Fahrettin Gülener / Ermetal Şirketler Grubu Kurucusu Fahrettin Gülener, gerçekten ilginç bir işadamı... İş hayatına sobacılık yapan babasının yanında, çırak olarak başladı. Sonra kendi yo...
Fahrettin Gülener, gerçekten ilginç bir işadamı... İş hayatına sobacılık yapan babasının yanında, çırak olarak başladı. Sonra kendi yolunu seçti, kalıpçılığa yöneldi. Burada kısa sürede büyük başarı sağladı,adını İstanbul’da da duyurdu. Koç Grubu’nun bütün otomotiv işlerinde yer aldı. Hatta üretimi ile Vehbi Koç’u bile şaşırttı, onunla tanıştırıldı. Bu hırsıyla devam ettiği iş hayatında bugün 60 milyon dolarlık ciroya sahip, Ermetal Şirketler Grubu’nu yarattı. İşin sırrını ise “Rakipleri ve piyasayı iyi inceleme” yeteneğine bağlıyor.
Bir anda herkesin işini alarak Koç Grubu’nun dikkatini çeken Fahrettin Bey, kendi tanımıyla adeta her zaman korunmuş. Hatta 1978 yılında İnan Kıraç’ın isteği ile Fahrettin Bey’e hesaba mahsuben iki önemli tezgah bile alınmış. Sonrasında ise Koç Grubu’nun otomotiv sektöründe yaptığı her yatırımda katkıda bulunmuş...
Kalıpçılığı “Altın yumurtlayan tavuğu satmak” olarak tanımlayan Fahrettin Bey, yeni işlere girme arayışını ise hep sürdürmüş. Ardından da Almanya’dan bel ağrısı için getirdiği bir koltuğu Türkiye’de üretmeye karar vererek Bürosit’i kurmuş.
Sağlığımı sermaye yaptığını belirten Gülener, “ Büyük işler yapmak istiyor, çok çalışıyordum. Bana deli bu adam diyorlardı. Ama başarmak için çok çalışmam gerekiyordu. Çünkü param yoktu” diyor. Gülener’le toplam 60 milyon dolarlık cirosu olan Ermetal Şirketler Grubu’nu konuştuk:
Aileden biraz bahseder misiniz biraz?
1950’de Kosova’da doğdum. 1955 yılında göçmen olarak Bursa’ya geldik. Göçmenliğin bir özelliği olarak da ailenin bütün fertleri çalışmaya başladı. Babam iyi bir sobacıdır. “Sobacı Fehbi Usta” olarak Türkiye’de iyi yerlere gelmiştir. Soba imalatı yapıyordu. Ama Türkiye’ye sobacılığın standardını getiren kişidir. Çünkü, babamın ustası da Avusturyalı bir ısı mühendisiydi. Dolayısıyla, bir ısı mühendisinin yetiştirdiği, standartları bilen bir usta.
Ben beş yaşından itibarin babamın dükkanında çalıştım. O dönemde temizlik yapıyordum. Sonraki yıllarda hemen iyi bir çırak olma başarısını göstermek zorundaydık. Ama ilk sobanın imalatında annemle çalıştıklarını hatırlıyorum.
Tabii ki 55-57 yılları itibariyle düşündüğünüzde, Türkiye’de böyle bir üretim yoktu. Sobacılık, daha doğrusu kuzinecilik yoktu. İlk yıl yaptığı soba sayısı 40 adetti. Sonra 200 adede çıkardı. Ancak, mesleği, yıllık 15 bin adet soba imal eden iyi bir sanayici olarak bıraktı.
Babamın yanında yetişmek, geleceği görmek anlamında çok önemliydi. Kendisinin iş disiplini, esnaflık terbiyesi halen kuralları itibariyle geçerli. Kendisi bizi buraya denetlemeye gelir. Benim ortağım değil. Herhangi bir sermaye katkısı yok. Ama hepimiz çekiniriz.
Siz bir süre babanızla sobacılık mı yaptınız?
Doğal olarak o günkü şartlarda bir sanatkarın oğlu meslek okuluna gider. O zaman ki adıyla Tophane Sanat Enstitüsü benim başlangıcım oldu. Ortaokulun üç yılında her sömestri bir meslek eğitimi aldık. Dolayısıyla 6 mesleği tanımış olduk.
Liseye geçince bunlardan birini seçmek gerekti. Ben Türkiye’de ilk defa açılmış kalıpçılık bölümünü seçtim. Çünkü, babamın üretiminde kalıpçılığın ne kadar önemli olduğunu fark etmiştim. 1965 yılında kalıpçılık bölümünü seçerek son derece doğru bir iş yaptığımı gördüm. Bu bölümde de, kalıp tasarımcılığında bir yerlere geldim. Sonrasında da İstanbul’da gündüz çalışıp, gece okudum.
Babam tutumlu bir insandı. Varlığı olmasına rağmen, bana “Sen paranı kazan oku, daha iyi olur” derdi. Bu daha iyi oldu. Çünkü, o günkü şartlarda iyi para alıyordum. Hesap yaptığımda İstanbul Valisi’nden daha iyi para kazandığımı gördüm. Öyle olunca da okulumu ön lisansta bıraktım.
1972 yılında küçücük bir atölye de işe başladım. O günün desteği, babamın bana verdiği 50 bin Türk Lirası idi. Babam bana o 50 bini, bir kese kağıdını doldursun diye, 10 liralar şeklinde verdi. “Bak sana bu kadar para verdim dikkatli harca” dedi. Halbuki bir torna tezgahı 107 bin liraydı. Yani bir torna tezgahı alamıyorum.
Yani babanızın gücü olduğu halde size atölye kurmadı...
Kurmadı. Ama bana altın sözler söyledi. “Bütün zirvelere giden yollar en dipten başlar. Sen bu diplerde biraz uğraş bakalım eğer tepeyi görüyorsan nasıl olsa çıkarsın” dedi.
Bizim için göçmenlik dönemi önemlidir. Çünkü, bize tasarruflarımız itibariyle ilginç adlar konulur. Neredeyse “Havayla, ekmekle, tuzla beslenebileceğimizi” ima eden sözler söylenirdi. Tasarruf ilk yakıttır. Onu boşa harcadınız mı, ikinci yakıt ne zaman gelir bilemezsiniz.
İş hayatının en zor zamanlarıydı. Ustanın, iş bilen adamın çok az olduğu zamanlardı. 30 yıl geriye baktığınızda, ben biraz cesaretliydim. Çok üniversal işler yapma sevdasındaydım. Hemen İstanbul’da Koç Grubu’nun servisler örgütüne iş yapmaya başladım.
Atölyeyi kurar kurmaz mı Koç Grubu’na çalışmaya başladınız?
Atölyeyi kurduk. Bir ortağımla beraber hemen servislere parça yapmaya başladım. Halbuki onu yapan çok uyanık adamlar var. İyi kar ediyorlar. Ben az karla fazla iş yapma prensibini öne koydum. İki yıl içinde bütün işler bana döndü. İstanbul’daki sekiz imalatçının işini ben yapmaya başladım yani.
Pratik manada sürümden kazanmak denebilir. Böyle olunca Koç Grubu’nun dikkatini çektim. Sonraki yıllarda da Koç Grubu bana sürekli iş, destek verdi. Hatta 78 yılında Koç Grubu güçlü bir iş bağlantısı arifesinde işi almaya çalışıyorum ama o işi yapacak iki tane önemli tezgahım noksan. İnan Bey’in emriyle, hesaba mahsuben bana iki tane önemli takım tezgahı alındı. Bu Koç Grubu’nun tarihinde var mıdır? Bilmiyorum.
Siz mi rica ettiniz? Nasıl oldu?
Bu tezgahlar servislerde kullanılan özel takımların üretiminde gerekliydi. İnan Bey’e çıkardılar beni. “Bursa’daki imalatçımız bu. Oradaki sekiz tane imalatçıyı sollayıp en başa geldi. Ama biz ona bir destek verirsek bu işi gayet güzel yapacak” diye rapor verdiler.
İnan Bey de beni onore ederek öğlen yemeğine davet etti. Neticede o öğlen yemeğini yedim ama nasıl yedim ben bile bilmiyorum. Çok müthiş bir şeydi. İki tane daha takım tezgahım oldu. 6 ay sonra da bunların bütün borçlarını Koç Grubu’na ödedim. Çünkü, iş çoktu.
Böyle böyle çalışarak en çok Koç Grubu’nda ün sahibi oldum. Otomotivin kritik işlerinde görev aldım. Hiçbir zamanda başarısızlığa uğramadım. Çünkü, kaybedecek bir şeyim yoktu. Zaten sıfırdan gelmiştim. Deneme merakım bilindiği için otomotivde epeyce destek aldım. Yani cesaretim ödüllendirildi. Zor zamanlarda ekonomik krizlerin sık sık geri dönüp bizi vurduğu zamanlarda bir parça korundum. Yoksa silinip gitmek çok basit bir şeydi.
Daha sonraki yıllarda hep Koç Grubu’yla mı çalıştınız?
İnan Bey ile yemek, rüyamda görsem inanmayacağım bir şeydi. Aradan bir yıl geçtikten sonra bu sefer beni rahmetli Vehbi Koç’a çıkardılar. Dedeler ki, “ İtalya’dan gelmesi gereken bir çok parçamızı yerleştiren kişi.” 70’li yılların ortalarında yerleştirme kavramı yoktu. Meğer ben ithal edilen parçaları 5’te, 7’de bir fiyatına yapıyormuşum. Oradan da para kazanıyordum. Vehbi Bey müdürleri ile yaptığı bir yemek töreninde beni de yanına aldı. O da bir şerefti benim için.
Sizce kısa sayılabilecek bir sürede bu kadar öne çıkmanızdaki sır neydi?
O günkü Türkiye şartlarında yapılması mümkün olmayan işlerdi. Karışık, karmaşık işlerdi. O işleri ben başardım. Zor parçalardı. Bu başarımdan dolayı yine böyle karışık ve zor işler geldi. Ama bugüne kadar bir sıkıntımız olmadı. Şimdi aynı başarıyı Tofaş’ın, Ford’un ve Toyota’nın yeni projelerinde göstereceğiz.
Tabi ki Türkiye’de iki üç yıl da bir kriz geliyor. Tek sektöre bağlanmanın çok doğru bir iş olmadığını düşündüm. Yeni bir ürün yapma merakı hep vardı içimde. Fakat bu arada ağır iş yaptığımız için bir bel rahatsızlığım oluştu. Bel rahatsızlığım sebebiyle de küçücük yazıhanemde bir oturma elamanı gerekliydi. 1978-79 yılıydı bir Almanya seyahatimde koltuk
aldım kendime. O kadar rahat ettim ki, “Niye bu Türkiye’de yapılmıyor” diye düşündüm. O koltuğu dağıttım parçaladım. Baktım ki çok değişik malzemeler var. “Bu Türkiye’de herhalde yakın zamanda yapılmaz” dedim. Ama bir yandan da merak sardım, bir daha gittiğimde bir tane daha getirdim. Yine bir tane daha getirdim falan.
Hepsini söküyorum parçalıyorum formül arıyorum. Nasıl yerleştirebilirim diye. 80’li yılların başında projeyi yavaş yavaş şekillendirdim. Basitleştirip yeni tasarımlar oluşturdum. Ama plastik kalıpçılığı bilmiyoruz, süngeri tanımıyoruz. Dikiş kumaş deyince zor bir işti.
Peki ne zaman koltuk üretimine başladınız?
1986-87 döneminde küçük bir atölye ayırdım bu iş için. O tarihlerde artık standartlara uygun fabrikalarımız vardı. Yapabileceğimizi gördük. 1990 yılında ismiyle birlikte piyasaya “Bürosit”i tanıttık. Birden bire çok ilgi gördü. Piyasanın da beklediği bir ürün oldu.
1994 krizine kadar çok iyi geldik.1994 kriziyle beraber işi bozulan herkes koltuk yapmaya başladı. Rekabeti önleyici yasalarımızın yetersizliği yüzünden de ürünlerimiz sürekli taklit edildi. Yasa yoluyla mücadele etmek istedik. Ama yasalarımız spesifik manadaki konulara hakim değildi, başaramadılar. Hatta bazen suçlandık bile. “Acaba tek imalatçı kalmak senin hoşuna gider mi?” gibi enteresan söylemler oldu. Sonra vazgeçtik. Ama bugün baktığınızda sonu sit’le biten, aynı ürünü yapan 500’ün üzerinde firma var. Bu çok çirkin. Evet modellerimizdeki tasarımlarımıza ilişkin belgelerimiz var. Ama biz ömrümüzü mahkeme koridorlarında mı geçireceğiz? Böyle bir durumun içinde entegre firma olma avantajından yararlanacağız.
Pazar payınız ne kadar?
Pazar payımızı son yıllara kadar ölçebiliyorduk. Fakat aşırı üretim yapan var. Artık bunu takip edemiyoruz. Ancak, bizim günlük üretim kapasitemiz 2 bin adet. Bu rakamı biz krizden önce yarı yarıya dolduruyorduk. Bu yıl 2 bin adedi yüzde 50 artırmayı planlıyoruz. Çünkü, fiyatlar herkesin fiyatı oldu.
Kalitede zaten herkesten iyiyiz. Sıfır kar prensibini koyduk. Biz kazanmıyoruz. Kazanmıyoruz, dayanacağız. Kazanmamaya dayanan varsa, onlar da ayakta kalacak demektir. İhracatta daha iyi oluyoruz. Orada da aynı politikayı güdüyoruz.
Bürosit kaç ülkeye ihraç ediliyor?
Bugüne kadar 23 ülkeye küçük küçük sayılarda ihracat yaptık. Ama şu anda Almanya başta olmak üzere Balkan ülkeleri, Türk cumhuriyetleri, Bağımsız Devletler Topluluğu, Afrika pazarımız iyi. Arap pazarımız sürekli gelişiyor. Şimdi Amerika’ya gitmeye çalışıyoruz.
Tofaş’a yedek parça imal eden ilk üç şirketten biri olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Kaynaklı saç parça üretimi ve kalıpçılık itibariyle ele aldığınızda, ilk üçten biri sayabiliriz. 1999 yılı itibariyle Ford Otosan’ın kalıplarına henüz girdik. Ford Otosan’dan aldığımız işler hesap edilirse, henüz net değilse bile, orada da ilk üçün içinde olduğumuzu söyleyebiliriz.
Ermetal’den biraz bahseder misiniz?
80’li yıllardan itibaren Türkiye’de otomotiv henüz bir varlık göstermeye başladı Tofaş’ı örnek gösterecek olursak yıllık üretimi 30 bin iken, 93 yılında 208 bine kadar çıktı. Buradaki her çabada biz vardık. Bizim 93 yılında bu işin gelişmesinde çok payımız oldu. İyi cirolar yaptık. Fakat 94 krizinden sonra 100 bin ve altına düştü. Şimdi Doblo sayesinde 100 binin üzerine tekrar çıktık.
Tabi ki bunlar henüz iyi rakamlar değil. Bir otomobil fabrikasının kuruluş amacı, en azından çeyrek milyon sayıya hitap etmeli diye bir kritik vardır. Burada artan verimin ölçülebilir fayda tarafı henüz başlar. Tabi ki Tofaş yanında Otosan’ın ve Toyota’nın varlığıyla 2005 yılından itibaren dünya standartlarında herkesin iş verebileceği iyi bir otomotiv firmaları henüz oluşuyor. Bu benim için de geçerli. Çünkü insan yapımız, tecrübemiz, capital oluşumumuz kolay değil. Bunlar biraz yoktan gelmenin gerekçeleri.
2000 yılında ekonomik istikrar paketi diye bir çıkış sağladı hükümet ki ben milletvekili olarak bu ekonomik istikrar paketine inandığım için yatırımlara girdim. Keşke inanmasaydım. Bu hatayı herkes gibi bende yaptım. Şimdi 2001 yılı itibariyle tekrar cirolarımız eski kötü seviyelerine düştü.
Siyasete nasıl atıldınız?
DSP milletvekiliyim. Sayın Ecevit’in kararıyla aday oldum. Neden tercih edildiğimi hala bilmiyorum.
Grubun toplam cirosu ne kadar?
Yılda ortalama 60 milyon dolar.
Ermetal hangi şirketlerle çalışıyor?
Ermetal, Toyota’ya da iş yapıyor. Toyota’nın ve saydığım şirketlerin dışında küçük ölçekte Beldesan şu anda iyi bir müşterimiz. Renault’un büyük yan sanayilerinin işlerini yapıyoruz. Yurtdışından Wolswagen’e üretimimiz var. 2 milyon dolarlık bir sipariş aldık.
Bizde geçmişten gelen bir kültür var. Tavır ve davranışlar sıradan bir sektörde asla görülemez. Firmalarımızda sabah kahvaltısı var. Bu bir lüks değil ihtiyaç. Firma içi eğitimler bu kalite sistem belgelerinin olmadığı dönemde dahi vardı. Çıraklık, kalfalık merhumu hep vardı. Buna ait bir eğitim atölyesi ve eğitim kadrosu var.
Dondurulmuş gıda sektöründe de faaliyet gösteriyorsunuz....
Ben ev böreklerini çok seviyorum. Bizim böreklerimiz de oldukça ünlüdür. Ben konuklarıma ev böreği, ev tatlısı yaptırıyordum. Daha sonra aynı lezzette üretim yapılması fikri gündeme geldi. Dondurulmuş gıda işine girdik. Ancak, bu oldukça zahmetli bir iş. Marketlerle çalışmayıp yemek şirketlerine ürün veriyoruz. Bunun nedeni de market raflarına girmek aşırı bir yük getiriyor. Para tahsilatında sorun yaşıyoruz. Dondurulmuş gıdada yeni yatırım şuan için düşünmüyoruz.
“BANA DELİ ADAM DİYORLARDI”
İlk atölyenizi kurduğunuzda çalışma koşullarınız nasıldı?
Ben iyi bir kalıpçıydım ve resim çizerek kalıp yapan çok az kişiden biriydim. Resim çizerek kalıp yapmak, maliyeti düşürmek ve zamanı kısaltmak demek. Üçüncüsü, kalıbın ömrünü uzun yapmak anlamına geliyor. Tabei o günler için konuşuyorum. Bugün resimsiz zaten kalıp yapılmaz da.
Dolayısıyla, birden bire ün yaptım. Bursa ve civarında çok ünlü oldum. “Mektepli kalıpçı” diye bakıyorlardı. Sabahleyin işbaşı, akşam altıya kadar normal mesai, 6.30’dan 9.00’a kadar da fazla mesai yapıyorduk. 9.00’dan sonra da ben resim çizmeye başlıyordum. Gece 12.00-1.00’e kadar. 6’da ayaktaydım. 7’e çeyrek kala servis başlıyordu.
Benim eski bir Anadolu arabam vardı. Bir gün 13 kişi binmişiz. Trafikçi gözlerine inanamadı. Çünkü, dört tane çırağımda bagajdaydı. O çıraklarım şimdi baş usta seviyesinde. Benim ilk 10 yılım günde 16-18 saat çalışmayla geçti. Bunu Bursa’da kime sorsanız bilir.
Zaten akıllı bir iş değildi yaptığım. Deli adam gözünde bakıyorlardı. Bu kadar çalışılır mı? Kefenin cebi mi var? Öyleydi, şartlarım öyleydi. Yükselmek istiyordum. Para, kredi, banka politikalarını bilmediğim için sıhhatimi sermaye yaptım.
Bu çalışma saatim içinde de dış gezileri ihmal etmiyordum. Yani piyasada kim nerede ne yapıyor? Bu bir Alman atasözü. Rakiplerim ve başka sektörden insanlar ne yapıyor diye incelerdim hep. Bu bana çok faydalı oldu.
BABAM GÖNÜL KOYDU AMA
“Sobacılığı” bırakıp, kalıpçılığa devam etme kararınızı babanız nasıl karşıladı?
Biraz gönül koymuş. İş hayatım boyunca hep krizler oldu, ben krizlere girdikçe, borçlu yakalandık, faizler geldi başımıza, babamdan da para isteyemedim. Kapılar kapalıydı. Sadece hissettiği zaman, “Eee babanı dinleyip sobacılık yapsaydın, şu anda Türkiye’nin en büyük zenginleri arasında olurdun” diyor.
Bugün bile ona hak veriyorum. Çok iyi para kazanılırmış. Bilinen bir iş, çok iyi müşteri var. Niye ben o işi yapmadım. Keşke o işi yapsaydım, şimdiki varlığımın belki 20 katı olurdum. Çünkü, benim kafamdaki sobacılık bugün dünyadaki standartları içeren bir çerçevedeydi. Tabii kısmet buymuş.
Kalıpçılık mesleğine, “Altın yumurtlayan tavuğu satmak” deyimi çok uygundur. Çünkü, tavuğu siz sahiplenirsiniz. Kalıpçılık başkasına yapılır. Başkası ondan bir ürünün idamesini sağlar. Dolayısıyla, kalıpçılar zengin olamazlar. Kalıpçılar genelde alçak sürünme hallerindedirler. Üretim yapmadıkları içinde para kazanamazlar. Ne yapmak lazım o zaman? Kalıpçının kalıbı kendine yapıp bir üretim hedefi koyması lazım. Bunun içinde ben hep gözledim. Para yok zaten bir de yanlış iş yaparsak hepten biteceğiz.
AZ KARLA HİÇ BOŞ KALMADIM
Kalıp atölyenizi nasıl fabrikaya dönüştürdünüz?
Tofaş’ın dışında piyasaya da iş yapıyordum. 80’lerin başındaki krizle biz bir durduk. Fakat ben çok üniversal işler yaptım. Az karla hiç boş kalmadım. İstanbul’dan o günün şartlarında beni ayakta tutacak işler geldi. Sürekli mücadele ettik, kalıpçılığı yavaş yavaş bıraktım.
1978’de Erkalıb’ı Ermetal A.Ş.’ye dönüştürdüm. Ama kalıptan gelen alışkanlıkla Ermetal A.Ş.’de de kalıpçı müşterilerim vardı. 80’li yılların ortalarında piyasaya kalıp yapmamak üzere iyi bir kalıp organizasyonuna ulaşmıştım.
Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nde düzgün bir fabrikaydı. Piyasaya kalıp yapmadık ama kendimize kalıp yaptık. Tofaş’ın ihtiyacı olan parçaların kalıplarını yaparak parçayı üreterek para kazanmak gelişti. O günden beri de kalıpçılığı kendimize yapıyoruz. Dünya standartlarında kalıp yapıyoruz.
Almanya, İtalya ve İsviçre başta olmak üzere bu ülkelere kalıp ihraç ediyoruz. Kalıp fabrikamızın üretim kapasitesini kriz yılında yüzde 30 artırdık. Kapasitemiz yılda 150 bin saatti. Geçtiğimiz yıl yılda 50 bin saat ilave yaptık. Bu yeni yaptığımız yatırımlarla beraber Türkiye’nin ilk on kalıp firması arasında olduğumuzu söyleyebiliriz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?