Andrew Liveris ile birçok farklı konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik...
Aslıgül Atasagun
50 yıla yaklaşan yöneticilik deneyimiyle liderliğin “kitabını yazan” ANDREW LIVERIS, küresel ekonomide “Yeni Çin” gerçeğinin altını çiziyor, bölgesel ittifakların önemini vurguluyor. COVID sonrası enflasyonun genel bir sorun olduğunu belirten Liveris, Türkiye’nin düşük maliyetli ve kalifiye iş gücünün avantajıyla yerli üretimi de destekleyerek orta vadede enflasyonu yenebileceğini söylüyor. Yüksek döviz kuru konusundaysa madalyonun diğer tarafını işaret ederek ticaret anlaşmaları, ihracat bölgeleri, ekonomik tedbirler ve vergi teşvikleriyle kurun bu durumunun ihracatta avantaja çevrilebileceğine dikkat çekiyor.
Andrew Liveris, küresel iş dünyasında başarılı yöneticilik kariyeriyle haklı bir üne sahip. Dünyanın en büyük kimyasal ve malzeme üreticilerinden Dow Chemicals bünyesinde 15 yılı CEO pozisyonunda olmak üzere 42 yıl görev yapan Liveris, halen Lucid Motors, IBM, Saudi Aramco, Salesforce gibi birçok dünya devinin de yönetim ve danışma kurullarında yer alıyor. Liveris, Dow’un 1971’den bu yana devam eden Türkiye operasyonları ve 2012’de Aksa Akrilik ile kurduğu ortaklık vasıtasıyla Türkiye pazarını da iyi bilen bir isim. Türkiye’nin nüfus ve nitelikli iş gücü avantajını kullanarak ve yerel üretimi teşvik edip fiyatları kontrol altında tutarak orta vadede enflasyonu yenebileceğini düşünen deneyimli iş insanı, mevcut ekonomik ve siyasi konjonktürde benzer değerleri paylaştığınız dost ülkelerle bölgesel ittifaklar kurmanın öneminin altını çiziyor ve Türkiye’nin de Orta Doğu ülkeleriyle bu tür güçlü ittifaklar kurarak ekonomisini rahatlatabileceğini söylüyor. Yeni Çin gerçeğine ve Çin-ABD “boşanmasına” dikkat çeken Liveris, “Geçtiğimiz yüzyıldaki gibi ihracat için, teknoloji için, küresel pazarda varlık gösterebilmek için Batı’ya ihtiyaç duyan bir Çin yok artık. Yeni Çin, kendi kurallarıyla kendisini merkeze alan bir küresel düzen kurmanın peşinde” diyor. Andrew Liveris ile Türkiye ekonomisinden yeni Çin’in küresel ekonomik tabloya etkilerine, NEOM projesinden kapsayıcı kapitalizm ve eşitliğe, çağımıza uygun liderlik modeline birçok farklı konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik:
Türkiye ekonomik sorunlarla karşı karşıya. Bilhassa yüksek enflasyon endişe yaratıyor. Türkiye’nin yeni ekonomi yönetimi ve enflasyonla mücadele stratejileri hakkındaki ilk izlenimleriniz neler?
Şu dönemde çoğu ülkenin gündeminde de aynı soru var, çünkü salgından bu yana gıdadan enerjiye, inşaat malzemelerinden işçiliğe her alanda tedarik zinciri sorunları yaşanıyor. Ülkeler de buna karşılık stratejilerini gözden geçirerek kısa vadeli, geçici ekonomik tedbirler alıyor. Bir nevi yaralarına bant yapıştırıyorlar. Türkiye’nin elinde orta vadede enflasyonu yenebilmek için çok büyük bir avantaj var: Düşük maliyetli ve kalifiye iş gücü. Bugün artık kronikleşen tedarik zinciri sorunlarının üstesinden gelebilmek için Türkiye de diğer pek çok ülke de kesinlikle yerli üretimi destekleyecek teşvikler getirmeli. Nitekim Türkiye, doğrudan yabancı yatırım aldığı 10-15 yıl önceki büyüme sürecinde bunu yaptı. Bugün dünyanın geldiği noktada görüyoruz ki enerji ve gıda tedarikini güvence altına almanın en iyi yolu, yerel üretimi de destekleyerek yumurtaları tek sepete koymamaktan geçiyor. Türkiye tarımda önemli bir kapasiteye sahip. Bunun dışında enerji sektöründe de yeni adımlar atılabilir. Bunlar elbette kısa vadede maliyet demek. Güneş, rüzgar, nükleer, hiçbiri kısa vadede sorunlarınızı çözmez. Fakat enflasyon sorununun Güney Amerika örneğindeki gibi kronikleşmesine izin verilmezse Türkiye, nüfus ve nitelikli iş gücü avantajını kullanarak ve yerel üretimi teşvik edip fiyatları kontrol altında tutarak önümüzdeki üç yılda düze çıkabilir.
Bir diğer önemli sorun da TL’nin dolar karşısında ciddi değer kaybetmesi. Mevcut tabloda 2023 ve sonrası için sizin kur öngörünüz nedir?
Türkiye ciddi bir cari ve bütçe açığı sorunuyla karşı karşıya ve ülkeye yeterince para girişi sağlanamıyor. Dolayısıyla Türk lirasının dolar karşısında daha da değer kaybetmesi kuvvetle muhtemel. Bunun da ötesinde, dolar şu anda zaten tüm dünyada güçleniyor. Yani hangi ülkede olursanız olun durum bu. Fakat Türkiye Euro bölgesinde olmadığı, kendi para birimini kullandığı için şu anda bilanço tablonuz oldukça zayıf görünüyor. Bu da tabii kısa vadede tüketiciler açısından sıkıntı demek. Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Kurun bu durumu, ihracatta avantaj sağlayabilir çünkü ürünlerinizin fiyatları daha düşük kalacaktır. Dolayısıyla bu noktada ben olsam, kurdan kaynaklanan düşük fiyat avantajımı kullanarak komşularım başta olmak üzere mümkün olduğu kadar çok ülkeyle ticaret anlaşmaları yapmanın, onlara daha fazla mal satmanın yollarını arardım. Burada iş size düşüyor. İhracat bölgeleri kurabilir, ekonomik tedbirler alabilir, vergi teşvikleri getirebilirsiniz. Dolar karşısında dünyada pek çok ülke sizinle aynı durumda. Bu ülkeler ihracatlarını artırmak için adeta kendilerini paralıyor. Bu noktada doğuya baktığımızda, Çin ekonomisinin şu anda sıkıntıda olduğunu ve ithalatının azaldığını görüyoruz. Bu, aslında Türkiye için bir fırsat. Çin’den mal alan ülkelere ihracat yapabilirsiniz. Özetle önerim, ticareti artırmak, sektörel bazda düşünerek “Elimde sınırlı para var, onu şu şu sektörlere yatıracağım” demek ve tüketiciyi de harcamadan ziyade tasarrufa yönlendirmek olacak.
“Artık yeni bir Çin var ve şirketler de buna adapte olmak zorunda” diyorsunuz. “Yeni Çin” ile ne kastediyorsunuz?
21. yüzyılın taktik kitabı, 20. yüzyılınkinden farklı. Bu yüzyılda Yeni Çin, Amerika Birleşik Devletleri’nden boşanıyor. Bu tam tabiriyle bir boşanma. Ayrılık denemesi falan değil. Bu, Çin’in ekonomik çevresinin, yani etrafındaki ekosistemin artık ihracat odaklı değil, Çin merkezli olduğu anlamına geliyor. Çin’in tedarik zincirlerinin artık Çin ve yakın komşularına odaklanacağı anlamına geliyor. Çin, bu bağlamda kendi para sistemini oluşturacak, ticareti kendi para birimiyle yapacak, iş gücünü ülke içinde çalışacak şekilde kontrol altına alacaktır. Teknoloji tarafında ise dijital ekonomisini güçlendirecek, yeni enerji ekonomisini geliştirecektir. Tüm bunları yaparken de Çinli firmalara öncelik verecektir. Dolayısıyla yabancı şirketlerin Çin’e gidip yerli bir ortakları olmadan teknolojilerinden yararlanıp üretim yaptığı günler geride kaldı. Hatta bunu ortaklık kapsamında yapma imkânı bile kalmadı. Geçtiğimiz yüzyıldaki gibi ihracat için, teknoloji için, küresel pazarda varlık gösterebilmek için Batı’ya ihtiyaç duyan bir Çin yok artık. Yeni Çin, kendi kurallarıyla kendisini merkeze alan bir küresel düzen kurmanın peşinde. Hal böyleyken ülkeler de kiminle ticaret yapacaklarına, kiminle dost, kiminle rakip olacaklarına karar vermek durumunda kalacak. İşte Yeni Çin dediğimiz şey bu.
Sizce, otoriterliğin dozunu giderek artırdığı ve bunun neticesinde de Çin ekonomisine zarar verdiği için eleştirilen Şi Cinping, ülkenin ekonomik sorunlarını çözmeyi başarabilecek mi?
Bu 1,3 trilyon dolarlık bir soru. Geçmişteki güçlü tepeden inme politikaların bugün artık mutlak hale geldiği otokratik bir rejimden bahsediyoruz. Tartışma, müzakere tamamen ortadan kalkmış durumda. Yani tüm politika ve ekonomik kurallar tartışmaya kapalı. Çin’in son dönem ekonomik verileri ortada. Ciddi bir zayıflama var. Sorunlu krediler yüzünden emlak sektörü yok olmanın eşiğinde. Elektrikli araç üretimine bakıyorsunuz, Çin piyasayı resmen elektrikli araca boğuyor. Neden? Çünkü vatandaşına istihdam sağlamak zorunda. Fakat bu yanlış bir ekonomik yaklaşım. Bunu sürdürebilmek için devasa bir banka hesabına ihtiyacınız var. Aslında Çinlilerin kabarık bir banka hesabı yok değil. Ellerinde büyük miktarda Amerikan hazine bonosu var. Dolayısıyla dolar bazında ciddi borçları olsa da bir süre daha idare edebilecek güçleri var. Benim görüşüme göre Şi Cinping ve politikaları muhtemelen 2020’li yılların sonuna kadar hakimiyetini korur. Ancak yolda büyük tümsekler de olacaktır. Bence hepimizin dikkatli olması gereken kısım da burası. Çünkü yine söylüyorum, artık yeni bir Çin var. Öylece ülkeye girip nüfuz yaratabileceğinizi düşünmeyin. Artık bölgesel ittifaklar kurma zamanı. Bölgenizde dostluklar kurmalı, benzer değerlere sahip dost ülkelerle kapasite oluşturmalısınız.
Türkiye’yi yeni yatırımcı çekme ve ekonomik büyümeyi artırma konusunda başarılı kılabilecek temel faktörler sizce nedir?
Burada ilk olarak yine Türkiye’nin yüksek nüfusuna dikkat çekmek istiyorum. Öte yandan, kişi başına düşen gayrisafi milli hasıla da oldukça düşük. İstanbul ve diğer yoğun nüfuslu şehirleri saymazsak, çok büyük ve halen yeterince gelişmemiş bir kırsal ekonomi söz konusu. Yabancı yatırımcılar bu şartlara baktığında, tüketim potansiyeli olan bir ülke görecektir. Ancak Türkiye ve benzer koşullara sahip diğer ülkeler söz konusu olduğunda, yabancı yatırımcının kararını asıl belirleyecek olan etken, istikrardır. Hem siyasi hem de ekonomik istikrar... Yatırımcı şöyle düşünecektir: “Elbette hiçbir şeyin garantisi olmaz, ama en azından aldığım risk yönetilebilir bir risk mi? Yatırım yaparsam, hükümetin beni ilgilendiren politikalarda değişiklik yapmayacağını nereden bileceğim?” Bu noktada, hükümetler arası diyalog çok önemli.
Suudi Arabistan demişken, sizin Suudilerle yakın ilişkileriniz var. Ayrıca son yıllarda çok konuşulan NEOM projesinin de danışma kurulunda yer alıyorsunuz. NEOM’dan bahseder misiniz?
NEOM Şehir Devleti, şüphesiz şu anda dünyadaki en iddialı proje. Proje kapsamında, teknoloji ve Ar-Ge desteğiyle bundan 60-70 yıl sonraki yaşam şekline göre tasarlanmış, Belçika büyüklüğünde bir alan inşa edilerek, modern bir toplum hayatı oluşturulması hedefleniyor. Yani uzun vadeli bir vizyon söz konusu. Süre uzun olunca planlama da ilk beş yıl, ikinci beş yıl şeklinde gidiyor. Şu an projenin çok başındayız.
Proje, uçan taksiler, holografik öğretmenler, yapay ay gibi yenilikçi fikirleriyle de dünya çapında büyük ilgi çekti. Sizce bu çığır açan konseptler hem NEOM’u hem de kent yaşamının ve teknolojinin geleceğini nasıl şekillendirecek?
Fütürist Alvin Toffler’ın yazdıklarını hatırlayın. Ya da Arthur C. Clarke ve George Orwell’in kitaplarını... Geçtiğimiz yüzyılın ortalarında yazdıkları kitaplarında, 1984’ün, 2001’in dünyasını hayal etmişlerdi. Yazdıkları şeyler bugün gerçeğe dönüşmüş durumda. Bir de günümüz yazarlarının 2100 yılına dair yazdıklarını düşünün. İşte ileride onlar da gerçek olacak. Ben aynı zamanda 2032 Brisbane Olimpiyat Oyunları komitesine de başkanlık ediyorum ve 2023 oyunları için pek çok sanal deneyim tasarlıyoruz. Yani insanlar fiziksel olarak orada olmasa bile oradaymış gibi hissedebilecek. Dünya nüfusu 9 milyara doğru giderken ve bunca yoksulluk, bunca küresel sorun varken, bu tür çalışmaları, bu bakış açısını eşitlik açısından çok önemli buluyorum.
Sizin uzun yıllardır savunduğunuz bir kavram var: Kapsayıcı kapitalizm. Nasıl bir “kapsayıcı kapitalizm” tasavvur ediyorsunuz?
Az önce ABD ve Çin için boşanıyorlar demiştim. Sürekli bu “boşanma” benzetmesini kullanmayı sevmiyorum, ama benim görüşüme göre, Batı tarzı demokrasi ve kapitalizm de bir boşanma sürecinden geçiyor. Çünkü zenginliği eşit ve kapsayıcı bir şekilde dağıtamadık. Çoğu insan, son 50 yılda oluşan zenginlikten payını alamadı. Alabilenlerin pek çoğu ise olağandışı bir zenginleşme yaşadı. Bugün dünyanın en zengin 27 kişisinin sahip olduğu toplam servet, en yoksul kesimi oluşturan 3,5 milyar insanın toplam varlığına eşit. Yani servet dağılımımızda hiçbir kapsayıcılık yok. Peki bu kapsayıcılığı hangi model sağlayabilir? Sosyalizm değil, komünizm değil, diktatörlük değil. Bunu sağlayacak olan yeni model, kapsayıcı kapitalizmdir. Bu modelde temel olarak tüm paydaşlar aynı masada buluşarak şu sorular çerçevesinde bir yönetim anlayışıyla hareket eder: “Şirketlerin yarattığı zenginlik topluma nasıl fayda sağlıyor? İçinde bulunduğumuz toplumlara nasıl yardımcı olabiliriz? Peki ya çalışanlarımız? Ücretlendirmede adaleti nasıl sağlayabiliriz? Cinsiyet ve ırk eşitliğini nasıl sağlayabiliriz? Müşterilerimiz ve tedarikçilerimiz açısından ne yapıyoruz? Tedarik zincirlerimiz şeffaf mı? Kölelik, hükümlü emeği veya eşitsizlik söz konusu mu? İş yaptığımız kişilerin insanlara adil davrandığından nasıl emin olabiliriz?” İşte kapsayıcı kapitalizm çerçevesinde tasarlamamız gereken şey bu. Peki bunu yapıyor muyuz diye soracak olursanız, hayır.
TÜRKİYE NASIL DAVRANMALI?
|
DEVİR İTTİFAK DEVRİ ORTA DOĞU FAKTÖRÜ Devir, bölgesel ittifaklar kurma devri. Türkiye, hem Orta Doğulu yakın komşularıyla hem de bölge geneliyle bu tür güçlü ittifaklar kurabilir, çünkü çok fazla benzer ve ortak noktanız var. Bölgedeki tüm ülkeler aynı hızda kalkınmaya çalışıyor. Tabii Türkiye, tıpkı Mısır gibi çok büyük bir pazar ve ekonomik açıdan şu anda diğer bölge ülkelerine göre daha dezavantajlı bir durumda. HANGİ ALANLAR GÖZDE? Bu bağlamda, Orta Doğulu yatırımcılar Türkiye’nin yatırım stratejisine ilgi gösterecek, ancak hükümetler arası diyalogla da kendilerini garanti altına almak isteyecektir. Bugün Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi petrol ve doğal gaz zengini birçok ülke otelden gıdaya, eğlenceden lüks ürünlere, dijital ekipmanlardan kullan-at ürünlere, dijital ekonomiden yeni enerjiye pek çok alanda yatırım yapmak istiyor. Türkiye de bu alanlara odaklanırsa yabancı yatırımcı çekebilir. |
YENİ HASTALIK: KISA VADELİ DÜŞÜNME ANLIK YAŞAM SORUNU Bu yıl çıkan Leading Through Disruption adlı kitabımın ana tezi şu: İnsanlığın yeni hastalığı, kısa vadeli düşünmek. Dijital ekonomi, sosyal medya, hepimizi anlık yaşamaya itiyor, bizleri gelecek nesilleri düşünmeye sevk etmiyor. Yani bugün bir şeyler yaparken “Çocuklarıma daha iyi bir hayat vermek için yatırım yapıyorum” düşüncesiyle değil, “Bugün ne tüketebilirim?” düşüncesiyle hareket ediyoruz. Bizden önceki nesiller çok çalıştı, fedakarlık yaptı, tasarruf etti. Muhtemelen başka seçenekleri de yoktu, çünkü açlık vardı, fakirlik vardı, savaş vardı. BİZİM HİKAYEMİZ FARKLI Bizim hikayemiz ise farklı. Bizler bugün güzel, modern bir hayat yaşıyoruz ve bunu biraz da geçmiş nesillerin yaptıklarına borçluyuz. Şimdi bu kısa vadeci bakış açısını tersine çevirip çevre, toplum, yönetim, dijital dünya ve jeopolitik konularında uzun vadeli politikaları hayata geçirmek de bizim sorumluluğumuz. İşte kitapta da bunu nasıl yapabileceğimizi anlatıyorum. Her bölümde, kısa vadeciliğin üstesinden gelmek ve uzun vadeli politikaları hayata geçirmek için hepimizin, ama bilhassa da gençlerin benimsemesi gereken liderlik modellerinden bahsediyorum. |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?