Eurasia Group’un kurucusu ve başkanı Ian Bremmer ile Türkiye’nin bölgedeki konumunu, ekonomik duruşunu ve global dinamikleri konuştuk...
Tuba İlze
Eurasia Group Başkanı IAN BREMMER’e göre dünya “tehlikeli” bir dönemden geçiyor. Dünya politikasında Ukrayna Rusya ve İsrail Filistin savaşlarıyla kartlar yeniden karılıyor. Bu değişimde Türkiye’nin aldığı pozisyonu doğru bulan Bremmer, ekonomideki olumlu adımlara dikkat çekiyor. “Ortodoks politikalara 3 yıl daha devam edilmeli” diyen stratejist, “Türkiye’nin gelecekteki pozisyonu bu dönemde gösterilecek kararlılığa bağlı olacak” diyor.
Ian Bremmer, günümüzün en etkili jeopolitik analistlerinden biri. Global politikanın merkezinde yer alan konulara dair gerçekleştirdiği derinlemesine ve kapsamlı analizlerle dikkat çeken bir isim. Özellikle son dönemde Orta Doğu’daki gelişmeler ve uluslararası arenadaki konumu bakımından Türkiye, Bremmer’in analizlerinde önemli bir yer tutuyor. Türkiye’nin Hamas’ı açıkça desteklemekten kaçınarak dikkatli bir tutum sergilediğini, İsrail ile Filistin arasında diplomatik bir rol oynamak istediğini belirtiyor ve “Bu, Türkiye’nin bölgesel istikrarı teşvik etme ve çatışmaların çözümüne katkı sağlama çabalarının bir yansıması olarak görülebilir” diyor. Bremmer, aynı zamanda zamanlama konusundaki hassasiyeti vurguluyor, çünkü bölgedeki dinamikler sürekli değişiyor. Türkiye’nin Rusya ve Ukrayna diplomasisinde sergilediği performansın çok taraflı diplomasiye katkı sağlama yeteneğini ortaya koyduğunu söylüyor. Türkiye’nin ekonomik problemlerle karşı karşıya olduğunu düşünen Bremmer’in yeni ekonomi yönetimine güveni tam. Güveni yeniden tesis ettiklerini ve yabancı yatırımcıları çekmeye başladıklarını düşünüyor. Bremmer, “Üç yıl boyunca sürdürülebilir ve daha Ortodoks ekonomi politikalarını benimsemeli ve borçlanma maliyetlerinin artmasına izin vermelisiniz” diyor. Ancak, mart ayında gerçekleşecek olan yerel seçimlerin bu politikalara zarar vermemesi gerektiğini de vurguluyor. Bremmer ayrıca Türkiye’nin gelecekteki pozisyonunun bu dönemde gösterilecek kararlılığa bağlı olacağına da işaret ediyor. Eurasia Group’un kurucusu ve başkanı Ian Bremmer ile Türkiye’nin bölgedeki konumunu, ekonomik duruşunu ve global dinamikleri konuştuk:
İsrail-Filistin savaşıyla ilgili mevcut duruma dair değerlendirmeniz ve öngörünüz nedir?
Artık Filistinlileri görmezden gelmenin bir işe yaramadığını fark ediyoruz. Görmezden gelmek, sorunu ortadan kaldırmıyor. Maalesef bölgede daha fazla çatışma yaşanacak gibi görünüyor. Bu savaşın bir süre daha devam edeceğini ve çok kanlı geçeceğini düşünüyorum. Çatışmanın Batı Şeria’ya ve Hizbullah’la birlikte Lübnan’a genişleme ihtimali var. Gazze’de yaşayan yaklaşık olarak 2,2 milyon nüfusa sahip olan Filistin nüfusu, son derece fakir. Hamas tarafından çok az kaynakla kötü bir şekilde yönetiliyorlar. Batı Şeria’da yaşayan 3,5 milyon kişi de Filistin otoritesi tarafından pek iyi yönetilmiyor. İsrail, son dönemde bölgedeki en güçlü jeopolitik pozisyonunu yaşıyor. İsrailliler ve Filistinliler arasında istikrarın sağlanabilmesi için Filistinlilerin kendi kendilerini yönetme yeteneğine ve ekonomik süreçleri, dış politikalarıyla sınırları üzerinde belirli bir kontrole sahip olmaları gerekiyordu. Ancak şu an maalesef bu noktada değiliz.
İsrail’in son dönemde en güçlü jeopolitik pozisyonunda olduğunu söylediniz. Son yıllarda Orta Doğu’nun dinamikleri nasıl değişti?
Bölgedeki birçok ülke, Filistin sorununu çözmeden İsrail’le doğrudan ilişki kurmayı tercih etti. Bunu bazıları resmiyete döktü bazıları gayri resmi yollarla sürdürdü. Abraham Anlaşmaları, Trump yönetimi döneminde bu değişimi simgeleyen önemli bir adımdı. Son yıllarda Dubai veya Abu Dabi’de çok sayıda İsrailli turist görürsünüz. 10 veya 20 yıl önce böyle bir şeyi düşünmek imkansızdı. Suudi Arabistan ve Ürdün İsrail’le anlaşmalar yapmak için görüşüyordu. Tüm bu anlaşmalar İsrail için herhangi bir taahhüt olmadan gerçekleşiyor. Ülkeler hala İsrail’le iş birliği yapmak istiyor. Peki bu süreçte Filistinlilere ekonomik olarak ne oldu? Hiçbir şey. Hamas’ın düşüncelerini anlamak zor olsa da Suudi Arabistan’ın İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesine İsrail hükümetinin sert politikaları da eklenince Hamas kendini köşeye sıkışmış hissetti. İnsanlar kötü seçeneklerle karşı karşıya kaldığında irrasyonel davranma eğiliminde olur. İyi ekonomik fırsatlar ve eğitim olanakları olsaydı, Gazze’ye serbestçe giriş çıkış yapabilselerdi, Gazze halkı son seçimlerde Hamas gibi bir örgüte oy verir miydi? Bana göre durum çok farklı olurdu. Ancak durum kötüleştikçe insanlar daha kötü seçeneklere yönelir. Bu nedenle her şeyi yakıp yıkmaya hazır bir örgüt desteklendi. Bu, zengin ve istikrarlı ülkelerde yaşayanlar için bile bir ders olmalı. İsrail Savunma Bakanı’nın Filistinlileri “insanlık dışı hayvanlar” olarak nitelendirmesini ve Gazze’ye tam kuşatma ilan etmesini endişe verici buluyorum. İsrail nüfusu, Hamas’ın terörist faaliyetlerinden ciddi şekilde etkileniyor. Hamas sadece Gazze’deki değil, Batı Şeria’daki Filistinlileri ve Arap sokaklarını da radikalleştirmek istiyor. İsrail’in bu durumu yönetmesi ve Hamas’ın bu noktaya sürüklenmemesi için elinden geleni yapması gerekiyor.
Yaşananlar dünyada ne gibi değişimlere yol açabilir?
Belki de gerçekten değişen tek şey, Ukrayna’nın gündemden düşmesi oldu. Bu, Putin için iyi oldu. Çünkü Amerikalılar İsrail’e destek vermeye ve Orta Doğu’yla ilgilenmeye odaklandı. Ukrayna meselesi, ABD’de daha kutuplaştırıcı ve taraflı bir hal alıyor. Seçim sürecinde Biden’ın Ukrayna’ya son birkaç yıldır sağladığı desteği sürdürmesi çok daha zor olacak.
Türkiye’nin bölgesel meselelerdeki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, Hamas’ı açıkça desteklemeyerek dikkatli davranıyor. Hamas terörizmini onaylamıyor ve İsrail’le Filistinliler arasında diplomatik bir rol oynamak istiyor. Türkiye’nin bu rolü üstlenmesine ihtiyaç duyulabilir. Türkiye’nin Ukrayna- Rusya meselesinde yapıcı oyunculardan biri olduğunu ve Karadeniz Tahıl Anlaşması’nı kolaylaştırdığını gördük. Türkiye hükümetinin dünyada uzun zamandır ciddi anlamda eksik olan çok taraflı diplomasiye yardımcı olma kabiliyeti dikkate alınması gereken bir özellik. Ancak şu anda diplomasi zamanı değil. İsrail ve Filistinliler arasında bir çözüm arayışında değiliz. Şu anda savaşın daha da kötüleşmesini önleme zamanı. En önemli mesele Gazze’nin genişlemesinin engellenmesi. ABD Dışişleri Bakanı Tony Blinken’ın sürdürmekte olduğu mekik diplomasisinin odaklandığı konu da tam olarak bu.
Türkiye’nin uluslararası duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan güçlü bir lider. Ama bence Erdoğan’ın liderliği altında Türkiye’de demokrasi zayıfladı. Açık, özgür bir medyayı ve muhalefeti tolere etme isteği çok düşük. Türkiye’nin NATO’da bile olmaması gerektiğini düşünen, görüşlerine çok saygı duyduğum insanlar var. Türkiye’nin bu kulübün gerçekten bir üyesi olmadığını düşünüyorlar. Daha önce de söylediğim gibi Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde çok taraflı diplomasiye yardımcı olma kabiliyeti var. Rusya ve Ukrayna arasındaki diplomaside önemli bir rol oynadı. Ancak Türkiye’nin zaman zaman problemli bir duruş sergilediği de açık. Finlandiya’nın NATO’ya alınmasına başlıca karşı çıkanlardandı. Daha sonra bu konuda geri adım attı. Sonrasında İsveç’le aynı durum yaşandı. Erdoğan bu çerçevede kesinlikle karmaşık bir görüntü veriyor.
Uygulanan ekonomi politikalarını nasıl buluyorsunuz?
Bence Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan’a son 10 yılda diğer yöneticilere tanıdığından çok daha fazla özerklik veriyor. Bu yaklaşımını çok önemli buluyorum. Türkiye’nin önemli ekonomik problemleri var. Çok büyük dengesizlikler ve ciddi dış finansman ihtiyacı söz konusu. Yeni ekonomi yönetiminin güveni yeniden tesis ettiğini ve yabancı yatırımcıları çekmeye başladığını düşünüyorum. İşlerini etkili bir şekilde gerektiği kadar süre yapmalarına fırsat verilirse birçok kişinin Türkiye’ye geri dönmek isteyeceğini düşünüyorum. Bence üç yıl boyunca sürdürülebilir ve daha Ortodoks ekonomi politikaları uygulamalarına sahip olmalı, borçlanma maliyetlerinin yükselmesine izin vermelisiniz. Bu durumun hane halkı ve işletmeler üzerinde baskı yaratacağı bir gerçek. Ancak bu politikaların mart ayında yapılacak yerel seçimler sürecinde de sürdürülmesi çok önemli. Kısa vadede yaşanacak bir durgunluğun Erdoğan’a popülarite anlamında maliyeti olabilir. Ancak 2028 yılına kadar sandığa gitmesi gerekmediğinden bunu kabullenebileceğini düşünüyorum. Bu dönem sergilenecek kararlılık Türkiye’nin ilerleyen dönemlerde bulunacağı pozisyonu belirleyecek. Ama en azından bu politikaları uygulayabilecek yeterlilikte birkaç kişinin ekonomi yönetiminde olduğundan eminiz.
Yatırımlar Çin’den çıkıyor ve diğer bölgelere kayıyor. Burada Türkiye’nin alternatif olma şansını nasıl buluyorsunuz?
Yatırımların Çin’den ayrılmasından faydalanan ve faydalanabilecek birçok ülke var. Hindistan bu süreçten fayda sağlayacak. Büyük bir ekonomiye sahip, maliyetler çok daha düşük ve yönetim anlayışı özel sektöre çok daha odaklı. Güneydoğu Asya bu fırsatı değerlendirecek. İş gücünün çok düşük maliyetli olduğu Meksika, dünyanın en büyük ekonomisine çok yakın bir konumda bulunuyor. ABD, Meksika ve Kanada Anlaşması (USMCA) nedeniyle de sisteme çok entegre. Bu avantajlara sahip olmayan Türkiye, jeopolitik olarak istikrarsız bir bölgede yer alıyor. Rusya-Ukrayna çatışması nedeniyle darbe aldı. Hammadde ve enerji fiyatları daha yüksek. Ancak son dönemde dünya ekonomistleri tarafından saygı gören ve güvenilen ekonomik liderlerin ülkeye gelmesiyle çok akıllı adımlar atıldı.
2024’TE DÜNYAYI NELER BEKLİYOR? EN ZORLU DÖNEM Şüphesiz ki bu yaşadığımız en zorlu jeopolitik dönemlerden biri. Sadece Rusya’nın savaşı bile bu ifadeyi haklı çıkarıyor. Zira bu sadece Ukrayna- Rusya savaşı değil, aynı zamanda NATO’ya karşı bir vekalet savaşı. Son günlerde Estonya ve Finlandiya arasında da bir gaz ve telekomünikasyon hattının sabotaj edilmesi gibi olaylar yaşandı. Kimin tarafından yapıldığını henüz kesin olarak bilmiyoruz; ancak Rusların bu eylemi gerçekleştirdiği tahmin ediliyor. Bu son derece tehlikeli bir durum. “TEHLİKELİ BİR ZAMANDAYIZ” Orta Doğu’da yeni bir savaş başladı. ABD’de görülmemiş bir siyasi çıkmaz yaşanıyor ve 2024’te seçim yapılacak. ABD ve Çin arasındaki ilişkiler neredeyse sıfır güven seviyesine geriledi. Bu iki güçlü ülke arasında jeopolitik olarak son derece zorlu bir dönem var. Yeni teknolojiler ve enerji alanında birçok heyecan verici gelişme yaşanıyor. Yapay zeka, küreselleşmeyi daha fazla zenginlik getirerek yönlendiriyor, ancak aynı zamanda bir dizi riski de beraberinde getiriyor. Yaşanması heyecan verici ve aynı zamanda tehlikeli bir dönemdeyiz. 2024, her iki durumu da bizlere yaşatacak. UYUM SÜRECİ İş dünyası liderleri, artık sadece kendi işlerine odaklanmanın yetersiz olduğunu kavramalı. Zira günümüzde işletmeler büyük jeopolitik ve teknolojik değişikliklerin etkisi altında savruluyor. Bu savrulma, iş dünyasının karşı karşıya olduğu mevcut politik ve ekonomik sistemlerin, düşündüğümüz kadar sürdürülebilir olmadığını açıkça gösteriyor. Bu nedenle iş liderlerinin bu değişen dinamiklere daha fazla dikkat etmesi ve iş stratejilerini bu yeni gerçekliklere göre ayarlaması gerekiyor. |
TÜRKİYE’NİN DURUŞU NASIL?
|
“KÜRESELLEŞME YAVAŞLIYOR” HUZURSUZ TOPLUMLAR Küreselleşme, birçok ülkede yerel halk ve orta sınıfa zarar verme pahasına ilerledi. Bu politik olarak huzursuzluğa ve öfkeli toplumlara neden oldu. Trans Pasifik Ortaklığı’nın (TPP) ABD tarafından imzalanamaması da bu politik huzursuzluğun sonucu. Birçok Amerikalı, serbest ticaretin ailelere ve toplumlara fayda sağlamadığını ve iş kaybına yol açtığını düşünüyor. Bu durum Amerika’nın kendi ekonomisine daha fazla yatırım yapma ve daha fazla endüstri politikası oluşturma yolunda ilerlemesine neden oluyor. Avrupa, Hindistan ve Çin de benzer stratejileri benimsiyor. TEDARİK ZİNCİRLERİ Birçok konu, jeopolitik faktörlerden ziyade ekonomik faktörler tarafından yönlendiriliyor. Özellikle pandemi sürecinde insanlar bir virüs nedeniyle aniden sınırların kapatılabileceğini gördü. Tam zamanında üretimin (just in time) ne kadar riskli olduğunu ve tedarik zincirlerinden kaynaklanan potansiyel zorlukları fark ettiler. Bu durum, daha dirençli tedarik zincirlerinin oluşturulması ve hammaddeye daha yakın olunması gerekliliğini ortaya çıkardı. MALİYETLER Son 50 yılda Çin ucuz ve bol iş gücü sayesinde dünyanın fabrikası haline geldi. Ancak artık bu iş gücü geçmişe göre daha pahalı. Bu da üretimin daha düşük maliyetli bölgelere taşınması eğilimini beraberinde getirdi. Tüm bu değişiklikler, “near shoring” (yakınlarla ticaret) ve “friend shoring” (dostlarla ticaret) gibi kavramları gündeme getiriyor. Batı ile Çin arasındaki gerginlikler ve güvensizlikler, birçok sektörde ve teknolojik alanda risk azaltma ve hatta kopma eğilimini beraberinde getiriyor. Bu durum, işletmeler için daha yüksek maliyetler anlamına gelirken küreselleşmeyi de yavaşlatıyor. |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?