büyüterek, bugün dev bir grup yaratmayı başardı. Bunu yaparken, hem Türk sanayinin gelişimine katkıda bulundu hem de tüm bu gelişimin tanığı oldu.  
 
Sakıp Sabancı ile Capital’in 10. Yıl özel sayısı için, bir söyleşi yaptık. Sabancı Center’daki ofisinde görüştük. İçeriye girer girmez bizi çerçevelenmiş büyük fotoğrafların olduğu, bir duvarın yanına götürdü. Sabancı Üniversitesi’nin ve müzenin fotoğraflarının bulunduğu bu çerçeveyi gösterirken, “Bu üniversitede öğrencilerin okuduğunu gördüğüm için çok mutluyum” diyordu. Sabancı, bu tip sosyal yatırımların kalıcı olduğunu aksi takdirde, insanların iz bırakmadan kaybolacaklarını söylüyor.  
 
Bu duygusal sohbet ile başlayan görüşmemizde, Sakıp Sabancı, grubun gelişimiyle birlikte Türk ekonomisinin gelişme sürecini ve bugüne gelişini anlattı. Sabancı, bugün içinde bulunduğumuz durumu yorumladı ve geleceğe dönük senaryolarını açıkladı, Türk ekonomisi için, ilginç saptamalar yaptı. Sakıp Sabancı’nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyleydi:    
 
Son dönemde Sabancı Grubu’nda bir yapılanma ve hızlı bir değişim dikkati çekiyor. Bazı sektörlerden çıkıldığını, bazı sektörlere girildiğini görüyoruz. Bu değişimin nedeni nedir?  
 
Bazen bana, “Sabancı senin alnına nasıl bir etiket yapıştıralım. Sana ne diyelim? Tekstilci, otomobilci, çimentocu… Hangisi” diye soruyorlardı. Bu kadar dağılmamız, çok farklı konularda işler yapmamız hakikaten bizi etkiliyordu. Belki bu işleri yaptığımız zamanların koşulları bizi buna itmişti. Fakat sonunda görüyoruz ki, artık dünyada ihtisaslaşma var. Belli alanlara konsantre olmak, dağılmış hali toplamak lazımdı.  
 
Tabii bütün konuştuğumuz işlerini iki yön var: “Ekonomiyle ilgili konular” ve “Sosyal alanlar”… Sosyal konularda da dinamik bir şekilde koştuk. Önceleri bizim için bir okul yapabilmek mümkün değildi. İşçi Hacı Ömer bir okul yapamazdı. Önce kendine bir ayakkabı alacak, karnını doyuracaktı. Sonra arabası olacaktı ve bir okul yapacaktı. Zaman istiyordu. Bir okulun bir sınıfını yapabilir miyiz derken, 112 tane okul yaptık. Sonra bunları taçlandırmak üzere Sabancı Üniversite’sini yaptık.  
 
İş konusunda ise bir yere gelince baktık ki, her konuda çalışmak yerine, derlenmek ve toparlanmak lazım. Bazı alanlardan çıkmak, bazılarını birleştirmek gerekiyordu. Yeni yerlere gitmek yerine, grup başkanlıklarını CEO’ları 7–8 gruba indirip, entegrasyona, verimliliğe, büyümeye yönelmeliyiz diye kararlaştırdık. Dünyanın birçok yerindeki müesseselerin rakamları ile kendimizi karşılaştırdığımız zaman küçük olduğumuzu görüyoruz.  
 
Siz bu alanlara girerken, o günün doğrularına göre geleceğe yönelik senaryolarınız vardı. Peki şimdilerde geleceğe yönelik senaryolarınız neler?  
 
Bir ömür boyunca Sümerbank’dan gittik müdürler aldık. Bossa’ya, Beksa’ya yönetici getirdik. Ziraat Bankası’nın, İş Bankası’nın çok değerli insanlarını ise Akbank’a getirdik. Ama biz de adam yetiştirelim diye düşünmüyorduk. Bir türlü bunu gündeme getiremiyorduk. Biz gidip transfer ediyorduk. Sonradan anladık ki, bizim de insanlar yetiştirmemiz lazım.  
 
Philips Morris’in, Amerika’daki fabrikalarını gezerken gördüm; 35 tane pırıl pırıl Türk  
mühendis seçip göndermişiz. Oradaki adamlar ne diyorlar biliyor musunuz, bu 35 tane adamın her biri yarın buraya genel müdürü olabilir. Tabii biz o 35 kişiyi belirli bir seçimden sonra gönderdik. Birilerinin hanımı, kardeşi, politikacının akrabası diye göndermedik.  
 
O zaman stratejinizde insan mı ön plana çıkmaya başladı?  
 
Bizim stratejimiz artık daha iyi eğitilmiş insan. Biz bu konuya devletten adam alarak başlamıştık, şimdi artık biz yetiştiriyoruz. Sosyal kolumuza bakarsan, yüzde 90 okul yapmışız. Spor tesisi de yapmışız ama az. Artık adam yetiştirmeyi, müesseseleşmeyi hedefliyoruz.  
 
“Ben düşündüm, ben akıllıyım” demek yerine, “Ben değişime varım, biz değişime varız” diyoruz. “Biz” biliriz diyoruz. Artık “Ben” yok, “biz” var.  
 
Bir ülkenin başarıya gidebilmesi için, ilk önce insana önem verilmeli. İnsana yatırım yapacaksın. Bizim burada insan kaynakları bölümü kurduk. Böyle işler daha önce gündemde yoktu. İdeal oldu mu? İdeali daha olmadı. Ama ideali kovalıyoruz. Kapital önemli,  know how önemli, makine teçhizat önemli. Ama  ayrı ayrı hepsini taçlandıracak en önemli şey insan. Eğer iyi insan varsa,  kapitali de bulurum. iyi makineyi de bulurum, iyi seçimi de yaparım.  
 
İnsanın grubunuz için çok önemli yeri olduğunu söylediniz. Bu insanlar arasında aile üyelerinin yeri ne olacak?  
 
Kişiye soyadı Sabancı olduğu için iş vermiyoruz. Grubumuzda kimse artık soyadı Sabancı olduğu için öncelik alamaz. Kriterler tespit edilmiş. Bunları kendi kendimiz de tespit etmedik. McKinsey bunları bize tavsiye etti. 4–5 sene bu şirketle toplantılar yaptık. Onlar bize kurallar meydana getirdi.  
 
Bir genç aile ferdimiz olan Emine Kamışlı Sabancı, İngiltere’de okulunu bitirdi. Sigorta işini seviyordu. Biz ona, “orada bir iş bul” dedik. Yabancı bir şirkette çalıştı. Ondan sonra buraya geldi. Buraya geldiği zaman Aksigorta’da umum müdür olmamış. Kademelere girmiş layık ise ileriye doğru gitmiş, değil ise ayrılmıştır.  
 
Müesseseleşme önemli dediğimiz için Aile Konseyi kurmuşuz. Aile Konseyi’ni işten de ayırmışız. Bakın bu defter içerisinde kaçıncı toplantı yapılmış, hangi tarihte nerede yemek yapılmış, gündemler nelermiş hepsi yazılı.  
 
Bu gündemler içerisinde şirketler yok mu?  
 
Bu toplantılar sadece aile içerisinde ki diyalog artırmayı amaçlıyor. Ama şirketlerin gelişimi senede bir defa CEO’muz tarafından anlatılır. Ben de her toplantıda ana hatlarıyla şuradayız. şuraya gidiyoruz, yeni bir işe girdik gibi, bilgiler veririm. Ondan sonra yemek yenilir. Yemekte herkes birbiriyle bir diyalog içinde olur.  
 
Bu Aile Konseyi’nin amacı, birliğin korumasının yanı sıra, holdingin idare heyetine tavsiyelerde bulunmak. Bunlar değişimlerin parçası. Eskiden idari heyet üyeleri; ben, kardeşlerim, yakınlarım, mesai arkadaşlarım, profesyonellerim evin içindeydi. Dedim ki, biraz dışarıdan üyeler alalım. Bir gün daha ileriye götüreceğiz bunu, adetleri daha da artıracağız.  
 
Aile içinde de demişiz ki, aile bireyleri arasında şu kriterlere sahipse ve hisse senedini bankaya depo edip kağıdını getiriyorsa ve hala alakası devam ediyorsa, Aile Konseyi’ne devam edebilir.    
 
Gelecekti hangi sektörler öne çıkacak sizce? Sabancı Grubu hangi sektörlerde var olmayı sürdürecek ve hangilerinden çıkmayı tercih edecek, yeni gireceği alanlar olacak mı?  
 
Bu sohbeti 15 sene evvel yapıyor olsaydık, telekomünikasyon diye bir şey gündeme gelmezdi. Yeni arayışlar, dinamik hayat devam ediyor. Türkiye’de öyle dönemler yaşadık ki. Ülkenin her tarafı çimentonun hammaddesi dolu. Ama çimento yok, kara borsa. Çünkü, hepsini devlet üretiyordu. Bu fren orada durdukça, çimento karaborsa olacaktı. Ne zaman ki özel sektör girdi, rekabet borusu çaldı. İş ileriye doğru gitti. Bütün çimento fabrikaları devletten çıktı, özel sektöre geçti. Bugün hep ihracat var.  
 
1970’lerde çimentocu olmak istedik ve yola çıktık… Akçimento, Çimsa, arkasından Niğde ve İskenderun’daki fabrikalar. Askerle birlikte Oysa’yı kurduk. Bu fabrikalar bizi çimentocu yaptı. Bir gün çaputçu, diğer gün tekstilci olduk. Öyle baskılarla, günün şartlarıyla böyle oldu.  
 
Şimdi önümüze başka sektörler geliyor: Telekomünikasyon, enerji, perakendecilik ve gıda…  
Gıda vazgeçilmez bir sektör ve orada da yürüdük.  Danonesa ile yaptığımız yoğurtçulukta lider olduk. Ama son zamanlarda düşünüyoruz ki, bu devam etmeli mi? Danonesa ile işlerimiz devam etmeli ama bir de kendimize mahsus markamız olması lazım.  
 
Bu nedenle “Gıdasa”yı kurduk. Makarnada ve çorbada Piyale’yi aldık.. Eskiden Danone ile yürüyelim, Kraftsa ile gidelim diye bakıyorduk. Fakat şimdi Kraftsa’tan çıktık. Kraft, çikolata getirecek ve satacak, ancak ben üretmeyeceğim. Ondan alacağımı satacağım. Bu nedenle Kraftsa’dan çıktık.  
 
Danone ile yaptığımız işbirliği suda, sütte, yoğurtta ilerliyor. Gıdasa ile Piyale’ye yatırım yaptık, devam edeceğiz. Gıda işine önem vermeye devam edeceğiz. Perakendeciliğe devam edeceğiz. Enerji ayağı devam edeceğiz. Telekomünikasyon işinde hassas olacağız. Telekom konusunda bazı şirketler kurduk. Türk.net, IBMSA, Akinternet ve telekomünikasyon için kurulacak ve şu an ismi belli olmayan bir şirket.  
 
Hepsi bir çatı altında toplanıyor değil mi?  
 
Evet hepsi bir çatı altında toplanıyor. Bilgi Teknolojileri Grubu adı altında bunlar birleştiriliyor.  
 
Yabancı ortaklık ve yatırım stratejilerinizde bir değişiklik var mı?  
 
Yabancı sermayenin ruhu, sadece kaynak getirmek, benim kaynağımla onun kaynağını evlendirmek değildir. Çünkü, yabancı ortaklıkların çok büyük güçleri var. Çok şükür bizim de kendimize göre belli boyutta gücümüz var. Fakat para için birleşmiyoruz. Başarılı şirketler bizim için geliyorlar. Onların birikimi var. Onlardan yararlanmak istiyoruz.  
 
17’tane büyük firmayla çoğu yüzde 50-50 olmak üzere ortaklıklar kurduk. İsimleri birleştirdik. Dupont ile konuşurken, onların başkanı diyordu ki, “Kardeşim yüzde 50 yüzde50 ortaklık olmaz. Biz vaktinde İran’da iş yapıyorduk, sonra orta yaptığımız ortaklıklarda faturayı çok ağır ödedik. Bu nedenle kontrolü biz alırız”. Fakat sonunda yüzde 50  yüzde50 ortaklık yaptık.  
 
15 yıl geriye gidelim. Nasıl bir ortam vardı Türkiye’de. Güvensizlik, istikrarsızlık, yüksek enflasyon ve faiz vardı. Bu 15 seni içinde biz Çin’de ortaklıklar yaptık. O koşulların içinde niye geldi Toyota buraya. Adapazarı’na niye geldi? Demek ki, müzakereler iyi yapılmış, orta ve uzun vadede faydayı gördü ve geldi. Yoksa gelmezdi.  
 
Dünyadaki sermaye güçlerinin, büyük grupların önünde biz küçük kalıyoruz dediniz. Mesela bir Sabancı Grubu global bir şirket olmak için neler yapacak? Burada stratejiniz neler olacak?  
 
Akbank iyi bir banka. Bunu Wall Street de herkes kabul ediyor. Londra’daki herkes kabul ediyor. Türkiye’de iki güçlü müessese olduğunu söylüyorlar: Ordu ve Akbank…  
Geçenlerde bankalarda bir incelemeler yapıldı. Bütün bankacılık sektörünün kârı Akbank’a ulaşamıyor.  
 
Şimdi büyüklüğe, küçüklüğe geliyoruz. Bırak Akbank’ı, bütün bankaları topla, Deutche Bank kadar olmuyor. Demek ki, çok yolumuz var. Ama morali bozmamak lazım. Akbank’a bizim nereden başladığımıza bakalım. İşçi Hacı Ömer’den… Oradan buralara geldik. Buradan daha ileriye gideceğiz.  
 
Temel stratejiniz ne olacak peki?  
 
Global olabilmek için, evvela adamlara gittik… Oradaki fabrikaların bazılarına bizi ortak ettiler. Kendi kendimize fabrika açmaya cesaret bulamadık. Şimdi zaman geldi, biz kendimiz gidip fabrika kuruyoruz. Ama sıfırdan buralara gelirken kademelerden geçtik.  
 
Ortaklıklara devam etmeliyiz. Ama bunun olabilmesi, sadece bizim inisiyatifimizle, bizim düşüncemizle olmaz. Bizi aşan bir yer var. İstikrarlı, güçlü, inanılır hükümetler lazım. Bu varsa devamlılık olur. O zaman yabancılar daha çok buraya gelebilir.  
 
Gelmese ne olur? Biz kendi kaynaklarımızı sahip olalım, bunları en iyi kullanalım düşüncesi yanlıştır. Çünkü, kendi kaynaklarını ne kadar işletirsen işlet, ne kadar verimli olmayı başarırsan başar, bu yetmez. Çünkü, teknolojik gelişmeler var. Senin kaynakların, işsizler orduna yeterince baca dikmeye yetmez. Halbuki sen koşa koşa bacalar dikmeye mecbursun. Çünkü, öbür tarafta koşa koşa çocukları doğruyorsun.    
 
Bunun için yabancı sermaye gerekli. Ama oldum olası yabancı sermayenin kadrini, kıymetini bilemedik. Birileri gaza bastı, birileri frene bastı. “Gelirler bizi istismar ederler” lafları çok söylendi. Halbuki sen basiretsizsen, hesabını bilmiyorsan, müzakereyi yapamıyorsan adamları ayıplamaya hakkın yok.  
 
Ama geçen sene, bir adaya Malta’ya yabancı sermaye giriş rakamı Türkiye’den fazla oldu. Sen 65 milyonluk Türkiye’sin. Bırak gelmeyi, bazıları buradan kaçmak için fırsat arıyor. Bırak yabancı sermayeyi; senin Ahmet, Mehmet Bulgaristan’a, Romanya’ya gidiyor.  Güçlü ve istikrarlı bir ortam içinde çok yabancı sermaye getirmeliyiz. Son zamanlarda Sabancı Topluluğu burada öncü adımlar attı. 17 tane önemli firma ile yüzde 50–50 isim birleştirerek işler yaptı. Yenilerini dolu dolu yapmamız gerekirken, yapamadık. Bir boşluk var. Ortam, krizler, bize frene bastırdı.  
 
Adana’da Komatsu ile üretim yapıyorduk. Yol makineleri üretiyorduk ve İngiltere’ye ihraç ediyorduk. Hüngür hüngür ağlamamız lazım. Bu daha ileriye gitmesi gerekirken kapattık. Burada kim yitirdi. 65 milyon direkt, indirekt bir şeyler yitirdi.  
 
“AB MUTLULUĞUN PENCERESİ”  
 
AB üyeliğimiz var kapıda, bir 5-10 sene sonrası için Türkiye ekonomisi için gördüğünüz potansiyel nedir? Gideceği yön konusundaki senaryonuz nedir?
 
 
1949 yılından beri çalışıyorum. Sadece ben değil, kardeşlerim ve yöneticilerimle beraber elele çalışıyoruz. 50 seneden beri yılmadım, yılmadık. Zaman zaman frenler, krizler oldu. Nüansları farklı işler oldu. Hepsinde bir şey söyledim: “Yola devam”…    
 
Her şeye rağmen yola devam etmek lazım. Zaten aksini söyledin mi, bir köşeye çekildin mi, ben artık yıldım dedin mi, olmaz.  
 
Özdemir Sabancı vuruldu… Hacı Sabancı kanserden öldü… Bunlar olunca, “Baba biz de yıldık” demedik. Tövbe… Bu bizi daha da teşvik etti. Biz dedik ki, Özdemir Sabancı bize emir verdi. “Projelerimi unutmayın” dedi. Toprağın altından sesi geliyor; “Projelere sahip olun”…  
 
Her şeye rağmen 50 senenin bilançosunu yaptığım zaman, bir yerden bir yere geldik. İşte ben seni bugün bu binada kabul ediyorum. Bu bina nerden çıktı kardeşim? Ben gözümü yumdum mu, babamın bir tane yazıhanesi vardı, aklıma o gelir. Allah vermeye, fukara, perişan, ısınmaz. Mangal yok, çünkü pahalı. Babam palto alamamış, üst üst iki ceket giymiş. Böyle otururduk. Bu gelecek için bir örnek.  
 
Oradan buraya geldik. Gelecekte de başka yerlere geleceğiz. Gençler bunların daha iyisini yapacak, daha ileriye götürecek. Avrupa Topluluğu bizim için mutluluğun penceresi. 65 milyonun daha iyi yaşaması için açılmış bir pencere. Bu pencereyi zorlamalıyız. Bir zaman için buraya tam üye olabiliriz. Sonunda 65 milyona daha iyi bir yaşam sunabiliriz. Ben inanıyorum, geldiğimiz yola bakıyorum, insanların eğitimine bakıyorum, genç nüfusa bakıyorum, daha iyi yapacağız diyorum.  
 
“GELECEK DAHA İYİ OLACAK”  
 
Krizler, işadamını çok zorluyor? Ayakta kalmak çok zor. Şirketlerini satanlar oluyor, birleşmeler oluyor… Türk iş dünyası bir topluluk olarak ayakta kalabilecek mi?
 
 
Ben  Dünya Türk İşadamları Konseyi’nin başkanıydım. 4-5 yıl bu başkanlığı yürüttüm. Biri Ankara’da, biri İstanbul’da dünyanın her yerinden gelen  1000-1500 Türk işadamıyla bir araya geldim. Diyalog içinde oldum. İnsanların gözlerine bakıyor ve soruyordum: “Nereden geldin sen?”, Sidney… “Sen nerden geldin?”,  Frankfurt, Kanada, Amerika’dan… Oralara sıfır varmışlar. Benim babamın Adana’ya çıplak ayakla vardığı gibi…. Almanya’ya varanlar çöpçü oluyordu. Türkler toplam kalitenin lideri oldu Almanya’da.  
 
Ben geleceğin iyi olacağını görüyorum. Yanında 50 senenin içinde, köşe başlarında önemli krizler yaşanı dersen, dolu dolu yaşadık. Buna sadece Sabancı penceresinden bakmıyorum, belli dönemlerde, herkese firenler getirildi. Sonra tekrar gevşedi, tekrar yola çıktı. Böyle böyle bu işleri bugüne kadar yaptık. Geleceği daha iyi yapacağız inşallah. Ben değil, bütün işadamları bunu yapacak. Çillerin zamanda, çeşitli planların geldiği zamanlarda herkese bir şeyler geliyordu. Boyutları, yüzdeleri değişik olsa da herkese bir şeyler geliyordu. Ama yılmak yok.  
 
CAPITAL’E ÖZEL MESAJ  
 
Capital’in bu 10. yıl özel sayısı için son olarak birkaç şey söylemek ister misiniz?
 
 
“Capital…” Adınız çok güzel. Nasıl bir “Capital” isteriz? Güçlü bir “Capital” isteriz, verimli bir “Capital” isteriz. Hedefe götüren “Capital” isteriz. “Capital” adınız ile ilgili olarak, ekonomik hayatın başarılı olması, verimliliği iyi yakalamamız için, ele ele verip gitmeliyiz. Adınıza uygun işler yapıyorsunuz, varolun sağ olun….  
 
 
 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz