Bölgemizde büyüyeceğiz

Aksoy Holding Kurucusu Erdal Aksoy ile başarı hikayesini ve gelecek planlarını konuştuk...

17.01.2019 15:08:000
Paylaş Tweet Paylaş
Bölgemizde büyüyeceğiz

Yarım yüzyılı aşan deneyimiyle Erdal Aksoy hala iş dünyasının en başarılı girişimcilerinden. Çocuk yaşlarda atıldığı iş hayatında hep çok çalışmaya odaklandı. Üniversite eğitimi sonrasında yapılmayanı yapma tutkusu onu genç yaşında en güçlü iş insanlarının arasına soktu. Akaryakıt istasyonlarıyla girişimciliğe başlayan Aksoy, gemi inşasıyla büyük bir atılım gerçekleştirdi. 1979 yılında 36 yaşında Türkiye’nin vergi rekortmenleri listesinde beşinci sırada yer aldı.90’larda Turcas, 2000’li yıllarda Shell ile yaptığı atılımlarla dev bir grup yaratan Aksoy, bugün Aksoy Holding çatısı altında 15 şirket ve 30 iştiraki yönetiyor. Toplam 1.600 çalışanla 3 milyar TL’lik bir ciro yaratıyor. Son yıllarda yönetimi çocukları Batu ve Banu Aksoy’a delege eden Aksoy bundan sonrasında çocuklarıyla birlikte grubu bölgesel olarak daha güçlü bir noktaya taşıyacak. Aksoy Holding Kurucusu Erdal Aksoy ile başarı hikayesini ve gelecek planlarını konuştuk: 

 İş hayatınızda kaçıncı yılınız doldu? 

 1943 doğumluyum. Müteşebbis bir aileden geliyorum. Okulla iş hayatıma başlamam hemen hemen aynı zamanda oldu. 

Aileniz ne iş yapıyordu?

 Babam Erzurum’da büyük çapta odun, kömür, kereste işleri yapardı. Bu ortamda iş hayatına başladım. Daha ilkokula başlamadan Erzurum’dan İstanbul’a gidip geliyordum. Çok küçük yaştaydım. Karadenizlilerde erkek çocukları işe getirip götürmek, işe oturtmak adettir. Babam Batum doğumluydu. Batum’un sosyal hayatını gördüğünden tarihi bir karar veriyor ve “Çocuklarımı daha iyi bir ortamda yetiştirmem gerekiyor” diyor. Bu doğrultuda çok büyük bir cesaretle bizi İstanbul’a taşımaya karar verdi. Sarıyer’e geliyor ve büyük bir arazi içinde tarihi bir köşkü alıyor. Büyük araziyi, biraz da ileriyi düşünerek satın alıyor. Biz o köşkte yaşamaya başladık. 

İstanbul’a geldiğinizde kaç yaşındaydınız?

 5 yaşındaydım. Ben 2’nci çocuğum. Köşkte tam bir çiftlik hayatı yaşıyorduk. Sarıyer’de Pertevniyal İlkokulu’nda okumaya başladık. Bir süre sonra babam bu sefer tekrar tarihi bir karar verdi. “Bu çocuklar İstanbul’da büyüyor ama onların Anadolu örf adet ve terbiyesini de görmelerini sağlamam gerekiyor” dedi. Okullar tatil olunca aileyi topladı ve bizi Erzurum’a taşıdı. 3-4 ve 5’inci sınıfı Erzurum’da okudum. O zaman hayat daha kolaydı. Orada gördüğüm kültür, terbiye, duygu, Nene Hatun’un kurtuluş hikayesini yerinde öğrenmek bize çok farklı bir kültür ve eğitim kaynağı oldu. Erzurum İlkokulu’nu bitirdim. O 3 yılın hayatımın şekillenmesinde rolü büyüktür. Okurken aynı zamanda babamın işinde çalıştım. İlkokulu bitirince tekrar İstanbul’a döndük. Babam orada kaldı. Ortaokulu Sarıyer Ortaokulu’nda, liseyi Kabataş Lisesi’nde okudum. Sonra da kıymetli bir öğretmenimin teşvikiyle İTÜ’de Elektronik Mühendisliği’ne girdim. O tarihte elektronik mühendisliğini kimse bilmezdi. Üniversiteyi bitirdikten sonra ne yapacağımı bilmiyordum, çünkü Türkiye’de bu konu çok yeniydi. 

Bütün bunlar olurken babanız hala Erzurum’da mıydı?

 Babam oradaydı ve üniversiteden sonra babamı İstanbul’a getirmenin çarelerini arıyordum. Bir taraftan üniversiteye giderken, üniversite bittikten sonra ne olacak diye de düşünüyorum. Bu arada oturduğumuz yer olan Zümrüt Evler Mahallesi’nde de büyük bir değişim yaşanıyordu. Giderek daha fazla konut yapılıyordu. Bizim de geniş arazimiz vardı. Oradan sermaye yapmaya başladık. Parsel olarak satıyorduk. Babam bir taraftan işleri tasfiye ederken, bir taraftan da bu araziyi parselleyip satıyordu. Üniversiteyi bitirince Erzurum’u tamamen kapattık. Babamı da bir nevi emekli ettik. O parsellerin en uç noktasında kendime bir proje yaptım. İçinde yazlık sinema, dükkanlar, mağazalar ve kendimize ev vardı. Dükkanların bir kısmını babam işletiyordu, bir kısmını da kiraya veriyordu. Sinema fikri bana aitti. O zaman Sarıyer’de bir sinema vardı. İlgi göreceğini düşünüp biz de yaptık. 

Bu arada üniversite devam ediyor mu?

 Üniversiteyi bitirmiştim ancak üniversite camiasından korkarak kaçıyordum. Çünkü, bazı hocalarım üniversitede kalmamı istiyorlardı. Ben onun yerine bir şirkete gireyim diye düşündüm. O zamanlar elektronik denince akla neredeyse bir tek Grundig gelirdi. Ben de oraya müracaat ettim. Hemen ertesi gün aldılar beni. Üniversite devresinde Almanya’da ihtisas yapmıştım. Onlara çok uygundum. Fakat hayal kırıklığına uğradım. Çünkü, hiçbir şey yapılmıyordu. Almanya’dan mallar geliyor, parçalanıyor, ayrılıp piyasaya veriliyordu, 3 ay bile kalmadan ayrıldım. “Uluslararası işler yapmam gerek” dedim. Benim dedem zamanında ‘uluslararası iş yapmak’ için Sürmene’den kalkmış Batum’a gitmiş. Ben de onun yolundan gideyim diye düşündüm. Uluslararası iş deyince aklıma enerji geldi. Bizim arazimizin bir noktası istasyon yapmaya uygundu. Hemen BP ve Shell gibi şirketlerle görüşmeye başladım. Bir süre sonra Mobil ile ilk istasyonu açtım. Fakat gördüm ki istasyon işi beni tatmin etmiyor. Mobil’e gittim, ‘Sizin en büyük bayiniz ne kadar iş yapıyor’ dedim. Onlar da en büyük bayilerini saydılar; Suadiye, Şişli vs. Bunun üzerine onların üzerine nasıl çıkarım düşüncesi oluştu. Büyümek için ilk yaptığım arabayla şirketleri dolaşmaktı. Her sabah elimde bir çantayla Topkapı’daki fabrikaları gezerdim. Bir bölümünün sahibini ya da sahibinin çocuklarını tanırdım. Elimde harita bölgeleri dolaşıp, ‘Senin yakıtını ve maden yağını ben vereyim’ diyordum. Düşünün ayaklarına kadar gidiyordum. 

Bu size bir büyüme sağladı mı?

 İstasyonun yanı sıra yeni bir büyüme fırsatı verdi. Fabrikaların ayağına hizmet götürürken, başka arayışlarım da devam ediyordu. O zaman Sarıyer’de balıkçı motorları vardı ve onlar büyük tüketicilerdi. Örneğin, siz istasyonda bir arabaya 3 litre yağ koyuyordunuz, oysa balıkçı motoru 20 teneke birden alabiliyordu. Aynı şekilde benzini de litrelerce alıyorlardı. Bu benim dikkatimi çekince, yeni bir iş alanı da yaratmış oldum. Baktım, balıkçılar tek bir bayiyle çalışıyor. Şöyle bir sistem vardı. Balıkçılar, anlaştıkları bayiden almak için bulundukları yerden Büyükdere’ye kadar geliyorlardı. Hem zaman hem para kaybediyorlardı. Rumeli Kavağı ve yakınlarında denizin üstüne istasyonlar yaptım. Depo 150 ton yakıt alıyordu. Bu tam bir maceraydı. Marinanın bir tarafında demir atmışım ve üzerine pompa istasyonlarını kurmuşum. Hem balıkçı motorlarına hem gemilere yakıt verebiliyordum. Öyle bir yere geldik ki 2 yıl önce birinci olan, örnek gösterilen bayiler benim gerimde kaldı. Böyle olunca Mobil, “Bu çocuğu kaçırmayalım” diye düşündü ve bana yeni işler önerdi. O zaman Bandırma’da Amerikan üsleri vardı. Oraya denizden yakıt vermemizi istediler. Ardından Türkiye’den geçen Amerikan gemilerine yakıt ve fuel oil ikmali işini bize verdiler. 

 Bu iş sizin için önemli bir dönüm noktası oldu mu? 

 Büyük bir hacme ulaştık. Bu arada evlenmiştim. Eşim Belkıs, benim gemi işine girmem gerektiğini söyledi. “Bak Erdal, senin bu işi yapman, mutlaka farklı bir segmente girmen lazım. Çok yoruluyorsun ama bunu mutlaka yap” dedi. Onun sözünü dinledim ve çok acele gemiler inşa ettirdim. Böyle bir koşuşturma içindeyken 1979’a geldiğimde, 36 yaşımda, vergi rekortmenleri listesinde ilk 5’e girdim. Gemiciliği sendikaya sokan benim. Armatörler Birliği’nde işveren sendikasını kurdum. İşveren sendikasında o dönemin en büyüklerinden Ziya Kalkavan, “Bu genç çocuğu başkan yapalım” dedi. Başkan oldum. Rahmetli Turgut Özal ve rahmetli Ekrem Pakdemirli, partiyi kurarken “Gel, parti kuracağız” dediler. Dolayısıyla Özal’ı kıramadım. Önce o başbakan yardımcısı oldu, sonra parti kuruldu.

Erdal Bey, sizin iş hayatınızda büyümeye giden dönüm noktalarınız neydi?

 Tüm yaptığım işlerde farklılığı aradım. O zaman da TV daha yeni çıkmış. İngilizlerin Falkland Adası çıkartması olmuştu. İngiliz askerleri denize döküldü. Bir de baktım geminin arkasından denize bir şey açıldı. Denizde yakıt ikmali yapılıyordu. O sırada da Irak’ta rafineri çalışıyor ve çok büyük miktarda fuel oil çıkartıyorlar. Fuel oil satacak endüstrileri de olmadığı için kullanamıyorlar. İran’ın da jet yakıtına ihtiyacı vardı. TV’de gördüğüm konuyu araştırmak için Londra’ya gittim. Araştıra araştıra şirketi buldum. “Biz orduya çalışıyoruz” dediler. “Vallahi kime yaparsanız yapın, ben müteşebbis olarak geldim. Bu malı kendi çözümüme göre bana üretmenizi istiyorum” dedim. Neydi benim çözümüm? Kamyonlar İran’a gidiyorlar, mallarını boşaltıyorlar, dönüşte de bomboş geliyorlardı. Ben ise katlanabilir ve basınca dayalı konteyner ile çözüm bulmuştum. 7,5 milyon dolarlık sipariş verdim. O zaman için çok büyük maceraydı. Ama çok büyük bir farklılık yarattım. Tüpraş’tan doldurduğumuz yakıtı Hopa Limanı’na getiriyor, kamyonlara doldurup İran’a gönderiyorduk. İranlılar mest oldu. Kamyonlar İran’a dolu gidiyor, Irak’tan dolu dönüyordu. Bu iş bizi büyümeye itti. 

Büyüme süreciniz nasıl devam etti?

 1980 öncesinde o zamanın Enerji Bakanı Deniz Baykal, Ataş Rafinerisi’ni kamulaştırma kararı aldı. Bunun üzerine yabancı akaryakıt şirketleri zora girdi. Bu sırada sıkıntıyı aşmak için Türkiye’deki yabancı bayi akaryakıt şirketlerini bir araya getirip, 1978’de TABAŞ diye Türkiye Akaryakıtlar Bayiler Anonim Şirketi’ni kurdum. Yabancı akaryakıt şirketleri olarak devletten bir tahsis alır, hayatımıza devam ederiz diye düşünmüştüm. Bir süre böyle gitti. Derken 1980’den sonra Özal serbest bıraktı. Şirketler de bayilerini geri çağırdı. TABAŞ’ı bitirelim dediler ama prensip olarak kurduğum bir şirketi devam ettirmek isterim dedim. TABAŞ’ı devam ettirdim ve işi büyütmeye karar verdim. O sırada dünyada Shell-BP birleşmesi oluyordu. Bu tip birleşmelerin sonuçlarını hesap etmeye çalışıyordum. Bir yandan da Türkiye’ye girmemiş yabancı akaryakıt şirketlerine bakıyordum. Bu çalışmalarımın sonucunda Conoco’yu ikna ettim ve 1995’te yüzde 25 ortak oldular. Oradan aldığımız sermayeyle büyümeye devam ediyorduk. Sonra daha büyük bir adım atayım, organik büyümeyle olmuyor dedim ve Türk Petrol’ü satın aldım. 1996’da TABAŞ’la Turcas’ı birleştirdim. Sonra biz bu ikisini 1999’da borsada birleştirdik ve adını da Turcas yaptık. 

 Bugünkü yapınızın temelleri o zaman mı atıldı? 

 Bir anlamda öyle… Ancak, 2000’lere geldiğimizde Türkiye’de büyük bir kriz oldu, şirketler ülkeyi terk etmeye başladı. Shell de bu sırada İtalya ve Yunanistan’dan çıktı. Ardından Türkiye’yi de satışa çıkardı. İhaleye çıkıldı. Çok sayıda grup bu ihaleyle ilgilendi. Ben o sırada çok gizli olarak Shell’e “Ne olur Türkiye’yi terk etmeyin” dedim. “Türkiye böyle badireleri atlatır, geleceği çok açıktır. Size öyle bir çözüm getireceğim ki Türkiye’de kalacaksınız” dedim. “Gelin ben bu iki network’ü birleştireyim, ortak olalım, çoğunluğu size vereyim” teklifinde bulundum. Kolay olmadı ama ikna ettim. Ortak olduğumuz yıl, 2006’nın ortasıydı. O yıl rekor kırdık. 2008’de dünyada Almanya’dan sonra 2’nci olduk. 2008’den sonra da dünyada hep 1’inci olduk. Bu birleşme hikayem Harvard’da örnek vaka olarak anlatıldı. 

Sizin bir de Conrad yatırımınız var...

 Rahmetli Özal’ın vizyonu çok ileriydi. Benim için onunla çalışmak büyük bir şanstı. Ben de aynı yapıdaydım. O da benim gibi elektrik elektronik mühendisiydi. Bana, ‘Türkiye’nin geleceği turizm” dedi. O zamanlar doğru dürüst otel de yok. Otel yapmazsak, turistin gelmeyeceğini söylerdi. O zaman düşündüm ve bir şehir oteli yapmaya karar verdim. O dönemde belki Türkiye’de 50-60 iş adamı otel yapmaya girişmişti. O günden bugüne benden başka otel sahibi bir tane dahi kalmadı. Çünkü çok zor bir işti, çok zarar etti. 

 Şu anda Aksoy Holding dediğimizde nasıl bir yapıdan bahsediyoruz? 

 3 ana iş kolumuz var; Birincisi turizm ve gayrimenkul, ikincisi Turcas altındaki enerji ve petrol, 3’üncüsü de uluslararası ticaret. Biz en büyük iki iştirakimizde Shell Turcas ve RWE Turcas’da yüzde 30 hissedar olduğumuz için bunları bilançomuza tam konsolide etmiyoruz. Özsermaye yönetimiyle konsolide ediyoruz. Dolayısıyla holding cirosu vermekten ziyade önemli iştiraklerimizin cirosunu holding içinde aktif büyüklük olarak paylaşıyoruz. Ve iştiraklerimizin toplam çalışan sayısını veriyoruz. Şu an turizm ve gayrimenkuldeki yatırım toplamımız yaklaşık 700-800 milyon dolar düzeyinde. Akaryakıt ve elektrikteki yatırım toplamımız 2 milyar doların üzerinde. Bir de daha küçük olan uluslararası ticaret kısmımız var. Aksoy Holding’in konsolide ettiği bilançosunun büyüklüğü yaklaşık 3 milyar TL civarında. Ama iştiraklerimizin cirolarına baktığınız zaman Shell Turcas’ın bu yıl beklenen cirosu 27 milyar TL’yi bulacak. RWE Turcas’ın cirosu yaklaşık 1 milyar TL, Conrad’ın cirosu 160-200 milyon TL arasında yılı tamamlayacak. 

 Holding çatısı altında kaç şirket var? 

 15 şirket barınıyor. Hem kontrol ettiğimiz hem yüzde 30 iştirak ettiğimiz şirketler var. Bunların toplam çalışan sayısı da 1.600’ü geçmiş oluyor. 

 Grubunuz için nasıl bir gelecek düşünüyorsunuz? 

 Ben bölgenin potansiyelini, Orta Doğu’daki problemlere rağmen çok büyük görüyorum. O potansiyelden elbette en büyük payı teknoloji alacak. Batı teknolojileriyle beraber en büyük potansiyel en hazır vaziyette olan Türkiye’de oluşacak. Bugün değerlerimizde hak ettiğimiz yerde değiliz. Tüm bu emekleri ben Amerika’da verseydim, bambaşka bir noktada olabilirdim. Çünkü, kimse bizim gibi çalışmıyor. Ben Türkiye’nin, bölgenin geleceğini çok iyi görüyorum. Biriki yıl daha sıkıntı çekebiliriz. Ancak, büyük yanlışlıklar yapmazsak bundan sonrasının çok iyi olacağı kanaatindeyim. 

Kendi grubunuz için 5 yıl sonra nasıl bir gelecek düşünüyorsunuz?

 Benden çok çocukların yönetimine bağlı olacak iş. Onlar belki benim kadar atak olur ya da olmaz bilemiyorum. Grubumuzun geleceğini de iyi görüyorum. Önümüzdeki 5-10 yıllık stratejimizi belirledik. Turcas ve Aksoy Holding’e baktığınız zaman varlıklarının yüzde 99’u Türkiye’de. Bir sonraki adımı atmak için yavaş yavaş hazır olduğumuzu düşünüyorum. Mevcut sektörlerde biraz bölgesel büyümek istiyoruz. Türkiye’de sektörel çeşitlendirmeyi yaptık. Şimdi coğrafi çeşitlendirme yapmak istiyoruz. Şu anda yurt dışına bakıyoruz. Her şeyi sıfırdan yarattık. Onu da bölge ülkelerde yaymak istiyoruz.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz