David Lubin ile mevcut makroekonomik koşulları, deglobalizasyonu ve bu koşulların gelişmekte olan ülkelere olası etkilerini konuştuk...
DAVID LUBIN, dünyanın önde gelen ekonomistlerinden... Gelişen ekonomilerin uluslararası finansal piyasalarla etkileşimine dair 30 yıllık deneyime sahip. Aynı zamanda Citi Araştırma Bölümü Gelişen Piyasalar Bölüm Başkanı olan Lubin, Avrupa’daki resesyonun derinleşme riskine dikkat çekiyor. ABD’de resesyonun önümüzdeki yıl yaşanacağını vurguluyor. Makroekonomik koşulların gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) için zorlu bir ortam yaratacağının altını çizen Lubin, “Dünyada küreselleşmeden bölgeselleşmeye doğru bir kayış olacak” diye konuşuyor.
David Lubin, dünya genelinde 15 lokasyonda yaklaşık 30 ekonomistten oluşan bir ekipten sorumlu. Citi’de araştırma bölümü gelişen piyasalar bölüm başkanı olarak görev yapıyor. Gelişen ekonomilerin uluslararası finansal piyasalarla etkileşimine ilişkin 30 yılı aşan bir deneyime sahip. Financial Times’ın en iyi ekonomi kitapları listesinde yer alan, 2018 yılında yayınlanan “Dance of Trillions: Developing Countries and Global Finance (Trilyonların Dansı: Gelişmekte Olan Ülkeler ve Küresel Finans) kitabıyla yüksek gelirli ülkelerden düşük gelirli ülkelere para akışını inceleyen Lubin, yeni döneme yönelik ilginç tespitlere sahip. Avrupa’nın ABD’den daha ağır bir resesyon geçireceğini düşünüyor. “ABD büyümesi, Avrupa büyümesinden; ABD faiz oranları, Avrupa faiz oranlarından daha yüksek gerçekleşecek” diyen Lubin, bu durumun doların güçlenmesine neden olacağını belirtiyor. Gelişmekte olan ülkeler için güçlü doların ise oldukça zorlu bir ortamı ifade ettiğine değiniyor. David Lubin ile mevcut makroekonomik koşulları, deglobalizasyonu ve bu koşulların gelişmekte olan ülkelere olası etkilerini konuştuk.
Şu an en çok konuşulan konular arasında merkez bankalarının politikaları ve resesyon yer alıyor. AB ülkelerinde yaşanan resesyonu ve FED’in politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa’daki ve ABD’deki resesyon riskine baktığımızda bunların senkronize olmadığını görüyoruz. Avrupa, şu anda durgunlukla karşı karşıya. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin sonuçları nedeniyle çok derin bir durgunluk potansiyeli de söz konusu. Bu anlamda Avrupa’nın durgunluğu, Rusya’nın işgalinin sonucu yaşanan “olay kaynaklı” bir durgunluk diyebiliriz. ABD’nin resesyonu, ilerleyen zamanlarda yaşanacak ve daha hafif olacak. Çünkü ABD resesyonunun doğası farklı. FED’in ABD’deki enflasyonist psikolojiyi kırmak için yapması gerekeni hayata geçirmesinin sonucu yaşanan “politika kaynaklı” bir durgunluk olacak. Bu, ABD ve Euro bölgesi arasındaki büyüme ve faiz oranı farklılıklarının ABD lehine olduğu bir durum yaratacak. ABD büyümesi, Avrupa büyümesinden; ABD faiz oranları, Avrupa faiz oranlarından daha yüksek gerçekleşecek.
Doların ileride daha güçlenmesine neden olacak bu durum, birçok gelişmekte olan ülke için ne ifade ediyor?
Oldukça zorlu bir ortamı ifade ediyor. FED, ABD’deki enflasyonu yenmek için doları güçlendirecek hamleler yapıyor. Ancak bunu yaparken de başka yerlerde enflasyon sorunu yaratıyor. Gelişmekte olan ülkelerin pazarlarında bir değer kaybı görüyoruz. Çok ince bir çizgi söz konusu. Global perspektiften baktığımızda güçlü bir dolar, huzur kaçıracaktır. Bugün içinde bulunduğumuz dünyada işlemlerin çoğu, dolar cinsinden gerçekleşiyor. Dominant para birimi dolar ve alım gücü azalıyor. Bu nedenle doların güçlenmesi, global ticaretin güçlenmesi açısından kötü haber anlamına geliyor. Gelişmekte olan ekonomiler için de bu durum büyük bir sorun. Birçok gelişmekte olan ülkenin borç stoğu dolar cinsinden. Dolar değer kazandığında ödeme sorunu yaşamaya başlayan ülkeler, kredibilitesini kaybedecek. Bir yandan da Avrupa’daki resesyon, sermaye akımlarını, dış talebi ve dış ticareti olumsuz etkiliyor. Riskten kaçınma güdüsüyle gelişmekte olan ekonomilerden sermaye çekiliyor ve dolar güçlendikçe istikrar bozuluyor. Yani gelişmekte olan ülkeler, sadece dış talebin zayıflamasının sonuçlarıyla karşı karşıya kalmayacak. Aynı zamanda ABD’de uygulanan sıkı para politikasının sonuçlarıyla da yüzleşecekler. Bugün dünyada enflasyon artışı hızlanıyor. Ve enflasyonun hızlanmasına bir de değer kaybı ilave ederseniz ateşe benzin dökmüş olursunuz.
Bu etkilerin üzerine bir de Çin’deki tabloya bakalım. Durum daha karamsar hale mi geliyor?
Çin’de neler olup bittiğine dair anlayışımın bu karamsar tabloyu güçlendirdiğini söyleyebilirim. Çin ekonomisi, bir resesyonla karşı karşıya değil. Çin ekonomisi, çok kötü performans gösteriyor. Bu yıl, GSYİH’de yaklaşık yüzde 3 büyüme bekliyoruz.
Sizce Çin ekonomisi neden kötü performans gösteriyor?
Sıfır COVID politikası, çok açık bir sorun. Son iki buçuk yılda kapalı sınırlarda ısrar eden Çin hükümetinin yaklaşımları, Çin’in sınırları açmasının zor olduğu gerçeğini net şekilde ortaya koyuyor. Çin Komünist Partisi’nin halkla ilişkisine bakıldığında Çin’in sınırları kapalı tutmaktan başka seçeneği yok. Bununla birlikte, başka şeyler olabileceğini de düşünüyorum. Bana göre ideoloji ve jeopolitik, Çin ekonomi politikasını geçmişte görmediğimiz şekillerde etkiliyor. Ayrıca, Çin’de kendine daha fazla dönme ve güvenme eğilimi söz konusu. Bu “kendine güven” eğilimi, kısmen Başkan Trump’ın Çin’e yönelik saldırgan politikasına bir yanıt olarak ortaya çıktı. Trump ve Biden’ın Çin’i tecrit etme çabasına Çin politika yapıcılarının yanıtı, “O zaman kendimize daha fazla döneriz” şeklinde oldu.
Çin ekonomisinin daha içe dönük hale gelmesi, dünyanın geri kalanı için ne ifade ediyor?
Çin’in ekonomisi ne kadar içe dönük olursa gelişmekte olan ekonomiler için umut o kadar azalır. Daha içe dönük bir Çin, ithal ikameci bir Çin anlamına gelir. Bence Çin’de marjinal ithalat eğilimi düşüyor ve bu Çin büyümesinin her noktası için geçerli.
“İdeoloji, Çin ekonomisini bugüne kadar olmadığı kadar şekillendiriyor” diyorsunuz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?
Evet, Çin’in mevcut durumunu ve gelecekte olabilecekleri kavrayabilmek için sadece ekonomi politikalarının analizini yapmak yeterli değil. Aynı zamanda ideolojinin Çin ekonomi politikasını şekillendirme gücünü de anlamak gerekiyor. Günümüzde Çinli politika yapıcılar için en büyük önceliklerden biri, ortak refah. Bu, Çin’deki servet ve gelir eşitsizliğinin devam etmesinin Komünist Parti’nin meşruiyetine tehdit oluşturabileceği fikrine bir gönderme. Dolayısıyla bugünlerde parti, eşitlikçi yaklaşımları desteklemek amacıyla büyümeyi bırakmamaya odaklanmış durumda.
Gayrimenkul ve altyapı yatırımları bu noktada öne çıkıyor. Ancak gayrimenkul sektöründe yaşanan sorunlar söz konusu. Aynı zamanda bazı uzmanlar, 2008 sonunda altyapı harcamalarında olduğu gibi, teşviklerde aşırıya kaçılmaması gerektiği yönünde uyarılar yapıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
2009, 2016, 2020 yıllarında ekonomiyi canlandırmak için Çin’in benimsediği teşvik politikalarının iki ayağı vardı: Altyapı harcamaları ve gayrimenkul yatırımları. Çinli yetkililer, gayrimenkul yatırımlarını teşvik etme konusunda isteksiz. Yani teşvik politikalarının gayrimenkul ayağı, artık mevcut değil gibi gözüküyor. Emlak piyasasındaki spekülasyonları azaltıyorlar, bu nedenle gayrimenkul yatırımını desteklemek istemiyorlar. Dolayısıyla altyapı yatırımları, Çin ekonomisini destekleyecek teşvik politikaları arasında tek anlamlı mekanizma haline geldi. Bununla beraber bu alan, gayrimenkul sektörüne agresif teşvik sağlanmasına kıyasla daha düşük büyüme yaratacak. Yani Çin’de yaşananlar özellikle gelişmekte olan ekonomiler için olumlu bir tablo yaratmıyor. Dolayısıyla iyimser olmak kolay değil.
İçe dönüklükten bahsetmişten deglobalizasyon hakkında ne düşünüyorsunuz?
Deglobalizasyonun gelişmekte olan ülkeler açısından çok kötü olduğunu düşünüyorum. Gelişmekte olan ülkeler, küçük ve açık ekonomiler. Bu durum da küresel ticaretin büyümesine büyük ve kapalı ekonomilere kıyasla daha fazla bağlı oldukları anlamına geliyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda, küresel durgunluğun olduğu yıllar hariç, küresel ticaretin büyümesi neredeyse her yıl, gayrisafi yurtiçi hasılanın küresel büyümesini aştı. 2012 yılından pandemiye kadar ticaretin büyümesi, sürekli olarak düştü ve gayri safi yurt içi hasıla büyümesinin altında rakamlara geldi. Yaklaşık 10 yıldır da deglobalizasyon, hayatımızda bir konu olarak öne çıkıyor.
Peki küresel ticaretin büyümesi neden azaldı?
Bu, birazcık sır aslında. Sebeplerinden bir tanesi, Çin’in büyümesindeki yavaşlama ve Çin ekonomik modelinde içeriye yönelme olabilir. Bu gerilemenin korumacılıkla da ilişkisi var. Çünkü dünya genelinde eş zamanlı var olan durumlar söz konusu. Ticaret gerilemesinde artış ve yükselen korumacılık ilişkisi, “tavuk mu, yumurta mı” sorusu gibi aslında. Bir taraftan korumacılığın yükseldiğini söyleyebilirsiniz, çünkü ticari büyüme azalıyor ve politika yapıcılar küçülen pastadaki paylarıyla ilgili endişeye kapılıyor. Öte yandan ticaretin büyümesi azalıyor çünkü korumacılık artıyor. Her ne olursa olsun, artık deglobalizasyon hayatımızda var olan bir kavram. Bu “aç- kapa” tuşuna bağlı bir durum değil. Yani tam bir küreselleşmeden sıfır küreselleşmeye gitmiyoruz. Küreselleşme, tam olarak ölmüş sayılmaz. Her zaman bizlerle birlikte olacak. Teknoloji bizi entegre etmeye, bir araya getirmeye devam edecek. Küreselleşmeden deglobalizasyona geçen bir dünya yerine daha iyi karakterize olmuş, bölgeselleşmeyle karakterize olmuş bir dünya söz konusu olabilir.
Bölgeselleşmeyle karakterize olmuş küreselleşme, tedarik zincirlerinin yeniden şekillenmesini mi ifade ediyor?
Pandemiden beri şirketler, tedarik zinciri dayanıklılığına bakıyor. Coğrafya, bu anlamda önemli hale geliyor. Daha önceden öyle bir anlama sahip değildi. Küreselleşmenin en tepe noktalarında önemli olan, bir ürüne en avantajlı, en maliyetsiz şekilde ulaşmaktı. Tedarik zincirlerini de istediğiniz kadar genişletebiliyordunuz. Henüz tedarik zincirlerinde mesafeyi kısaltma çabasının olduğuna dair kanıt bulmanın zor olduğunu düşünüyorum. Ancak kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir. Diğer bir deyişle, henüz gerçekleşmemiş olsa da küresel ekonomide anlamlı bir fenomen olması muhtemel. Ama mevcut durumda bile küreselleşmeden bölgeselleşmeye doğru bir gidişin izlerini görmeye başladığımızı söyleyebiliriz.
10 BAŞLIKTA MAKROEKONOMİK GÖRÜNÜM
|
DOLARIN GÜÇLENMESİ, GOÜ’LERİ NASIL ETKİLİYOR? ABD ENFLASYONU ARTIRIYOR “ABD, kendi enflasyon sorununu yenmek için yapması gerekeni yapıyor. Ancak bunu yaparken başka ekonomiler için enflasyon sorunu yaratıyor. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki duruma bakıldığında gelişmekte olan ekonomiler açısından iyimser olmak zor. KREDİ DEĞERLİLİKLERİ Güçlü dolar gelişmekte olan ekonomilerin kredi değerliliği üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olur. Dolar cinsinden dış yükümlülükleri olan ülkeler için borçların ödenmesi daha maliyetli hale gelir ve kredi değerliliğini kaybederler. TİCARET HACMİ İkinci bir sorun, ticaretin büyümesiyle ilgili. Küresel ticaret işlemlerinin ezici bir çoğunluğu ABD doları cinsinden belirleniyor ve ödeniyor. Bu, dolar güçlendiğinde herkesin satın alma gücünü kaybetmesi ve bunun ticaretin büyümesi üzerinde olumsuz bir etkisinin olması anlamına geliyor. Gelişmekte olan ülkeler (GOÜ), bu olumsuz durumdan daha fazla etkilenir. ENFLASYON ETKİSİ Doların değer kazanmasıyla ilgili nihai bir sorun, bunun yükselen piyasalardaki enflasyonu etkileme şeklidir. Dolar, yükselen piyasa para birimlerini güçlendirir ve gelişmekte olan piyasa para birimlerinin değer kaybetmesi, enflasyona katkıda bulunur. |
ÇİN’İN EKONOMİK KALE STRATEJİSİ RUSYA ETKİSİ Çin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin sonuçlarını ya da daha spesifik olarak Rusya’nın işgal sonucunda maruz kaldığı yaptırımları değerlendiriyor olmalı. Çinli bir politika yapıcıysanız ve Rus ekonomisine olanları, batılı hükümetlerin Rusya Merkez Bankası’na yaptırım uygulamak için çabalarını gördüyseniz, ülkenizin de bir gün bu tür koordine Batı yaptırımlarının kurbanı olabileceğini düşünebilirsiniz. ZORUNLU DÖNÜŞÜM Kendinizi Çinli politikacıların yerine koyarak düşündüğünüzde ve “Sigorta poliçem nedir?” “Kendimi nasıl koruyabilirim?” sorularını kendinize sorduğunuzda oluşturulabilecek tek anlamlı savunma stratejisi, ekonomik bir kale oluşturmaya çalışmak oluyor. Bu ekonomik kaleyi inşa etmek de aynı zamanda içe doğru yönelmek ve kendine daha fazla güvenmek anlamına geliyor. |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?