“Türkiye’nin Geleceğini Şimdiden Planlamalıyız”

Arzuhan Doğan Yalçındağ/Doğan Tv İcra Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, 2003 yılından bu yana TÜSİAD’ın yönetim kurulunda. Halen TÜSİAD Sosyal İşler Komisyonu Başkanı olarak da görev yapıyor....

1.04.2006 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Arzuhan Doğan Yalçındağ/Doğan Tv İcra Kurulu Başkanı

hedArzuhan Doğan Yalçındağ, 2003 yılından bu yana TÜSİAD’ın yönetim kurulunda. Halen TÜSİAD Sosyal İşler Komisyonu Başkanı olarak da görev yapıyor. TÜSİAD’ın en etkili yöneticilerinden biri olarak başkanı olduğu komisyon bünyesinde bugüne kadar çok önemli çalışmalara imza atan Yalçındağ, kendi ajandasındaki en önemli gündem maddesinin verimlilik olduğunu söylüyor. Son birkaç yıldır sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada şirketlerin verimlilik konusuna odaklandığına dikkat çekiyor.

Türk iş dünyası için şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Türk ekonomisi hala siyasete endeksli. Batı ülkelerinde bu durum farklı. Almanya’da, İngiltere’de siyasetteki dalgalanmalar ekonomiyi çok fazla etkilemez. Ama Türkiye’de hâla kırılgan bir yapı var. Örneğin Kıbrıs konusunu cari açık sorunundan daha önemli bir sorun olarak görüyorum. Çünkü Kıbrıs nedeni ile çıkabilecek bir kriz cari açığımızın finansmanında bizi zorlayacaktır diye düşünüyorum.”

Arzuhan Doğan Yalçındağ, gönüllü olarak yürüttüğü TÜSİAD çalışmalarının yanı sıra, aynı zamanda profesyonel bir yönetici. Doğan TV İcra Kurulu Başkanı ve Doğan Holding Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapan Yalçındağ’ın Türk iş dünyasının gündemi, ekonominin yönü ve kendi işi ile ilgili plan ve hedeflerine yönelik değerlendirmeleri şöyle:

KADIN GİRİŞİMCİYE DESTEK
TÜSİAD Sosyal İşler Komisyonu’nun altında, “AB Yolunda Kadın Girişimi” adlı bir  komisyonu var. Komisyonun ana işlevi kadının ekonomi ve siyasette ki katılımını arttırabilmek amacıyla çalışmalar yapmak, raporlar yayınlayıp konuyu kamuoyunun gündemine taşımak. Ayrıca AB müzakere sürecinde muktesebat gereği yapılması gereken düzenlemeleri  izlemek . Bu konuda aksama veya gecikme gördüğünde uyarıda bulunmak.

Bildiğiniz gibi Meclis’deki kadın milletvekili oranı yüzde 4.2 . Bu oran İran meclisi ile neredeyse aynı. Süratle hanım milletvekili sayısını yükseltmeli, kadının siyasetteki temsilini arttırmalıyız. Dünyada ki örneklere baktığımızda belli bir dönem için pozitif ayrımcılığın uygulandığını görüyoruz. Biz de TÜSİAD olarak kota sistemini destekliyoruz. Kaderin bu konuda ki çalışmalarından da faydalanıyoruz.

Diğer yandan kadınlarımızın iş gücüne katılımı da olması gereken noktada değil. Konuyu incelediğimiz de sorunun eğitim eksikliğinden kaynaklandığını görüyoruz. Yoksa kadını çalışmaktan geri koyan kültürel bakış açısı değil. Bütün araştırmalar gösteriyor ki kadının eğitim düzeyi yükseldikçe, iş gücüne katılımı da yükseliyor. Bugün üniversite mezunu kadın ile üniversite mezunu erkeğin iş gücüne katılım oranı aynı. İlkokul derecesinde ise kadın erkek arasında müthiş bir fark var. İlkokul mezunu kadınlar evde kalıyor, ilkokul mezunu erkek ise yine de bir şekilde iş gücüne katılabiliyor. Dolayısıyla kızlarımızın eğitimde fırsat eşitliğini yakalamaları, okullaşma oranının yüzde 100’e ulaşması, en öncelikli gündem maddemiz olmalı.

Kadın-Erkek Ücret Uçurumu
Kişisel olarak Türkiye’de eğitim almış kadın için bir cam tavan sendromu olduğuna kesinlikle inanmıyorum. Kadının siyasette katılımı çok az ama bir hanım başbakanımız oldu. Anayasa başkanımız hanım. Ancak, özellikle bu yıl yabancı medyada geniş yer alan ücret farklılığı konusuna dikkat çekmek istiyorum. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada aynı görevi yapan kadın ve erkek arasında ücret farklılıkları var. Kadın iş dünyasında ilerleyip kariyer yapabiliyor. Fakat benzer işi yapan, benzer pozisyonda bulunan erkekten daha az ücret alıyor. Bugünlerde AB ülkelerinin ajandasında ücret farklılığı konusu üst sıralarda yer alıyor. Türkiye’nin ise bu konuya eğilip somut adımlar atmadan önce biraz önce bahsettiğimiz hayati konularda ki eksikliklerini tamamlanması gerektiğini düşünüyorum.

Ekonomi Hala Siyasete Endeksli
2001 krizi sonrasında başlayan ekonomimizde ki olumlu gelişmeleri hepimiz yaşıyoruz. Enflasyonun tek haneli rakamlara düşmesi, 4 yıl üst üste büyümemiz. Bunların sonucunda yabancı sermayedeki artış.Bu başarıda IMF programına bağlı kalmamızın ve AB perspektifinin çok önemli rolü var diye düşünüyorum. Bu iki önemli çıpa bizi disipline ediyor ve klavuzluk yapıyor. Tabii hükümetin popülist davranmaması bu süreçte şansımızdı. Ama Türkiye de ekonomi hala siyasete endeksli. Doğrusu seçim dönemi yaklaştıkça hükümetin tavrında değişiklik olmasından, daha popülist bir tavır takınmasından korkuyorum. Umarım endişelerimde haksız çıkarım.

Ekonominin en önemli sorunlarından birinin de kayıt dışı ekonomi olduğunu düşünüyorum. Kayıt dışı ekonomi, onun yarattığı haksız rekabet gerek yerli ,gerek yabancı yatırımcının önünde ciddi bir risk oluşturuyor. Yatırımcıların cesaretini kırıyor. Kurumlar Vergisi’ne yapılan indirimi yüzde 20’ye çekmek, kayıtlı ekonomiyi cesaretlendiren bir adım diye düşünüyorum.  Biliyorsunuz, özellikle elektrik, enerji girdileri Türkiye’de çok yüksek. Dolayısıyla, üretim maliyetini yukarı çekiyor. Aynı şekilde iş gücü maliyetimiz çok yüksek. Bunlar global rekabette sanayicimizin belini büken faktörler.

Yapısal Reformlar Gerekli
İstikrarı sürekli kılmamızın ardından Türkiye büyümek, kişi başı milli gelirini arttırmak durumunda. Daha çok insana iş imkanı sunmak zorundayız. Bunun içinde yatırımlarımızı arttırmalıyız. Geçtiğimiz yıl ülkemize 10 milyar dolar yabancı sermaye girişi oldu. Bu yıl 11 milyar dollar olarak gerçekleşeceği öngörülüyor. Gerek bu yatırımların Türkiye’ye gelebilmesi. gerekse yerli yatırımcının yüreklenebilmesi için yapısal reformlar diye özetlediğimiz reformları bir an önce tamamlamalıyız.

Bu reformların başında bana göre hukuk sistemi geliyor. Maalesef Türkiye’de insanların adalete güveni yok. Oysa sadece sosyal hayat için değil iş dünyası için de adaletin, hukuk sisteminin doğru ve hızlı işlemesi hayati bir konu. Gecikmeden adalet sistemimizde revizyona gitmeliyiz.

Yatırımcıyı ürküten bir başka konu da geriye dönük uygulamalar. Gerek dolaylı vergilerde  gerek teşviklerde ve gerek de hukuki konularda geriye dönük uygulamalar veya ani değişiklikler, orta ve uzun vadeli plan yapmayı güçleştiriyor. Zaten kayıt dışı ekonomi, yüksek girdi maliyetleri, yüksek enerji giderleri gibi konularla boğuşan yatırımcılar beklenmedik ani değişiklikler karşısında çok zorlanıyorlar. Yabancı yatırımcı yıllarca bu nedenlerle Türkiye’ye yatırım yapmaktan uzak durdu. Şimdi yanlışlarımızdan ders aldığımızı ve işleri yoluna koyacağımıza inanmaya başladılar, çok dikkatli olmalıyız.

Daha Fazla İnsana İş İmkanı Yaratmalıyız.
Büyüyoruz ve yatırımlar artıyor. Yapısal reformlar sadece yabancı yatırımcıyı değil, yerli yatırımcıyı da yüreklendiriyor. Yerli yatırımcı da ekonomiye katkı sağlıyor. Ancak, işsizlik, hala Türkiye’nin önündeki ciddi bir sorun. Türkiye’de bir sanayi stratejisi yapılamadı. Türkiye’nin öncelikleri nelerdir, kaynaklarını kullanarak hangi yatırım konularında global rekabette kazanım sağlayabilir? Bu sorulara cevap aranmadı, çalışmalar yapılsa bile belirli yerlerde kaldı, paylaşılamadı.

Türkiye’de çok genç bir nüfus var ve işsizlik oranı hâla 10-11’ler civarında dolanıyor. Türkiye’de hangi sektörlerde büyüyeceğini bilmeli. Genç nüfusumuzu henüz eğitim çağında yönlendirmemiz lazım. Her geçen yıl iş gücü piyasasına katılan gençlerin sayısı artıyor Yani çok daha fazla sayıda iş yaratmak zorunda ekonomimiz. İşsizlik konusunu hep en önemli konumuz olarak gördük. Bunu ancak uzun vadeli stratejilerle aşabiliriz.

Ab Konusunda Toplum Olarak Motivasyonumuz Azaldı
AB yolunda ilerlerken sadece kendimizi dışarıda tanıtmakla yetinmemeliyiz. Aynı zamanda kendi kamuoyumuzu da hedeflememiz gerekiyor. AB’nin, halkımız tarafından istenmesi, benimsenmesi ve bu sürece inanması çok önemli. Bugün bir eşiği atladık diye düşünüyorum ama ardından rehavete girdik. 3 Ekim süreci bizim için çok önemliydi. Buna odaklandık. AB konusunda hükümet halkı gerçekten bilgilendirdi. Sürekli gündemimizde oldu. Müthiş bir inançla buraya geldik, bir kazanım elde edince rahatladık. Bu durumu son derece tehlikeli buluyorum. Oysa iş henüz yeni başlıyor.

Önümüzde oldukça uzun bir müzakere süreci var. Bu süreç, AB ile entegrasyonun, onunla bütünleşmenin yanı sıra kendi kendimize bir değişim ve dönüşüm süreci de başlatıyor.

Değişim her yerde sancılı ve zordur. Dolayısıyla, bunun sadece bir takım entelektüel çevreler veya yönetim birimleri tarafından değil, sokaktaki insanın da inanıp bilerek benimseyerek bu yolda yürümesi Türkiye’nin en büyük kuvveti ve kazancı. Şimdiye kadar başarılı olduysak, bu bütünlükten dolayı olduk. Şimdi bunun azaldığını düşünüyorum.

AB eskisi kadar gündemde değil. Halk yeterince bunu tartışmıyor. Toplum olarak motivasyonumuzu kaybettik diye endişeleniyorum. Kamuoyunda gerçekten bu konuya karşı bir soğuma başlarsa, yeniden canlandırma konusunda sıkıntı çekebiliriz. Önümüzde ki süreçte sektörler tartışacak, yeniden yapılanmalar gerekecek. O inanç ve isteği taze tutmadığımız sürece, bu zorlu değişim sürecini geçirmemiz kolay olmayacak. Dolayısıyla, sadece dışarıdaki değil içeride de kamuoyunun en büyük kuvvetimiz olduğunu unutmamalıyız. AB sürecinin Türkiye için ekonomik ve sosyal anlamda neden bu derece önemli olduğunu yeniden gündeme taşımalı ve hatırlamalıyız. 

Medya Ve Enerjide Büyüyeceğiz
2005’i, Türk ekonomisi olarak çok başarılı geçirdik. Grup olarak biz de 2005’de hızlı büyüdük. Konjonktürü doğru kullandık ve iyi adımlar attık. Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz yılın sonlarında grubumuza ait olan Dışbank’ı, Fortis’e sattık. O zaman çok iyi bir fiyata sattığımızı düşünüyorduk, şimdi ucuza satmışız diyoruz. Ama o gününün konjonktüründe ülke için de doğru bir şey yaptığımızı düşünüyorum. Bütün bankacılık sektörüne olumlu bir katkı sağladı ve değer baremini yükseltti. Sonra yapılan satışlar ve birleşmeler başka bir skaladan başladı. Grup olarak zaten bankacılık sektöründen çıkmak istiyorduk. Doğru zamanda doğru karar verdik diye düşünüyorum.

Ardından yine stratejik bir kararla, İş Bankası’nın hisselerini satın alarak Petrol Ofisi’ndeki payımızı artırdık. Petrol Ofisi, enerji perakende sektöründe Türkiye lideri konumunda. Biz de bundan sonra enerji sektöründe büyümeyi hedefliyoruz. Nitekim Petrol Ofisi hisselerinin % 34’ünü Avrupa’nın en büyük enerji şirketlerinden OMV firmasına devrederek ortak olmamız da bu sektörde yatay ve dikey büyüme planlarımızın bir parçasıdır.

Yine 2005 yılında Star TV’yi satın aldık. Grubun elinde bulunan diğer TV kanallarıyla bir sinerji yarattık. Medya ve enerji sektörü lokomotif sektörlerimiz durumundadır. Özellikle medya sektöründe yurtdışında yatırımlarla ciddi olarak ilgileniyoruz.

Teknoloji Değişimleri Tetikliyor
Bizim sektörümüzde, hem teknolojik hem de entelektüel anlamda çok hızlı değişimler oluyor. Sanki bir dönüm noktasındayız. Gazetecilik bir formasyondan geçiyor. Giderek daha interaktif hale geliyor. Dikkat ediyorsanız, gazetedeki okur temsilcisi köşeleri eskisinden çok daha fazla etkin. Okuyucular ve izleyicilerden müthiş bir geri dönüşüm oluyor. Tüm dünyada böyle bir trend başladı. İzleyici, okuyucu ürüne katkıda bulunmak istiyor. Bunda internetin çok önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum.

Bilgi artık kimsenin tekelinde değil. Ürettiğimiz ürünü sadece basıp, sadece 54 ekran televizyonda yayınlamıyoruz artık. Ürünlerimizi bambaşka mecralardan sunabiliyoruz.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz