Prof. Harold James sorularımızı şöyle yanıtladı...
Tuba İlze
tilze@capital.com.tr
Ekonomi tarihinin önde gelen isimlerinden olan ve dünya ekonomisinin geleceğine dair keskin analizleriyle tanınan PROF. HAROLD JAMES, enflasyonun otoriter rejimler için ciddi bir tehdit olduğunu söylüyor. Fitch’in Türkiye ekonomisine ilişkin son değerlendirmesini güven oyu olarak nitelendiren James, “Türkiye özellikle medikal hizmetler, taşımacılık ve yazılım geliştirme gibi alanlarda uluslararası rekabette önemli bir avantaj sağlayabilir” diye konuşuyor. Gümrük Birliği’nin genişletilmesinin bu sektörlerdeki fırsatları artırma potansiyeline değinen James, yenilenebilir enerji yatırımlarının Türkiye için sürdürülebilir büyüme fırsatı sunduğunun da altını çiziyor.
Ekonomi tarihi alanındaki önemli çalışmalarıyla tanınan Prof. Harold James, aynı zamanda Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) resmi tarihçisi. Prof. James’in Yale Üniversitesi yayınlarından çıkan son kitabı “Seven Crashes: The Economic Crises That Shaped Globalization” (Yedi Çöküş: Küreselleşmeyi Şekillendiren Ekonomik Krizler) ekonomi tarihi alanına önemli bir katkı olarak değerlendiriliyor. Prof. James, enflasyonun derin politik sonuçları olduğunu ifade ederek “Enflasyon otoriter ve yeteneksiz yönetimler için ciddi bir tehdit oluşturuyor” diyor. Yüksek enflasyonun asıl tehlikesinin artan sosyal gerilimlere yol açması olduğunu hatırlatan James, “Dinamik bir ekonomi, bir süreliğine yüksek enflasyonla başa çıkabilir. Ancak ciddi bir hoşnutsuzluk varsa bu durum sürdürülemez hale gelir” diye ekliyor. Fitch’in son değerlendirmesinin Türkiye ekonomisinin uzun vadeli potansiyeline ve mevcut ekonomik koşulları yönetme konusunda Merkez Bankası’nın yeteneğine olan güvenin belirtisi olarak kabul edilebileceğini vurguluyor. Türkiye’nin hizmet sektörü üzerine değerlendirmelerde de bulunan James, “Türkiye özellikle medikal hizmetler, taşımacılık ve yazılım geliştirme gibi alanlarda uluslararası rekabette önemli bir avantaj sağlayabilir” şeklinde konuşuyor. Gümrük Birliği’nin genişletilmesinin bu sektörlerde ticaret ve yatırım fırsatlarını artırma potansiyeline sahip olduğunu vurguluyor. Ekonomik krizlerin politik sistemler üzerindeki etkileri, enflasyonun yönetim biçimleri üzerinde yarattığı baskılar ve uluslararası finansal istikrarın sağlanması gibi konularda önemli değerlendirmelerde bulunan Prof. Harold James sorularımızı şöyle yanıtladı:
Makalelerinizde sıklıkla “ticaret yoluyla barış” fikrinin reddedilmesi konusundaki endişelerinizi dile getiriyorsunuz. Günümüz konjonktüründe ekonomik etkileşim hala barış için bir araç olabilir mi?
Evet, kesinlikle öyle bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu düşünce, Avrupa Aydınlanması döneminde Montesquieu tarafından “tatlı ticaret” kavramıyla ifade edilmişti. Bu felsefe modern Avrupa’nın temelini attı. Avrupa Birliği projesi, 1950’lerde Alman kömürüyle Fransız demir cevherinin birleştirilmesiyle başladı. Almanya’nın 2022 öncesi Rus gaz boru hatlarına olan bağımlılığı eleştirilse de Almanlar ticareti barışı sağlama yolunda bir araç olarak gördü. Yine de gerilimler ve karşıt görüşlerin her zaman olacağını biliyoruz. Ekonomik etkileşim, çatışma riskini tamamen ortadan kaldırmayabilir. Ancak çıkar çatışmalarının yönetilmesi için kurumsal bir kapasite geliştirilmesi gerekliliği de bir gerçek. Çin ve ABD arasındaki ticari bağlılık, iki ülke arasındaki çatışmayı tamamen ortadan kaldırmasa da çıkar çatışmalarının yönetilmesinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu, ticaretin barışı teşvik etme potansiyeline sahip olduğunu ancak bu sürecin dikkatli bir şekilde yönetilmesi gerektiğini gösteriyor.
Ticaret barışı önemli desek de son dönemde yaşanan savaşlar ve gerginlikler korumacı eğilimlere yol açmış durumda. Bunun küresel ticaret sistemi ve gelişmekte olan pazarlar üzerindeki etkileri ne olur?
Korumacılığın artışı, özellikle de ABD’de yaşanan tartışmalarla birlikte endişe yaratıyor. Ancak beklenenden farklı olarak geleneksel korumacılığın azaldığını görüyoruz. Korumacılığın gerçek tehlikesi, ülkeleri uluslararası ticaretten dışlamak için iklim değişikliği veya işçi standartları gibi konuların bir bahane olarak kullanılmasında yatıyor. Korumacılığın yeni biçimleri, gelişmekte olan ekonomiler için özellikle zorlayıcı olabilir. Genellikle ihracata dayalı büyümeye bağlı olan bu ülkelerin uluslararası pazarlara erişimlerinin kısıtlanması ekonomik büyümelerini olumsuz etkileyebilir. Küresel ticaret sistemine entegrasyonları zorlaşabilir ve kalkınma çabaları baltalanabilir. Uluslararası standartlar ve şeffaflık, korumacılığın olumsuz etkilerini hafifletmede kritik öneme sahip. Gelişmekte olan ekonomilerin sürdürülebilir kalkınma ve adil ticaret hedeflerine ulaşmasını sağlamak için küresel iş birliğinin artırılması gerekiyor.
Tedarik şoklarının genellikle yeni bir küreselleşme dalgasına yol açtığını belirtiyorsunuz. Bu yeni dalganın şekli ve etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tedarik şokları, ilk etapta korkutucu görünse de aslında daha bağlantılı ve entegre bir dünya ekonomisine giden yolda yeni bir küreselleşme dalgasının tetikleyicisi olabilir. COVID-19 pandemisinin ardından enerji ihracatçılarının ithalatçı ülkelere baskı yapma yolları araması tedarik şoklarının global ekonomik dinamikler üzerinde ne kadar etkili olabileceğini gösteriyor. Bu durum sadece Rusya’nın enerji kaynaklarını kullanmasıyla sınırlı değil, Cezayir’in İspanya’ya gaz ambargosu uygulaması veya Husilerin Kızıl Deniz üzerinden Batı’ya baskı yapması gibi durumlar da tedarik şoklarının uluslararası ilişkilerde nasıl bir araç haline gelebileceğinin altını çiziyor. Bu zorluklar, aynı zamanda küresel ekonominin daha dayanıklı ve esnek hale gelmesi için yenilikçi çözümler üretilmesine olanak tanıyor. COVID-19 pandemisi sırasında mRNA aşısının hızla geliştirilmesi ve kullanıma sunulması bu yenilikçi çözümlerin sadece mevcut sağlık krizlerine değil, geniş bir hastalık yelpazesine hatta yaygın kanserlere dahi umut olabileceğini gösteriyor. Yapay zeka uygulamalarının hızlanması ve uzaktan çalışma, sağlık teknolojileri gibi alanlardaki ilerlemeler yeni küreselleşme dalgalarının şekillenmesinde önemli bir rol oynayabilir. Bu tür tedarik şokları, çoklu kırılganlıkları vurgulayarak küresel ekonominin bu zorlukları aşmak ve daha bağlantılı bir dünya ekonomisine doğru ilerlemek için yenilikçi yollar aramasını tetikliyor.
Türkiye ekonomisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Son yıllarda Türkiye’nin karşılaştığı yüksek enflasyon oranları ve bunların ekonomik istikrara etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yüzde 70 gibi oldukça yüksek olan enflasyon oranı birçok ekonomik aktörü alternatifler düşünmeye, farklı para birimlerinde fiyatlandırmaya ve dijital para birimlerine bakmaya itiyor. Türkiye’de dinamik ve genç birçok insan yabancı şirketler için çalışıyor ve dolar ya da Euro cinsinden ücret alıyor. Bu kadar yüksek enflasyon seviyelerinin gerçek tehlikesi, değer kaybından kendilerini koruyabilenlerle koruyamayanlar yani tasarruflarında kayıp yaşayan ve yaşam standartlarında erozyon görenler arasında gerilimler yaratmasıdır. Enflasyonla mücadele etmek sadece ekonomik bir zorunluluk değil, aynı zamanda politik bir zorunluluk. Açık bir dünya ekonomisinde Türkiye gibi dinamik bir ekonomi yüksek enflasyonla bir süre ayakta kalabilir; ancak süregelen yüksek enflasyon oranları toplumsal memnuniyetsizliği artırabilir ve ekonomik dinamizmi baltalayabilir. Bu nedenle ekonomi politikalarının hem enflasyonla mücadele etmesi hem de ekonomik büyümeyi desteklemesi gerekiyor.
Gelişmekte olan ülkelerde yüksek enflasyon oranlarına karşı merkez bankalarının izlemesi gereken en etkili para politikası stratejileri neler?
Bir merkez bankası ne kadar bağımsız olursa olsun politik destek olmadan faaliyet gösteremez. Eski Başkan Trump Federal Rezerve ve onun başkanına yönelik eleştirilerini artırdığı zamanlarda ABD gibi ülkelerde bile potansiyel zafiyetlerin ne kadar yüksek olduğunu gördük. Yüksek enflasyonlu ülkelerdeki ekonomik istikrarsızlıkların büyük bir kısmı mali disiplinin zayıflığından kaynaklanıyor. Bu durumlarda merkez bankası faiz oranlarını artırarak mali davranışı sınırlamak istese de pek inandırıcı bulunmayabiliyor. Dolayısıyla etkili bir mücadele için merkez bankasının bağımsızlığının yanı sıra mali politikalarla uyum içinde, kapsamlı ve tutarlı bir yaklaşım benimsemesi gerekiyor.
Türkiye gibi yüksek borç yüküne sahip ülkeler ekonomik istikrarı nasıl sağlayabilir ve borçlanma kapasitelerini nasıl iyileştirebilir?
Yüksek borç yüküne sahip ülkeler için ekonomik istikrarı sağlama ve borçlanma kapasitesini iyileştirme yolunda önemli adımlar atılması gerekiyor. COVID-19 pandemisi sonrası gelişmekte olan ülkelerin karşılaşacağı en büyük zorluklardan biri yatırım için bekleyen sermayenin hükümet borçlarına yönelmemesi olacak. Bu durum, yerel sermaye piyasalarının şeffaf kurallarla geliştirilmesinin ve dinamik bir özel sektörün teşvik edilmesinin önemini ortaya koyuyor. Özellikle Paris Kulübü dışı borçlar ve Çinli alacaklılarla ilgili durumlar en problemli borç seviyeleri arasında yer alıyor. Bu, uluslararası kurumların reformuna ve daha geniş bir temsiliyete ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Gelişmekte olan ülkelerin borç sürdürülebilirliğiyle ilgili zorlukları arasında yüksek faiz oranları, döviz kuru dalgalanmaları ve ekonomik büyümenin yavaşlaması gibi faktörler bulunuyor. Bu nedenle yerel sermaye piyasalarını güçlendirme, uluslararası iş birliğini artırma ve ekonomik büyümeyi destekleyici politikaların benimsenmesi bu ülkelerin karşılaştığı borç sorunlarına çözüm bulmada kritik öneme sahip.
Türkiye’nin kredi notunu ve yatırım çekiciliğini artırmak için hangi politikaları önceliklendirmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Fitch’in son değerlendirmesi, Türkiye’nin uzun vadeli ekonomik potansiyeline ve Merkez Bankası’nın ekonomik durumu yönetme kabiliyetine bir güven oyu olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin kredi notunu ve yatırım çekiciliğini iyileştirmek adına birkaç temel politika öncelik kazanmalı. Öncelikle makroekonomik istikrarın sağlanması hayati önem taşıyor. Bu, enflasyonun kontrol altına alınması ve kamu maliyesinin sürdürülebilirliğinin güçlendirilmesiyle mümkün olabilir. Ayrıca Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ticaretini daha da derinleştirerek yeni ticaret fırsatları yaratabilir. Bu süreç, Türkiye’nin uluslararası ticaretteki konumunu güçlendirerek yabancı yatırımları çekme kapasitesini artırabilir.
Euro Bölgesi mevcut ekonomik zorlukları nasıl aşabilir? Euro bölgesinin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Euro’nun küçük ülkeler tarafından istikrarın bir simgesi olarak görülmesi ortak para biriminin 2010’ların başındaki gibi sorunlar oluşturmadığını gösteriyor. Ancak Avrupa’nın genel büyüme oranının zayıf olması ve yenilikçilik alanında baskılanan sektörlerin varlığı ekonomik dinamizmi sınırlıyor. Yapay zeka ve biyoteknoloji gibi alanlarda önemli başarılar elde edilse de özellikle sermaye piyasalarının gelişmemiş olması nedeniyle Avrupa firmalarının üretimi ölçeklendirme konusunda ABD’ye kıyasla daha az başarılı oldukları görülüyor. Ekonomik toparlanma ve istikrarın sağlaması için atılması gereken adımlar arasında artan güvenlik tehditlerine yanıt olarak daha fazla ortak önlem almak bulunuyor. Bu, özellikle savunma tedariki alanında iş birliğinin artırılmasını içerebilir. Avrupa’nın sermaye piyasalarının geliştirilmesi ve daha entegre bir pazar yaratılması da önemli adımlar arasında yer alıyor.
Olası bir Rusya rejim değişikliğinin etkilerine hazır olunması gerektiğini ifade ediyorsunuz. Rusya’nın Batı ile olan ilişkileri bu potansiyel değişikliklere nasıl tepki verebilir?
Putin’in Batı’yı stratejik olarak zayıflatabileceğine ve bunun sonucunda Avrupa Birliği ve NATO’nun dağılacağına dair bir bahse girdiği görülüyor. Bu, özellikle Avrupa parlamento seçimleri ve ABD başkanlık seçimleri bağlamında daha da belirginleşiyor. Putin’in içe dönük ancak güçlü bir Rusya vizyonunun uzun vadede galip gelmesi pek olası görünmüyor. Rejim değişikliği siyasi hoşnutsuzluk, savaşla ilgili genel mutsuzluk, askeri kayıplar ve ekonomik zorluklar gibi faktörlerin birleşimiyle aniden gerçekleşebilir. Bu durum Batı’yla Rusya arasındaki ilişkileri temelden değiştirebilir. Batı’nın daha liberal ve reformcu bir Rusya’yı kabul etmeye hazır olması önemli olacak. Bu kabul, yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Uzun vadede bu değişime hazır olunması önemli.
“TÜRKİYE’NİN HİZMET SAĞLAYICI OLARAK ÖNEMİ ARTIYOR” ÖNEMLİ FIRSATLAR Türkiye ekonomisi için önemli fırsatlar sunan alanlar arasında medikal hizmetler, taşımacılık ve yazılım geliştirme öne çıkıyor. Ticaretin endüstriyel mallardan hizmet sektörüne doğru kaydığı bir dönemde Türkiye’nin hizmet sağlayıcı olarak giderek daha fazla önem kazanması bekleniyor. Türk Hava Yolları’nın dünyanın en iyi havayollarından biri haline gelmesi ve İstanbul’un dünyayı birbirine bağlayan bir merkez olması gibi gelişmeler bu değişimi destekler nitelikte. GÜMRÜK BİRLİĞİ 1995’te imzalanan Gümrük Birliği’nin kapsamının genişletilmesi Türkiye’nin bu alanlardaki rolünü daha da pekiştirecek ve uluslararası ticaret ilişkilerini olumlu yönde etkileyecek bir adım olarak görülüyor. Türkiye’nin uluslararası ticaret ilişkilerinde daha entegre ve rekabetçi bir rol oynamasına olanak tanıyacak, aynı zamanda ekonomik olarak daha fazla inovasyon ve yabancı doğrudan yatırım çekilmesine katkıda bulunacak. |
GLOBAL ARENADA HANGİ TEHDİTLER FIRSAT SUNUYOR?
|
“ULUSLARARASI PARA SİSTEMİ YENİLENMELİ” SOSYAL SÖZLEŞME İHLALİ Enflasyon bir ülkede siyasi liderle halk arasındaki sosyal sözleşmenin bozulduğunun işareti olarak görülür. Dünya genelinde enflasyonun yükselmesi politik değişimlere zemin hazırlıyor. Demokrasilerde fiyat gelişmeleri sık sık seçim sonuçlarını etkilerken, otoriter rejimlerde zımni sosyal sözleşmeleri zayıflatıyor. Arjantin’de enflasyonla mücadelede yetersiz kalan Peronist rejiminin yerine Javier Milei’nin seçilmesi bu durumun somut bir örneği. KÜRESELLEŞMEYE TEPKİ Politik ekonomide pazarlara, küreselleşmeye ve büyümeye karşı bir düşmanlık gözlemleniyor. Bu durum, küresel düzeyde kayıplara yol açabilecek eğilimleri ve politikaları sorgulamamız gerektiğini gösteriyor. Piyasalara, küreselleşmeye ve ekonomik büyümeye yönelik artan tepkiler daha fazla piyasa entegrasyonu, küreselleşme ve büyümenin gerekli olduğunu hatırlatıyor. BRETTON WOODS 2.0 Uluslararası para sisteminin yenilenmesine ihtiyaç duyulduğu açık. Bretton Woods Konferansı, küresel zorlukların üstesinden gelmede güçlü bir model sunuyor olsa da yenilenme süreci eski varsayımlar üzerine kurulamaz. Sermaye akışlarının kontrol altında tutulması gerektiği ve ABD’nin dünya finans sistemini stabilize eden ana güç olduğu düşüncesi geçerli değil. G7 dışındaki ülkelerin seslerini daha fazla duyurabilecekleri yeni mekanizmaların geliştirilmesi gerekiyor. |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?