TÜSİAD International Başkanı Aldo Kaslowski, yaşanan global krizin Türkiye açısından fırsata dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyor. Bunun yolu ise sürdürülebilir istikrardan, yatırım fırsatlarını da...
TÜSİAD International Başkanı Aldo Kaslowski, yaşanan global krizin Türkiye açısından fırsata dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyor. Bunun yolu ise sürdürülebilir istikrardan, yatırım fırsatlarını daha iyi tanıtmaktan ve gelişmekte olan diğer pazarlarla olan rekabette bir adım öne çıkmaktan geçiyor. Kaslowski, “Türkiye’nin hedefi, KOBİ’leri çekebilmek olmalı” diyor ve ekliyor: “Uluslararası devler, zaten bir strateji gereği pazara giriyor. Asıl konu, küçük ve orta ölçekli yatırımcıyı çekebilmektir. Avrupa’da da, aynı Türkiye’de olduğu gibi küçük ve orta işletmelerden oluşan ciddi bir ekonomi var. Türkiye’nin kendi fırsatlarını çok iyi anlatması lazım.”
“Yaşanan son ekonomik krizden sonra artık Batılı şirketler yeni bir yatırım stratejisine yönelmiş durumda. Çünkü, ellerindeki para artık çok daha değerli ve paranın yolu zorlaşıyor.” Bu sözler, Avrupa’yı çok yakından tanıyan, İtalyan asıllı bir iş adamına, TÜSİAD International Başkanı Aldo Kaslowski’ye ait. Onu özellikle AB ile ilişkiler konusunda yürüttüğü lobi çalışmalarından tanıyoruz.
Yıllarını Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini geliştirmeye adamış bir isim olan Kaslowski, 2007’nin siyasi gündem nedeniyle durgun geçtiğini, 2008’in ise global krizin etkisinde başladığını söylüyor. Ancak, ona göre, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bu tarz krizlere karşı çok daha temkinli olması lazım.
“Bizim Batılı ülkeler gibi durgunluk yaşama lüksümüz yok” diyen Kaslowski, her krizin bir fırsat yarattığına inananlardan. Etkisine girdiğimiz global krizin de Türkiye için bir fırsata dönüştürülebileceğini düşünüyor. En önemli fırsatlar ise Türkiye’nin dinamik yapısında ve coğrafi avantajlarında yatıyor. Global devlerin her türlü iklimde Türkiye’ye yatırım yapacağını belirten Kaslowski’ye göre Türkiye’nin yapması gereken, orta ve küçük ölçekli yatırımcıları da çekebilmek. Bunun için ise ilk olarak sürdürülebilir istikrarın devamı gerekiyor. Bürokrasinin azaltılması da orta ölçekli yabancı yatırımcıyı çekmek için yapılabilecekler arasında.
Aldo Kaslowski ile global krizin etkilerinden AB ile ilişkilere kadar geniş bir yelpazede konuştuk:
*ABD kaynaklı global krizin etkileri yayılıyor. Sizce kriz ortamının yatırımlara etkisi nasıl olacak? Krizde dibe vuruldu mu yoksa halen devam ediyor mu?
Bir gerçek var ki, bu global krizin yatırımlarla ilgili etkisi çok güçlü olacak. Çünkü, dünyadaki para sirkülasyonu düştü. Herkes, ‘dibe vurduk mu vurmadık mı’ diye soruyor. Henüz bu sorunun yanıtı bile belli değil. “Henüz dibe vurmadık ve bu kriz daha derinleşecek” diye bekleyen ciddi bir kesim var. Özellikle finans sektörü çok ağır bir darbe yedi ve bunun daha nereye kadar gideceğini kimse bilmiyor.
Şüphesiz ki bu kriz henüz bitmedi ve devam edecektir. Henüz dibe durup vurmadığımızı önümüzdeki aylarda hep beraber göreceğiz.
* Türkiye, bu kriz ortamını nasıl lehine çevirebilir?
Yaşanan son ekonomik krizden sonra artık Batılı şirketler yeni bir yatırım stratejisine yönelmiş durumda. Çünkü, ellerindeki para artık çok daha değerli. Piyasadaki paranın hem maliyeti yükseldi hem miktarı düştü. Bu da parayı çok daha değerli bir hale getirdi.
Bu yeni oluşumun içinde Türkiye önemli bir stratejik partner olarak bu konumunu koruyabilecek mi? Önemli olan budur. Bunun için ilk şart sürdürülebilir istikrarın olmasıdır. Hükümet ilk 5 yılında hakikaten çok başarılı performans gösterdi. Önemli olan bunun devam edip etmeyeceği… Dolayısıyla, yabancı yatırımcının en fazla önem verdiği konu kesinlikle sürdürülebilir istikrardır. İstikrarın olması yeterli değil, bunun 5-10 yıl sürdürülebilir olması çok önemli.
Artık yabancı yatırımcının tamamen farklı bir strateji yaratması gerekiyor. Zaten onlar da bunu yapıyor. Finansal kuruluşların kredi verme olanakları da değişti ve artık çok sıkı biçimde elekten geçiriyorlar. Paranın yolu zorlaşıyor. O yüzden Avrupalı’nın da her türlü yeni yatırım için çok ciddi bir araştırma yapması gerekecek. İşte Türkiye’nin bu hassas durumu kendi lehine çevirebilmesi çok önemli. Her kriz aslında bir fırsat da yaratır. Türkiye bundan bir fırsat yaratabilir ve yaratmalıdır da…
* Ne tür fırsatlardan bahsediyorsunuz?
Avrupa’da rekabetçilik düştü, maliyetler yükseldi, yaşlandığı için inovasyon ve yenilikçilik kalmadı. Bunun için de Avrupalı yatırımcı kendine yeni pazarlar arıyor. Türkiye’nin bu fırsatı kaçırmaması lazım.
Diğer alternatif pazarlara, BRIC ülkelerine kıyasla taşıdığı avantajları göstermesi ve yatırımları kendine çekebilmesi lazım. Türkiye’nin yıllık doğrudan yatırım çekme potansiyeli 35 milyar dolar civarındadır. Buna ulaşabilmek için ne yapılması gerekiyorsa yapılmalı ve kriz ortamından fırsatla çıkılmalı.
Yatırım anlamında Türkiye’ye sadece büyük, çokuluslu şirketlerin değil, orta ve küçük ölçeklilerin de gelmesi lazım. Büyük, uluslararası devler, zaten bir strateji gereği pazara giriyor. Türkiye’de enflasyon yüzde 100 olsa bile uluslararası devler bu pazarda olur. Asıl konu, küçük ve orta ölçekli yatırımcıyı çekebilmektir. Avrupa’da da, aynı Türkiye’de olduğu gibi küçük ve orta işletmelerden oluşan ciddi bir ekonomi var. Dolayısıyla bu işletmelerin bir yere gidebilmeleri için Türkiye’nin kendi fırsatlarını çok iyi anlatması lazım. Örneğin ekonomik olsun, bürokratik olsun, çeşitli nedenlerle buradan kaçıp Polonya’ya, Romanya’ya giden yatırımlar var. Bunları kaçırmamalıyız.
* Bürokratik sorunlardan dolayı kaçan yatırımcılar olduğunu söylediniz. Yabancı yatırımcının Türkiye’de en fazla karşılaştığı sıkıntılar neler?
Bir kere Türkiye’de çok ciddi oranda kayıt dışı var. Oysa küçük ve orta ölçekli bir yabancının buraya gelip istihdam yaratabilmesi için tüm bu sorunların artık çözülmesi gerekiyor. Çünkü, orta veya küçük boy bir işletme, bir dünya devi gibi kalkıp tek başına gelemez. Kesinlikle bir ortaklıkla gelecektir, başka seçeneği yoktur. Yüzde 50 olarak telaffuz edilen bir kayıt dışı ortamında buraya gelecek Avrupalı işletmenin yapacağı joint venture’da yüzde 50-50 şansı olması gerekir ki yanlış birine düşmesin… Bu çok yüksek bir risk. Kayıt dışı ekonomi hiçbir ülkede sıfır değildir. Ama burada çok yüksek. Bununla ciddi anlamda mücadele edilmesi gerekiyor.
Öte yandan bürokraside de bir istikrar yaratmamız lazım. Belki bir yatırım için artık 700 imza gerekmiyor ama 2 imza ile de iş bitmiyor. Bazı sorunlar var ki bunların kesinlikle çözülmesi şart. Örneğin istimlak konusu. Bu yabancı yatırımcı için çok önemli bir soru işareti. İstimlak olup olmayacağını bize açık açık soruyorlar. Promosyon Ajansı “Kesinlikle öyle bir risk yok, benim garantimde” diyor. Ama bu inandırıcı olmuyor. Çünkü, belediyelerin kanunen istedikleri zaman yüzde 40’a kadar istimlak etme hakları var. Ve ediyorlar da…
Bunun örnekleri de yaşandı. Hem de yabancı yatırımcıların başına geldi. Tabii yeni gelecek olan bir yatırımcı tüm bunları araştırınca, bu tip olumsuz durumları da öğreniyor. Devletin bir yetkilisi “İstimlak yok, benim garantimdesiniz” derken, diğer yetkilinin istimlak yapıyor olması da istikrarsızlıktır.
* Diğer yandan da AKP’nin kapatılma davası sürüyor. Bu durum Türkiye’nin dışarıdaki görüntüsünü nasıl etkiliyor? Yatırımcıda bir çekingenlik yaratıyor mu?
Geçen yıldan bu yana devam eden siyasi krizimiz yabancıların kafasında tabii ki soru işaretleri yaratıyor… Ama şöyle bir durum da var, çok fazla önemsemiyorlar. Bunu bir iç siyaset meselesi olarak görüyorlar. “Nasılsa demokratik bir ülkesiniz ve demokratik kurallar çerçevesinde bunu çözeceksiniz” diye bakıyorlar. Yeter ki istikrar devam etsin.
Yaşadığımız yargı konusu, kim haklı-kim haksız tartışmaları tabii ki tatsız durumlar, ama yabancı yatırımcı açısından bakarsak ilk planda bu konuyu değil sürdürülebilir istikrarı önemsiyorlar. Çünkü, onlar ve bizim için asıl önemli olan Türkiye’nin ekonomik performansıdır. Dolayısıyla, bizim reaksiyonlarımızı takip ediyorlar. Eskiden en ufak siyasi bir kriz derhal borsada sorun yaratıyordu, artık öyle bir durum yok. Sonuçta bu da istikrar anlamına geliyor.
* Birçok AB yetkilisi, AKP’nin kapatılma davasıyla ilgili olarak ilişkilerin askıya alınma olasılığına dikkat çekiyor. Bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pek tabii ki bu tarz açıklamalar, Türkiye’ye gelmeyi düşünen, yatırım yapmayı planlayan kesimin kafasında ciddi bir etki yaratıyor. Bizim yapmamız gereken en önemli şey bu durumdan bir fırsat yaratmak olmalı.
AB tarafından son yapılan açıklamalar sürekli “Sizde demokrasi tam oturmadı, ilişkilerin askıya alınması gündeme gelebilir” tarzında… Sonuçta zaten Türkiye’nin AB yoluna karşı olan, bu gidişi istemeyen bir kesim var. Tüm bu açıklamalarla, Türkiye’yi zaten AB’de görmek istemeyenlere koz verilmiş oluyor. Biz bıkmadan, sıkılmadan bu mücadelemize devam etmeliyiz.
Yapısal reformlarımız devam ettiği sürece duraklama veya askıya alınma gibi bir durum söz konusu olamaz. Korkunç sonuçlar verir. Üstelik bu olumsuz sonuçlar sadece Türkiye için de olmaz. Aynı zamanda Avrupa Birliği de bundan çok olumsuz etkilenecektir. Bunu da bir araya geldiğimiz tüm toplantılarda ve ikili görüşmelerde AB yetkilerine net biçimde söylüyoruz. Söylemeye de devam edeceğiz.
Bu tip sorunlar her ülkede olabilir. Onların sorunları da hiç az değil… Bize bir çifte standart uygulanmamalı. Eğer bizi istemiyorlarsa bunu açıklıkla dile getirmeliler.
* Son gelişmeler Türkiye’ye dönük yatırım iştahında bir değişiklik yarattı mı? Özelleştirmelere olan ilgi ve talep de bir değişiklik olur mu?
Sonuçta biz 2008 özelleştirme programında bir erteleme beklemiyoruz ama tüm bu yaşananlar nedeniyle havada böyle spekülasyonlar da var. Örneğin Milli Piyango İdaresi’nin özelleştirilmesi şimdiye kadar toplam 3 kez ertelendi. Dolayısıyla, MPİ ile ilgilenen bir İtalyan şirketinin “Yine bir erteleme olabilir mi?” diye sorduğunu bizzat biliyorum. Bunlar bizden kaynaklanmıyor ama demek ki bu tarz söylentiler de oluyor.
Devam eden yargı süreciyle ilgili iş dünyası olarak yaşadığımız en büyük endişemiz, önceliğimiz olan AB ilişkileri ve ekonomik istikrardaki gidişin olumsuz etkilenmesi riskidir. Sonuçta, görünen o ki, bu siyasi sorunlar maalesef birkaç ayda bitmeyecek. Belki yıl sonuna kadar devam edecek. Bu uzun bir süreçtir. Türkiye, bu süreçte, önceliği olan konulardan uzaklaşılmamalı, eli zayıflamamalıdır.
* Raymond James Türkiye tarafından yayınlanan rapora göre Türkiye, 2008’de 37 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye çekme potansiyeline sahip. Ancak gerçekleşmesi beklenen rakam 23 milyar dolar. Sizce bu rakama ulaşılır mı?
Tabii bu rakama özelleştirmeler de dahil. Eğer özelleştirmelere plan dahilinde devam edilir ve başarılı biçimde yapılırsa rahatlıkla ulaşılır. Sonuçta bu yıl birçok önemli özelleştirme yapılması planlanıyor. Karayolları, enerji, Petkim, Tekel…
Eğer tüm bu özelleştirmeler gecikmeden gerçekleştirilirse 23 milyar dolarlık rakama ulaşmak hiç zor olmayacaktır. Geçen yıl da yabancı yatırım açısından çok başarılı bir yıl olmuştu. 19 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım geldi. Son yıllarda ciddi anlamda yükselen bir trend söz konusu.
* Bu yıl gelişmekte olan piyasalara 220 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girmesi bekleniyor. Türkiye'nin payı ise yüzde 10 düzeyinde. BRIC ülkeleri ile Türkiye’yi kıyasladığınızda avantaj ve dezavantajlarımız neler?
Yabancı yatırımcı Türkiye’ye ucuz işçi maliyeti için gelmez. Şüphesiz gelişmiş AB ülkelerine nazaran daha ucuzuz ama yeni üyelere nazaran da daha pahalıyız. Yabancı yatırımcı işçilik kalitesi için, genç nüfus için, yenilikçilik ve inovasyon için, pazarın büyüklüğü için gelmeli. Yabancılara da bunu açıklıkla söylüyoruz.
Ayrıca Türkiye’nin bölgesindeki sinerjisi de çok önemli. Çünkü, bölge ülkeler açısından baktığınızda Türkiye, Batılı veya ABD’li yatırımcılar için çok önemli bir platform. Türkiye, aynı zamanda Avrasya bölgesindeki birinci yatırımcı konumunda. Bu da Türkiye’nin önemli avantajlarından ve potansiyellerinden biri.
Ama söylediğim gibi paranın gelmesi için ilk ve en önemli şart, sürdürülebilir istikrardır. Kendi şirketim için konuşuyorum, biz bile Brezilya’ya gideceğimiz zaman her şeyi araştırıyoruz. Kaldı ki Brezilya’nın kaynakları Türkiye’den çok fazladır. Dış ticareti her yıl 400 milyar dolar pozitiftedir. Türkiye Brezilya ile kıyaslandığında henüz bu noktadan çok uzakta, kabul etmek lazım.
Ancak başka çok önemli avantajlarımız var. Öncelikle özellikle Avrupalı yatırımcı için coğrafi bir avantaj söz konusu. Sadece o da değil. Her türlü şikayetimize rağmen demokratikleşme sürecimiz çok hızlı biçimde ilerliyor. Çin, Rusya veya Hindistan için bunları söylemek pek mümkün değil. Tabii dezavantajlar da var. Bir kere hacim olarak daha küçüğüz.
* Özelleştirmeler bu yıl tamamlanırsa, sonraki süreçte doğrudan gelecek yatırımlarda özelleştirme kalemi olmayacak. Yabancı yatırımlardaki bu yükselişin devamı için neler yapılmalı?
Ekonomide çok önemli bir kural vardır. Bir insanın bir yerden başka bir yere gitmesi kolaydır. Vizesini alır gider. Ama parasının gelmesi için ekonomide sürdürülebilir bir istikrar olması, para kazanabilmesi ve rekabet ortamının olması şart. Bu açıdan Türkiye’nin yapısal reformlar konusundaki eksikliklerini bir an önce tamamlaması lazım. Türkiye’nin ihtiyacı olan yatırımcı, katma değer yaratacak yatırımcıdır. İstihdam sağlayacak yatırımcıdır. Özelleştirmelerde istihdam yaratmıyorsunuz. Tersine, alan şirket mevcut istihdamı da azaltıyor. O işletmenin verimli olması için tabii ki bunların yapılması lazım. Ama istihdam yaratılmıyor, bunu görmeliyiz. Özelleştirme kötü bir şey değildir, yapılması gerekir. Hatta Türkiye bu konuda çok geride kaldı. Bir an önce kalanların da bitirilmesi şart. Özelleştirmeler, her yıl, yabancı sermaye girişinde görünecek bir yemlik kalsın diye ağırdan alınmamalı. Doğrudan yatırımlardan anlamamız gereken, ülkeye direkt gelecek ve sıfırdan istihdam yaratacak yatırımlardır. Eğer ki bahsettiğimiz bu ortam sağlanırsa Türkiye’nin yıllık 30-35 milyar dolar civarındaki doğrudan yatırım potansiyelini yakalamaması söz konusu değil.
* Yabancı yatırımcının rotasına giren temel sektörler hangileri?
Ülkeden ülkeye çok değişiyor. Ancak dünyanın neresine giderseniz gidin en değerli yatırım alanı her zaman enerji olmuştur. Bunun dışında her ülkenin kendine has bir gücü var. Türkiye’de son yıllarda dikkat çeken alanlardan biri de perakendecilik. Bu konu bence çok önemli. Bu alanda Türkiye ile Batılı ülkeler arasında fevkalade başarılı joint venture sahaları var. Çünkü Batı ile Türkiye’nin ihtiyaçları örtüşüyor. Sadece perakende veya tekstil için değil, birçok farklı sektör için geçerli. Yazılım ve sağlık sanayi de hızlı şekilde gelişiyor. Yapılacak çok şey var.
* Siz aynı zamanda Dünya İtalyan Girişimciler Konfederasyonu’nun Türkiye başkanlığını da yürütüyorsunuz. Derneğinizin kurulma fikri nasıl doğdu?
Dünyadaki İtalyan Girişimciler Konfederasyonu, 2004’te Roma’da kuruldu. Dünya genelinde İtalya sınırları dışında yaşayan İtalyan asıllı nüfus 6 milyondur. Bu 6 milyonun birçoğu, kendi yaşadıkları ülkelerde çok nüfuzlu isimler. Bir İtalyan bakan, “Bu kadar ciddi ve nüfuzlu bir kitle varken biz neden bu sinerjiyi kullanamıyoruz” dedi. Ve fikir kabul gördü. Bunu kurarken 11 tane de başkan vekili seçildi. Bunlardan biri de benim.
* Faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
Bizim bölgemizin adı, CIIM EurAsiaMed (Avrasya-Akdeniz). CIIM EurAsiaMed, bünyesinde toplam 21 ülkeyi barındırıyor. Amacımız girişimciler arasında bir ağ oluşturmak. 15 bin iş adamından oluşan çok kuvvetli bir ağımız var. Üyeler, deneyimlerini paylaşıyor, lobi çalışmaları yapıyor. Bu çok önemli bir sermaye bence. Tüm dünyada yaşayan Türkler için de kurulabilecek bir organizasyon örneği oluşturabileceğini düşünüyorum.
* Sizce Türkiye’deki İtalyan yatırımların miktarı yeterli mi? Oldukça düşük olduğu gözleniyor.
Evet, Avrupa ve genel olarak kıyasladığımızda Türkiye’deki İtalyan kökenli doğrudan yatırımcıların oldukça düşük olduğunu görüyoruz. Çok ciddi bir yatırım olduğu söylenemez. Ama özellikle son zamanlarda Türkiye’ye dönük ciddi çalışmalar yürütülüyor. Çok yakından izliyorlar. Gelenler de oldu, gelecek olanlar da var.
İtalyanlar, İhaleleri Bekliyor
* Özelleştirme ihaleleriyle yakından ilgilenen İtalyan gruplar var. İsim veremem ama Milli Piyango İdaresi’nin özelleştirmesiyle ilgilenen iki büyük grup var.
* Otomotivdeki yatırımlar tüm hızıyla artarak sürecek. Hatta yeni yatırımlar olacak. Türkiye, yakın zamanda otomotivde dünyadaki sayılı platformlardan biri olacak.
* Gebze ve İzmir otoyollarının özelleştirmesine ilgi gösteren İtalyan firmalar da bulunuyor. Enerji dağıtımı, gaz dağıtımı, demiryollarına da çok ilgi gösteriyorlar.
* Bankacılık ve finans alanında mevcut olanların yatırımları zaten sürecek. Bunun dışında beklemede olan ve yakın zamanda pazara girmeyi planlayan bir İtalyan finans grubu daha var. O da yakında gelecektir.
“Bölgesel Yerine Sektörel Teşvik Lazım”
Her Sektörün İhtiyacı Farklı
Şimdiye kadar hükümetler tarafından yatırım ve teşvik konularına hep bölgesel bakıldı ve hata yapıldı. Oysa sektörel yaklaşılması lazım. Global anlamda yatırımların çekilmesi için sektörel bakmak gerekiyor. Çünkü her sektörün ihtiyacı farklıdır. Vergi avantajı veya teşviklerden bahsetmiyorum. Onlar genel olarak aynı olabilir. Ama her sektörün çok spesifik ihtiyaçları vardır. Bunlara dönük çözümler yaratılmalı.
Doğu’ya Gitmem Faydasız
Mesela kendi sektörümden kimya örneği verirsem, en önemli lojistiğimiz deniz kenarında olmaktır. Çünkü hammaddemiz petrokimyadır ve en ucuz yolu tankerlerle gelmesidir. Oysa öyle bir yer yok! Bize diyorlar ki, “Şahane teşvikler veriyoruz, Gaziantep’e git.” Ben Gaziantep’e gidip ne yapayım? Bedavadan da verseler denizi getirmedikleri sürece gidemem! Bu çok basit bir örnek. Aynı durum tüm sektörler için geçerli.
Ekonomi, Seçim Yatırımı Olamaz
Artık nihayet Ankara ve oradaki yöneticiler bu gerçeği yavaş yavaş anlamaya başladı. Ama bence Türkiye bu anlamda geç bile kaldı. Şimdiye kadar konuya hep bölgesel bakılması hataydı. Benzer hataları Avrupa’da da yaptılar. Bunlar, oy için yapılan yatırımlardır, seçim yatırımlarıdır. Her ülkede oluyor. Oysa böyle çözüm üretemezsiniz. Ekonomiyi sadece bir seçim yatırımı olarak göremezsiniz.
Yasemin Erdoğan
yerdogan@capital.com.tr
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?