Texas Üniversitesi Lyndon B. Johnson Kamu Politikası Okulu’nda görev yapan Prof. James K. Galbraith, sorulamızı şöyle yanıtladı...
Tuba İlze
tilze@capital.com.tr
Prof. JAMES GALBRAITH, ekonomik krizlerin temeline inen analizleriyle tanınıyor. Yüksek faiz oranlarının ekonomiyi yavaşlatmakla kalmayıp finansal sistemde büyük baskılar yarattığını vurguluyor. Krizlerin yönetiminde daha proaktif yaklaşımların benimsenmesi gerektiğini savunan Galbraith, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için bağımsız ekonomik politikaların önemine vurgu yapıyor ve “Küresel ekonomide çok kutuplu bir düzen artık kaçınılmaz. Ne yazık ki çoğu ülke küresel finansal güçlerin merhametine kalmış durumda. Bu da ülkelerde yaşanan eşitsizliği besliyor” diye konuşuyor.
ABD’nin önde gelen ekonomistlerinden Prof. James K. Galbraith, dünya ekonomisi üzerine yaptığı derin analizlerle tanınıyor. Babası Prof. John Kenneth Galbraith gibi eleştirel ve yenilikçi bakış açısıyla ekonomik düşünceye önemli katkılarda bulunan Galbraith, aynı zamanda çok satanlar listesine giren pek çok ekonomi kitabının da yazarı. Özellikle faiz oranları, ekonomik yaptırımlar ve geniş çaplı ekonomik politikaların etkileri üzerine odaklanan Galbraith, günümüz ekonomik krizlerinin kökenine inen analizleriyle dikkat çekiyor ve yüksek faiz oranlarının finans piyasaları üzerindeki yıkıcı etkilerini derinlemesine inceliyor. Ekonomik modeller ve tarihsel veriler ışığında mevcut piyasa çöküşünün uzun zamandır kaçınılmaz olduğunu söyleyen Galbraith, “Yüksek faiz oranlarının sadece ekonomiyi yavaşlatmakla kalmayıp aynı zamanda borsa üzerinde büyük bir baskı yarattığını görüyoruz” diye konuşuyor. Kurduğu ekonomik analizlerin merkezine bu modeli yerleştiren Galbraith, borsa çöküşünün arkasındaki nedenlerin basit piyasa dalgalanmalarından çok daha derin olduğunu belirtiyor ve ekonomik krizlerin yönetiminde daha proaktif yaklaşımların benimsenmesi gerektiğini savunuyor. Türkiye ve benzeri ülkelerde güçlü iç kurumlar oluşturulmasının ve sermaye akışlarının kontrol altında tutulmasının son derece önemli olduğunu da vurgulayan Galbraith, “Türkiye’de ülkenin durumunu iyi anlayan ve ülkenin çıkarlarını gözeten birçok yetenekli ekonomist bulunuyor “ diyor. Ekonomik eşitsizlik, makroekonomik politika ve finansal krizler üzerine kapsamlı çalışmalara sahip olan ve Texas Üniversitesi Lyndon B. Johnson Kamu Politikası Okulu’nda görev yapan Prof. James K. Galbraith, sorulamızı şöyle yanıtladı:
Türkiye gibi ülkelerde şu anda uygulanmaya çalışılan tasarruf ve yüksek faiz oranlarına odaklanan makroekonomik politikaları eleştiriyorsunuz. Sizce bunun yerine ekonomik istikrar ve büyümeyi sağlamak için hangi alternatif yaklaşımlar dikkate alınmalı?
Ekonomik istikrar ve büyümeyi sağlamak için geleneksel makroekonomik politikaların ötesine geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle büyük bütçe açıkları gibi genişletici mali politikalar ekonomik büyümeyi destekleyebilir ve istihdamı artırabilir. Ancak bu politikaların sürdürülebilirliği, ülkelerin küresel rezerv para birimlerine erişimine ve mali bağımsızlıklarına bağlı. Tasarruf politikalarına karşı direnmek isteyen ülkeler, sermaye kontrolleri ve güçlü iç kurumlar oluşturarak ekonomik bağımsızlıklarını korumalı. Ayrıca enflasyon kontrolüyle ekonomik büyüme arasında dengeli bir politika izlenmesi, özellikle düşük faiz oranları ve genişletici mali politikalarla mümkün.
ABD ekonomisi pandemi sürecinde büyük bütçe açıkları sayesinde büyümeyi ve istihdamı sürdürebildi. Diğer ülkeler ABD’nin bu yaklaşımından ne gibi dersler çıkarabilir?
Evet, pandemiden bu yana ABD ekonomisinin büyük bütçe açıkları sayesinde ekonomik büyümeyi ve istihdamı sürdürebildiğini gördük. Bu açıklar, hane halkının likiditesini korumasına ve iş dünyasının ayakta kalmasına olanak tanıdı. Ancak burada ABD’nin durumunun istisna olduğunu belirtmek gerek. Çünkü dolar dünyanın önde gelen rezerv para birimi olarak konumunu koruyor. Bu durum sonsuza dek devam etmeyebilir. Ancak şu ana kadar doların alternatifi olabilecek başka bir para birimi de ortaya çıkmadı. Bununla birlikte ABD’nin dünya üzerindeki gücünün temel dayanakları olan askeri, sanayi ve teknolojik üstünlüğü zamanla aşındı ve bu durum giderek daha fazla fark edilmeye başlandı. Bu süreç, 20’nci yüzyılın ortalarında Britanya İmparatorluğu’nun gücünü kaybetmesine benzetilebilir. ABD, Britanya’dan daha büyük ve güçlü bir devlet olmasına rağmen sanayi, askeri ve teknolojik temeller zayıfladığında finansal gücün ne kadar süre dayanabileceği ucu açık bir soru.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için hangi ekonomik politikaları önerirsiniz?
Bu tür ekonomilerde karşılaşılan en büyük zorluklardan biri, ekonomik bağımsızlığın sürdürülebilmesi ve dış finansal baskılara karşı direnç gösterebilmektir. Bu bağlamda güçlü iç kurumlar oluşturulması ve sermaye akışlarının kontrol altında tutulması son derece önemli. Özellikle sermaye kontrolünün ekonomik istikrar ve bağımsız para politikası izlenmesi açısından kritik bir rolü olabilir. Çin’in reformlarının ilk 10 yılında karşılaştığı artan eşitsizliği kontrol altına alabilmesinde sermaye kontrollerinin ne kadar etkili olduğunu gördük. Diğer yandan mali bağımsızlığa sahip olmadan tasarruf politikalarına karşı direnmek genellikle başarısızlıkla sonuçlanıyor. Bu durum, Yunanistan’ın 2015’te yaşadığı krizle net bir şekilde gözler önüne serildi. O dönemde Avrupa’da politika ve fikirlerin değiştirilmesi çabalarına yakından katıldığım için bunu çok net bir şekilde gözlemledim.
Türkiye’nin Avrupa Birliği ve Euro bölgesi dışında kalmasının avantajları ve dezavantajlarını nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye’nin yıllar önce Avrupa Birliği ve Euro bölgesinin dışında tutulmuş olmasının aslında bir şans olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin birçok zorlukla karşı karşıya olduğunu kabul ediyorum. Ancak AB’ye tam bağlılığın iyi bir çözüm olmayacağını düşünüyorum. Yunanistan’ın AB ile yaşadığı deneyimler bunun trajik sonuçlar doğurabileceğini gösteriyor. İç kurumların güçlendirilmesi ve sermaye akışlarının kontrol altında tutulması, ekonomik istikrarın koruması ve sürdürülebilir büyümenin sağlanması açısından kritik öneme sahip.
Son dönemde küresel ittifaklar da hızla değişiyor. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler uluslararası ticaret ve ekonomik ortaklıklara nasıl yaklaşmalı?
Ülkelerin uluslararası ticaret ve ekonomik ortaklıklara yaklaşımı daha stratejik ve dengeli olmalı. Gelişmekte olan ülkeler için bu durum, tarafsızlık ve bağımsızlıklarını koruyarak tüm tarafların egemenliğine saygı gösteren iş birliği çerçevelerine katılımı gerektirir. Bu çerçevede ticaret ve ekonomik ortaklıklarda bir denge politikası izlenmeli. Yani farklı küresel güçlerle ilişkilerini çeşitlendirirken tek bir ülkeye veya bloğa aşırı bağımlı hale gelmemeliler. Kendi ulusal çıkarlarını gözeterek küresel güçlerin etkisine kapılmadan bağımsız ekonomik kararlar alabilmeliler. Bu yaklaşım, ülkelerin hem ekonomik hem politik olarak daha güçlü ve esnek kalmasını sağlayacaktır. Tarafsızlık ve bağımsızlığı ön planda tutarak küresel ekonomide kendi ayakları üzerinde durabilen ve farklı ittifaklar arasında denge kurabilen bir pozisyona sahip olabilirler.
Değer yaratımı ve üretim hakkında yakında yeni bir kitabınız çıkıyor. Buradaki fikirlerin ekonomik düşünceyi nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Matematikçi Jing Chen ile birlikte yazdığımız Entropy Economics: The Living Basis of Value and Production (Entropi Ekonomisi: Değer ve Üretimin Yaşayan Temeli) modern ekonomiyi biyoloji, fizik, bilgi bilimi ve antropoloji gibi disiplinlerle uyumlu hale getirmeyi amaçlayan yeni bir bakış açısı sunuyor. Ekonomik düşünceyi kökünden değiştirecek sezgisel ve anlaşılır bir yol haritası sunuyoruz. Ana akım ekonomi mükemmel rekabet, rasyonellik ve denge gibi kavramlara odaklanırken gerçek dünya sorunlarıyla başa çıkmakta yetersiz kalıyor. Kitabımız bu eksiklikleri gidermek için ekonomik süreçleri evrimsel düşünce ve termodinamik yasalar ışığında yeniden yorumluyor. Evrensel politika reçetelerinin, özellikle Washington Uzlaşısı gibi modellerin, neden başarısızlığa mahkum olduğunu gösteriyoruz. Bu yeni bakış açısı, ekonomik teoriyi daha gerçekçi ve uygulanabilir kılmak için tasarlandı. Standart ekonomi kitaplarının dogmalarına takılmadan, ekonomik süreçlerin dinamik ve sürekli değişen doğasını anlamak isteyen herkes için önemli bir rehber olacak.
Gelişmekte olan ülkelerin bugün karşılaştığı temel zorluklar neler ve bu zorlukları aşarak sürdürülebilir büyümeyi nasıl sağlayabilirler?
Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sürecindeki en büyük zorluklarından biri, uzun vadeli bir plan yapma ve bunu uygulayabilme yeteneğidir. Kalkınmanın özü, istikrarlı bir kalkınma politikası oluşturmak ve bu politikayı hayata geçirebilmek için gerekli finansal araçlara sahip olmaktan geçer. Bu süreç zaman alır ve bu nedenle kalkınma politikasının finansal yönlerini kontrol edebilmek hayati bir öneme sahip. Kalkınma sürecinde etkili düzenlemeler ve güçlü bir altyapıyla ulusal işletmelerin devletle iş birliği içinde çalışması büyük önem taşıyor. Yetkin, tutarlı ve etkili düzenlemeler ekonomik yaşamın her yönünde kaliteyi artırır. Kalite de gelişmiş ve daha az gelişmiş ülkeleri birbirinden ayıran temel unsurdur. Tavsiye ettiğim kalkınma uzmanları arasında Kore ve Birleşik Krallık vatandaşı olan arkadaşım Ha-Joon Chang, Amerika Birleşik Devletleri’nden Ilene Grabel ve Brezilya’nın eski maliye bakanı Luiz Carlos Bresser Pereira bulunuyor. Bresser Pereira, özellikle açık ticaret ve öğrenmeyle mali özerklik üzerine inşa edilmiş “yeni bir kalkınmacılık” modelini savunuyor. Bu modelin her durumda doğru çözüm olduğunu iddia etmiyorum ancak küresel spekülatörlerin ve kısa vadeli yatırımcıların neden olduğu belirsizliklerden çok daha istikrarlı bir kalkınma süreci sunacağına inanıyorum. Bu model, Washington Uzlaşısı’na bir alternatif olarak mantıklı bir seçenek sunuyor.
GELECEĞİN EKONOMİSİ İÇİN 10 ÖNERİ
|
KAPİTALİZMİN GELECEĞİ İÇİN NE YAPILMALI? SOSYAL POLİTİKALARIN YENİDEN İNŞASI Soğuk Savaş döneminde kapitalist dünya Sovyet bloğunun rekabetiyle karşı karşıya kalınca kapitalist uygulamalara belirli bir disiplin getirildi ve verilen hizmetlerle toplumda bir denge sağlandı. Ancak neoliberal dönem bu kazanımların birçoğunu aşındırdı ve toplumda “özel zenginlik ve kamu sefaletinin” yaygınlaşmasına yol açtı. Kapitalizmin geleceği için devletlerin bu sosyal politikaları yeniden güçlendirmesi kritik. SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜME Ekonomik istikrarı sağlamak için kısa vadeli kâr odaklı politikalar yerine uzun vadeli ve sürdürülebilir büyümeyi teşvik eden stratejiler benimsenmeli. Neoliberal politikaların aksine bu stratejiler finansal spekülasyonun önüne geçerek ekonomik sistemin daha dengeli işlemesini sağlar. Sağlıklı bir rekabet unsuru yaratmak ve ekonomik güçleri dengelemek bu sürecin merkezinde yer almalı. ÇOK KUTUPLU İŞ BİRLİĞİ Kapitalizmin geleceğinde çok kutuplu bir dünya düzeni ve küresel iş birliği büyük önem taşıyacak. Pax Americana’nın sona ermesiyle dünya artık büyük güçlerin çıkarlarının kabul edildiği yeni bir küresel güvenlik sistemine ihtiyaç duyuyor. Bu sistem, büyük güçler arasında dengeyi sağlarken uluslararası ticaretin daha adil ve dengeli işlemesini destekleyebilir. Devletler ve uluslararası aktörler arasında etkin bir iş birliği ve güvenlik sistemi kurulmalı. |
“ÇOĞU ÜLKE FİNANS GÜÇLERİNİN MERHAMETİNE KALMIŞ DURUMDA” EŞİTSİZLİKLE MÜCADELE Son 30 yıldır mezun öğrencilerimle yürüttüğümüz çalışmalarda ülkeler arasındaki gelir ve ücret eşitsizliklerinin değişimlerini güvenilir ölçülerle belirlemeye odaklandık. Ne yazık ki bilinen çalışmaların çoğu güvenilirlikten yoksun. Özellikle Thomas Piketty’nin ekibinin ve Dünya Bankası’nın eşitsizlik veri setlerine önemli eleştirilerim var. Verilerimiz neoliberal dönemde özellikle 1980-2000 arasında eşitsizliğin artışında güçlü bir küresel model olduğunu ortaya koyuyor. Bu, özellikle New York ve Washington gibi merkezlerden gelen baskıların etkisini yansıtıyor. SERMAYE KONTROLLERİ Bu baskılara karşı koyabilmek için ülkelerin güçlü iç kurumlara ve sermaye akışlarını kontrol etme yeteneğine sahip olması gerekiyor. Çin, reformların ilk 10 yılında artan eşitsizliği 2000’lerin başında kontrol altına almakta başarılı oldu. Ne yazık ki çoğu ülke küresel finansal güçlerin merhametine kalmış durumda ve bu iç eşitsizliği azaltmak isteyen ülkelerin karşılaştığı en büyük sorunlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. DAYANIKLILIK STRATEJİLERİ Gelişmekte olan ülkeler, küresel ekonomide ayakta kalabilmek için ekonomik çeşitlendirmeye ve yerel üretimin güçlendirilmesine odaklanmalılar. Tek bir ihracat ürününe veya sektöre bağımlı kalmak, ekonomik kırılganlıklara yol açabilir. Bu nedenle çeşitli sektörlerde üretim yaparak yerel sanayi ve tarımı geliştirmek, hizmet sektörünü genişletmek ve teknolojiye dayalı yenilikleri teşvik etmek önemli. Bu strateji, ülkelerin küresel piyasa dalgalanmalarına karşı daha dirençli hale gelmesini sağlar. |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?