Semahat Arsel, unutulmaz işadamı, merhum Vehbi Koç’un en büyük çocuğu. Büyük olmanın sorumluluğunu hep üzerinde taşıdı. Annesini kaybettikten sonra aileyi bir arada tutma görevini üstlendi. Babasıy...
Semahat Arsel, unutulmaz işadamı, merhum Vehbi Koç’un en büyük çocuğu. Büyük olmanın sorumluluğunu hep üzerinde taşıdı. Annesini kaybettikten sonra aileyi bir arada tutma görevini üstlendi. Babasıyla en fazla zaman geçiren ve onu en iyi anlayan kişi oldu. Şimdi babasıyla ilişkisini sorgulayan Arsel, mesafeli olsa da Vehbi Koç’un çocuklarına düşkün olduğunu söylüyor. “Çocukken bazı tutumlarını yadırgasak da zamanla ondan öğrendiklerimizin ve prensiplerinin ne kadar doğru olduğunu anladık. Babamın bize yazdıklarına baktığımızda 30-40 yıl önce söylediklerinin bugün doğru çıktığını görüyoruz” diyor ve ekliyor: “Bugün yaşasaydı, kim bilir şimdi kaç kişiye görüş ve düşüncelerini bildiren, ne mektuplar yazmıştı.”
Koç Ailesi’nin en büyüğü olan Semahat Arsel aynı zamanda ailenin en güçlü profillerinden. Arsel, Vehbi ve Sadberk Koç’un ilk çocuğu olarak 1928 yılında dünyaya geldi. Ailenin ilk çocuğu olduğu için büyük sorumluluklar alarak büyüdü. İlk gençlik yıllarında yakalandığı bir hastalık, ona hayatın acılı ama farklı bir yüzünü gösterdi. Dünyanın dört bir yanında farklı hastanelerde tam 9 kez ameliyat olmak zorunda kaldığı bu hastalığı süresince hemşireliğin önemini kavradı. İdealini de hemşireleri geliştirmek olarak belirledi. Bu alanda birçok proje gerçekleştirdi.
1973 yılında annesini kaybettikten sonra aileyi bir arada tutmak görevi de ona düştü. Babasını yalnız bırakmazken, kardeşlerine adeta annelik yaptı. Sadece kardeşlerinin değil, kardeşlerinin çocuklarının hayatında da önemli bir rol oynadı. Rahmi Koç eşinden ayrıldığında, yeğenleri Mustafa, Ömer ve Ali Koç’un yetiştirilmeleriyle bizzat kendisi ilgilendi. Tüm bunları yaparken Koç Holding’te önemli görevlerde bulunmayı da ihmal etmedi. Holdingde yönetim kurulu üyesi olarak görev aldı. Vehbi Koç Vakfı’nın yönetim kurulu başkanlığını yürüttü. Önemli sosyal sorumluluk projelerini yönetti.
Bugün 80 yaşında olan Semahat Arsel, iş hayatından kopmuş değil. Sabah saat 11’de ofisindeki yerini alıyor. İş gündemini takip ediyor. Toplantılara katılıyor. Akşam saat 5 olduğunda ise soluğu kız kadeşi Suna Kıraç’ın yanında alıyor. Her gün 8 yıldır kas erimesi hastalığı ile mücadele eden Kıraç’ı ziyaret ediyor. Sağlığı izin verdiği sürece de hayatını bu tempoda sürdürmeye kararlı olduğunu belirtiyor.
Bugüne kadar medyada yer almaya sıcak bakmayan Semahat Arsel, yıllar sonra ilk kez Capital’e konuştu. Çocukluğunu, babasıyla olan ilişkisini, babasının hayatında bıraktığı izleri anlattı. Geçmişe dönüp, ideallerini, başarılarını ve pişmanlıklarını sorguladı:
* ''Vehbi Koç: Bir Yüzyılın Hikayesi'' sergisini gezerken yaşadığınız duyguları paylaşır mısınız? Bu serginin sizin ve aileniz için önemi nedir?
Vehbi Koç ve Koç Topluluğu’nun en önemli özelliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla paralel başlayan süreçte hiç değişmeyen değer ölçüleriyle Türk özel teşebbüsüne öncülük yapmış olması. Vehbi Koç, kendi kurduğu müesseseyi kurumsallaştırarak birçok ilke imza attı, örnek oldu. Memleket için, çocukları ve gelecek nesiller için faydası olacağını düşündüğü her konuda girişimde bulunur, notlar alır, mektuplar yazar insanları harekete geçirirdi. Çok disiplinli bir yaşam tarzı olduğu için her toplantısını, her düşüncesini mutlaka yazardı. Yazdıklarının yanı sıra, kendisine gelen her mektup ve notu saklardı. Sıkıntı duyduğu konuları ve çözüm önerilerini mektupla dile getirir, ilgililere iletirdi.
Ondan bize kendi el yazısıyla gerçekleştirdiği yazışmaların sakladığı bir arşiv kaldı. Sergi ve kitap projesini ilk konuşmaya başladığımızda, Can Dündar arşivi incelerken her önemli olayın not alındığını görünce oldukça şaşırmıştı. Aslında bu arşiv ile birlikte Koç Topluluğu’nun serüveni, ülkemizin sanayileşme sürecini anlatan bir sergi ortaya çıktı.
Bu yıl, bu tecrübelerin yeni nesillere aktarılmasını istedik. Bu amaçla bir sergi açtık. Sergiyi gezerken bir yandan başarılan o ilkleri tekrar yaşadım, hep hayatımızın içinde olan o nasihatleri, bugün halen geçerli o yaşanmış tecrübeleri bir kez daha gözledim. Hissettim. Çok duygulandım.
* Vehbi Bey nasıl bir babaydı? Babanızla ilişkiniz nasıldı?
Çocuklarına düşkün bir babaydı, fakat Anadolu kültürüne göre düşkünlüğünü açıkça göstermek zafiyetti. O nedenle bilhassa çocukluğumuzda daima araya mesafe koyar, ulu orta sarılmaz, öpmez, şımartmazdı. Ufak tefek kabahatlerimizi, yaramazlıklarımızı annem halleder, “Sakın babanız duymasın, çok kızar” tehditleriyle durumu kapatırdı.
Biz de sahiden babamın haberi olmuyor zanneder, babamı uzak ve mesafeli bulurduk. Zaten çok meşgul olup, durmadan seyahat ettiği için az görürdük ve inanırdık. Oysa babam bizleri çok yakından izler, her detayı annemle paylaşırmış. Seneler geçip, gençlik çağlarımıza ulaştığımızda babamızın bizlere yakınlaştığını hissettik. Bazen annemden daha uzak görüşlü ve anlayışlı olabiliyordu.
* Peki hangi noktalarda size müdahalede bulunur, eleştirirdi?
Önemli konularda kararlarımızı doğru almamız için konuyu analiz eder, yol gösterir, fakat son karara karışmazdı. Nitekim, dört kardeş evlenirken son kararı bize bıraktı. Her vesile ile nasihat eder, geçirdiği, gördüğü tecrübelerden yararlanmamızı sağlamaya çalışırdı. Beğenmediği tutumumuzu veya hareketimizi düzeltmemiz için eleştiri mektupları yazardı. “Baba mektup yazma, eleştirilerini sözlü yap” deyince de, “Sözler unutulur, yazılı evrak kalır, o mektupları iyi saklayın, sık sık çıkarın okuyun” derdi. Nitekim öyle de oldu.
Şimdi babamın o mektuplarını en kıymetli arşivimiz olarak saklıyoruz. 1973’de annem Sadberk Koç’un ölümünden sonra, birbirimize daha çok bağlandık. En büyük çocuğu olmam sebebiyle birlikte daha çok zaman geçirmeye başladık. Tabii bu nedenle babama ve kardeşlerime karşı sorumluluğum arttı. O günden itibaren bütün aile babamı mutlu etmeye, yalnız bırakmamaya büyük özen gösterdi. Vehbi Koç ne istediğini çok iyi bilirdi. Çünkü müthiş bir analiz kabiliyeti, azmi ve hayat felsefesi vardı. Ölene kadar da disiplinini bırakmadı. İnandığı ve benimsediği hayat felsefesine göre sade bir şekilde yaşadı.
* İş hayatında siz Vehbi Koç'tan ne öğrendiniz? Vehbi Bey çocuklarına işle ilgili en çok hangi öğütlerde bulunurdu?
Birlikte çalışanların yakinen bildikleri gibi not tutmaya çok meraklıydı. İş ile ilgili gündemler, tutanaklar başta olmak üzere nasihatlerini, mesajlarını, takdirlerini, eleştirilerini ve uyarılarını daima yazıyla yapar ve yazılı cevabını da beklerdi. Her türlü iş müzakeresinin zaptını özel evrakı ve yazışmalarını çok muntazam dosyalatır ve kovalardı.
İş hayatında çok disiplinliydi. Dürüst çalışır, vergisini muntazam öderdi. Her yapacağı girişimin, yeni işin Türkiye’ye katkısını ölçerdi. Üreterek para kazanılması gerektiğine inanırdı. “İstediğimiz kadar tedbir alalım, aile birliği ve bağlılığı devam etmezse müesseseler yıkılır” derdi.
* Vehbi Koç'un sizce en önemli üç özelliği neydi ?
Memleketine ve ülkesine çok bağlıydı. Aramızdan ayrılana kadar her memleket meselesine kafa yorup, çözümler üretir, bunları paylaşırdı. Bugün halen dilimizde ve yaşamımızda olan “Ülkem varsa ben de varım” söyleminin altını doldurarak yaşardı. Hayırseverdi, tutumluydu. Tasarrufa çok önem verirdi. Suyumuzu, elektriğimizi dikkatli kullanmamızdan, yaşam tarzımızın mütevazı olmasına kadar bize her konuda uyarıda bulunurdu. İhtiyacı olanlara düzenli yardım yapmayı benimsemişti. En büyük özelliği ise bu yardımların bilinmesini istememesiydi.
Daha sonra bu yardım ve hayır işinin kurumsallaşıp sürekliliğini sağlamak için Vehbi Koç Vakfı’nı kurdu. Vizyonerdi. Sadece bakmaz, ama görürdü. Bize yazdığı mektup ve verdiği nasihatlere baktığımızda 30-40 yıl önce söylediklerinin bugün doğru çıktığını görüyoruz. Karşısındakini can kulağı ile dinleyip kendini yenileyebilen bir yönü vardı.
* İçinden geçtiğimiz dönemi Vehbi Bey nasıl değerlendirirdi?
Bir kere Vehbi Bey sorumlu kişilere daima düşüncelerini, görüşlerini yazıyla bildiren bir insandı. Kim bilir şimdi kaç kişiye görüş ve düşüncelerini bildiren, ne mektuplar yazmıştı.
* Kültür sanata destek olmak adına projeler gerçekleştiriyorsunuz. Gerek Koç Holding bünyesinde gerek bağımsız bu anlamda herhangi bir projeniz var mı?
Uzun bir süredir üzerinde çalıştığımız ve gerçekleştirmeyi tüm Koç Ailesi olarak çok istediğimiz projemiz Yeni Sadberk Hanım Müzesi. Müzemiz 1980 yılında Türkiye’nin ilk özel müzesi olarak kuruldu, yurtiçi ve yurtdışı birçok etkinliğe ön ayak oldu, ödüller aldı. Kardeşim rahmetli Sevgi Gönül’ün çabalarıyla geçen 28 sene zarfında Sadberk Hanım Müzesi küçük bir müzeden orta ölçekli bir müze haline geldi. Dolayısıyla bulunduğu mekan yetersiz kalıyor. Çok kapsamlı, önümüzdeki 50 yılın ihtiyacını karşılayacak dünya standartlarında bir proje hazırlatıyoruz. Tek eksiğimiz yer. Bu konuda da çalışmalarımız sürüyor.
* Peki sizin en büyük idealiniz neydi ve bugün bu idealinizin ne kadarını gerçekleştirdiniz?
Ben Amerikan Kız Koleji’ni bitirdim. Sonra üniversite imtihanlarına hazırlanırken çok önemli bir hastalığa yakalandım. O da köpeklerden geçen bir parazitin yol açtığı bir hastalıktı. 9 defa ameliyat olmak mecburiyetinde kaldım. Japonya, Amerika, İsviçre, Almanya ve Türkiye’de çok değişik hastaneler gördüm, çok değişik yerlerde yattım. O vesileyle hemşirelik mesleğinin ne kadar önemli olduğunu anladım. Demek ki, Allah bana bir ideal, bir görev verdi, “Sen hemşirelerle uğraş” dedi. 1974’te Vehbi Koç Vakfı’nda bir fon kurdum, Vehbi Bey de bana destek oldu, o günden beri hemşirelik mesleğiyle çok yakından ilgileniyorum. O benim için ideal oldu.
* Bugüne kadar sizi en çok etkileyen en çok gurur duyduğunuz proje hangisi oldu?
Aslında, bugüne kadar en gurur duyduğum proje, Vehbi Koç Vakfı’nın ta kendisi. Bunu kurmasıyla övündüğüm kişi de Vehbi Koç’tur. 1969’da Vehbi Koç kendi hayırlarını kurumsallaştırarak, devamlılığını sağlamak amacıyla, ilk özel Türk vakfı olan Vehbi Koç Vakfı’nı kurarak diğer hayırseverlere örnek oldu. Babamla birlikte bir Londra seyahatinde Sakıp Sabancı Bey’e rastladık. O beni, ben de onu severdim. Uzun sohbet ve değerlendirmelerimiz sırasında, vakıf kurmalarını önerdim. Kafasına yattı. Türkiye’ye dönüşte Vehbi Koç Vakfı’nı inceledi ve Sabancı Vakfı’nı kurdu. Diğer hayırseverler de aynı yoldan geldi. Bu vakfın Türkiye’ye maddi katkısı ölçülemez derecede büyük. Vakfın icra komitesi başkanı olarak Koç Özel Lisesi, Koç Üniversitesi, 13 ilköğretim okulu gibi projelerimize en büyük katkı ve emeği Suna Kıraç yaptı. Koç Üniversitesi yapılırken, ben projenin maddi heybetinden ve çektiğimiz bürokratik engellerden bıkarak korkuyor, değecek mi diye düşünüyordum. Nitekim, Suna’nın sağlığına mal oldu. Fakat, şimdi o pırıl pırıl gençleri gördükçe, her şeye rağmen övünüyorum. Amerikan Hastanesi maddi imkansızlıklardan dolayı kapanmak üzereyken, Rahmi’nin ısrarıyla hastaneyi devralıp, başka bir yere taşıdık. Bugün uluslararası kriterlerde hizmet veren bir kuruluş.
* Pişmanlık duyduğunuz herhangi bir şey var mı?
Ben insanın hayatındaki avantajlardan yararlanması gerektiğine ve önüne gelenleri yaşamak mecburiyetinde kaldığına inanıyorum. Öyle bir pişmanlığım yok. Elimden geleni yaptım.
* Türkiye’nin en varlıklı ailesinin en büyük çocuğuydunuz, ama mütevazı bir hayat yaşamaya koşullandınız, çelişki yaşadınız mı?
Çocukken fark etmedim ama aile bizi öyle yetiştirmiş. Hiçbirimiz saçayım, şunu yapayım gibi bir şey hissetmedik. Öyle bir özlemimiz olmadı. Hatta ben böyle şeylerden hiç hoşlanmam. Herkes gayet normal hayatını yaşadı, üstüne düşen görevleri yaptı, acılar gördük, tatlı günler yaşadık. Yoklukla da yaşamadık, gayet normal bir hayatımız oldu.
“Çocukken Yadırgasak da İlerleyen Yaşlarda Babamı Anladık”
* Vehbi Bey Türkiye tarihine damgasını vuran bir kişilikti. Böyle bir babanın çocuğu olmak nasıldı? Babanızın hayatınıza etkilerini en çok hangi alanda gördünüz, hissettiniz?
Hırslı, Çalışkan Ve Disiplinliydi
Vehbi Koç hırslı, çok çalışkan, zeki, prensip sahibi, disiplinli, başkalarının fikir ve görüşlerine değer verip karşısındakileri can kulağıyla dinleyebilen, kendini yenileyebilen, gezerken sadece bakınmayıp görebilen bir insandı. Annem ve babam harp yıllarını, cumhuriyetin kuruluşunu yaşamış insanlardı.
Bize Hep Atatürk’ü Anlatırdı
Daima bize Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in kıymetini anlatırdı. Bizler de hep bu çizgide yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Türkiye’yi çok sever, çok dolaşırdı. Politik ve sosyal sorunlarla yakından ilgilenir, kendi katkılarını yapmaya çalışır, ülkeyi yönetenlere sık sık raporlarla görüşlerini veya eleştirilerini bildirirdi.
Hasis Olarak Bilinirdi Ama Aldırmazdı
Gösterişi hiç sevmez, israfa tahammül edemezdi. Onun için de Vehbi Koç hasis olarak bilinir, fakat o hiç aldırmaz, prensiplerinden asla fedakârlık etmezdi. Çocukken bazı tutumlarını yadırgasak da yaşımız ilerledikçe ondan öğrendiklerimizin ve prensiplerinin ne kadar doğru olduğunu anladık.
Sınırlar Çizdiler, Dirayeti Öğrettiler
Anne ve babamız gerek kişisel hayatımızda, gerekse iş hayatımızda bizlere genç yaşta sorumluluklar verdiler. Bize sınırlar çizdiler, aynı zamanda dirayetli olmayı öğrettiler. İlkeli ve prensipli yaşamayı, sadece vaaz etmeyi değil, uygulamaya geçmemizi, öğrenmemizi sağladılar.
“Kafa Yapısı Olarak Babama En Yakın Bendim”
* En büyük çocuk olmak size ne tür sorumluluklar getirdi?
Tabii her ailenin en büyük çocuğunun değişik sorumluluklar alması icap ediyor. Çocukluğumdan itibaren ailede sorumluluk alarak büyütüldüm. Annemin ölümünden sonra büsbütün onun yerini tutmaya, babamı yalnız bırakmamaya, annemi aratmamaya çalıştım. Zaten babamla kafalarımız da uyuşurdu. Sonra kardeşlerime büyük olmaya, ailenin birliğini tutmaya özen gösterdim.
* Düşünce yapısı olarak Vehbi Bey’e en yakın çocuğu siz miydiniz?
Evet. Vehbi Bey’in zekasına ve disiplinine en yakın Suna’ydı. Ben de Vehbi Bey’in öbür taraflarına en yakın kişiyim. Yani karakteri, insanlarla ilgisi, tevazu gibi özelliklerine…
* Yeğenlerinize de bir nevi annelik yaptınız değil mi? Onların yaşamında nasıl bir etkiniz oldu?
Biraz öyle oldu. İlişkimiz sürüyor. Yeğenlerim de aynı kültürde, aynı çizgide çocukluklarını geçirdikleri için onlar da aşağı yukarı bizlere uyuyor. Yaşları geçtikçe daha fazla “Aman gençliğimizde şunu yapmışız, niye yaptık” diye kendilerini daha da disiplin etmeye, daha da düzeltmeye çalışarak yaşlanıyorlar.
* Peki karakter olarak size en yakın olan hangisi?
En yakın diye bir şey yok. Üçünün ayrı ayrı çok sevdiğim, beğendiğim yönleri var. İnsan nasıl çocuğunu ayıramazsa ben de onları ayıramıyorum, üçünü de aynı derecede, aynı şekilde seviyorum.
“Sağlığım Müsaade Edene Kadar Çalışacağım”
“Sabah 6:30’da Kalkarım”
Sabah 6:30’da kalkarım. Biraz fazla dindarım, namazımı kılarım, ev halkı uyanana kadar o gün yapacağım işleri gözden geçiririm. Gazeteleri okurum, ondan sonra kahvaltımızı yaparız.
“İşe 11’de Başlıyorum”
Evimi toplarım, evdeki talimatları veririm, 11 gibi işe gelirim. Randevum olmadığı takdirde zaten 11’den evvel randevu vermemeye çalışırım. Benim bir Divan Otel’de bir de Koç Holding’te ofisim var.
“Her Gün Suna’ya Gidiyorum”
Gündeme göre günlük işlerimi yapıyorum. Bazen toplantılar oluyor bazen de özel randevu istiyorlar. İşte günler böyle geçiyor. Her gün saat 17:30 gibi kardeşim Suna’yı ziyarete giderim. Saat 19:30’a kadar onun yanında kalırım. Maalesef yemek yemem 20:30’u buluyor, bizim yaşlar için biraz geç oluyor. Ondan sonra evde televizyon izler, istirahat eder, vurur kafayı yatarız.
Annemin Ölümüyle Gelen Değişim
Daha genç yaşlarımda daha başka bir tempoyla çalışıyordum. Annemin ölümünden sonra o tempo başka alanlara kaydı. Babamın ölümünden sonra daha başka şeyler üstlenmek mecburiyetinde kaldım. Yaşlar geçtikçe de azaltmaya çalışarak devam ediyoruz. Herhalde iş hayatımı sağlığım müsaade ettiği müddetçe sürdürmeye devam edeceğim.
Nilüfer Gözütok
ngozutok@capital.com.tr
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?