Prof. Dr. Arman Kırım, “Türkiye Nasıl Zenginleşir” adlı yeni kitabında, iş dünyası için çok kritik bir öneride bulunuyor. Son yıllardaki bütün söylemlerin aksine, “Markalaşmayla bu ülke kalkı...
Prof. Dr. Arman Kırım, “Türkiye Nasıl Zenginleşir” adlı yeni kitabında, iş dünyası için çok kritik bir öneride bulunuyor. Son yıllardaki bütün söylemlerin aksine, “Markalaşmayla bu ülke kalkınmaz” iddiasını ortaya atıyor. Ona göre, Türkiye, “Üçüncü Sanayileşme Dönemini” başlatmalı. Bunu da “İkinci Nesil Fasonculuk” stratejisiyle yapabilir. Prof. Dr. Kırım, “Yeni dönemde Avrupa’nın vazgeçtiği üretimlere yönelme yerine, yüksek değerli sektörlere yönelip, onlar için üretim yapacağız” diye konuşuyor ve ekliyor: “Kurtuluş fasonculukta. Bilgisayardan otomobile her şeyi biz üreteceğiz, Batılı firma markasını koyacak.”
Türkiye’nin sanayileşme ve ihracat atağında “fason üretimin” çok önemli bir yeri var. Tekstilden otomotive çok sayıda sektörde onlarca şirketin stratejisinde yabancılara fason üretim yapmak, tedarik zincirinin içine girmek önemli yer tutuyor. Ancak, son yıllarda “fasondan kurtulup” markalaşmaya gitme konusunda ciddi tartışmalar var. Ekonomi yönetiminden ve iş dünyasından gelen görüşlerde “fasondan” kurtulma ağırlığı dikkati çekiyor.
Ancak, Prof. Dr. Arman Kırım, “Türkiye Nasıl Zenginleşir” adlı kitabında tam tersini, güçlü nedenleriyle ortaya koyuyor. Prof. Dr. Arman Kırım, kitabında, Türkiye’ye yeni bir sanayileşme stratejisi önerirken, aynı zamanda “İkinci Nesil Fasonculuk” adını verdiği yaklaşımı gözler önüne seriyor. Prof. Dr. Kırım’ın bu yeni stratejisine göre Türkiye Avrupa ülkelerinin üretimini yaptığı ve teknolojisini geliştirdiği sektörlerde fasonculuğa talip olacak. Bu yeni nesil fasonculukta gerekirse ürün ya da hizmetin fikri de bize ait olacak. Türk şirketleri yapacak ama marka Batılıların olacak. Ve Türk şirketleri tıpkı Çin ve Hindistan gibi bir outsourcing ve offshoring cenneti haline gelecek.
Kırım, “Ülkemiz için, yine ihracata dayalı, ama temelleri çok farklı olan yeni bir büyüme stratejisine ihtiyacımız var. Bu, dünya ekonomisindeki gelişmelerin zorunlu kıldığı bir durum. Türkiye’nin bugün en birincil önceliği, zenginleşmek. Zenginleşmenin birinci hedefi ise kişi başı milli geliri 15 bin dolara çıkarmak olmalıdır” diyor.
Capital Kırım’la önerdiği bu yeni stratejilerin detaylarını ve yeni dönemde şirketlere hangi yatırım ve yeni pazar fırsatlarının çıkacağını konuştu:
-Kitabınızın adı “Türkiye nasıl zenginleşir?”. Kitabınızın çıkış noktası ne idi?
Kitap şöyle diyor: Türk vatandaşının gururlarını geri kazanmaları, hastane kapısında sürünmemeleri, çukur yoldan kurtulmaları, eğitim sorunlarını çözmeleri ve üniversite kapısındaki yığılmayı önlemeleri için daha zengin bir ülkede yaşamaları lazım.Bunun başka yolu yok.
Çok konuşuyoruz ama asıl meseleyi unutuyoruz. Bir sürü problemin çözümü, önce ülkenin refahının yükselmesi ile mümkün. Refahın yükselmesi de milli gelirin artması demek. Enerjimizi hızla bu tarafa doğru kanalize etmezsek tüm bunları kaçıracağız.
Türkiye’nin birinci önceliği zengin olmak. Ne demek zengin olmak? İlk aşamada kişi başına düşen milli geliri 12 yıl içinde bugünkü 5 bin dolar düzeyinden 15 bin dolar çıkartmak demek. Ben şu anda 2020 için kişi başına milli gelir hedefini 15 bin dolar olarak koyuyorum. İhracat hedefimse 300 milyar dolar ama bu rakamı söylediğim yöntemleri uygularsak 2020’den önce de yakalayabiliriz.
Türkiye ekonomisi bir dönüm noktasında diyorsunuz ve yine ihracata dayalı ama yeni bir büyüme stratejisinden bahsediyorsunuz. Bu yeni stratejinin özellikleri neler olacak?
Birinci sanayileşme dönemindeki stratejimiz, ithalatı yasaklayıp, eskiden ithal ettiklerimizi burada üretmeye dayalıydı. “İthal ikamesine bağlı sanayileşme” dediğimiz bu dönem Cumhuriyet’in ilk yıllarında başladı, Özal ile birlikte sona erdi. 24 Ocak Kararları’yla birlikte yeni bir ekonomi politikası ortaya çıktı. Bu da ikinci sanayileşme dönemiydi ve adına “İhracata dayalı sanayileşme” dedik. Bu daha çok ucuz emeğe dayalı, daha gelenekselleşmiş Batı endüstrilerinin buraya taşınması ve ucuz emekle burada üretilip oraya ihraç edilmesine dayalı bir sistemdi.
-Yani Türkiye’nin fasoncu kimliğinden bahsediyorsunuz.
Haklısınız, şu anda Türkiye’nin fasoncu kimliği öne çıkıyor. O nedenle ben farklı bir yaklaşımdan, “üçüncü dönem sanayileşme” modelinden söz ediyorum. Bana göre bu yeni dönem fasonculuğu içermemeli. Yalnız bu sefer Batı’nın vazgeçtiği endüstrileri ve ucuz emeğe dayalı olanları değil, ileri teknoloji, AR-GE ve inovasyona, yüksek beceriye, mühendisliğe dayanan alanlara girmemiz gerekiyor.
Yapabildiklerimizin hepsini batılı firmalara “Ver biz yapalım. Sen üstüne markanı yaz, pazarlamasını yap” deme noktasına getirmeliyiz. Eskiden bilgisayarın sadece dış kabını, tuşlarını falan yapıyorduk. Şimdi “üçüncü sanayileşme döneminde”, bilgisayarın her şeyini biz yapacağız. Sadece hepsini yapmakla da kalmayıp, bilgisayarın kapasite araştırmasını da biz gerçekleştireceğiz. İnovasyonu da, bilgisayar içinde TV oynatmayı da biz bulacağız. Biz yapacağız, Batı da üstüne markasını koyup satacak. Markalaşmaya gitmeden farklı bir durumdan söz ediyorum.
Ben bilgisayar için örnek verdim. Ancak, bunu otomobil, yan sanayi, elektronik, uçak, kimya ya da diğer ürünler için de yapabiliriz. Bütün sektörlerde bu mantıkla gidersek birdenbire sadece tekstil, hazır giyim gibi az sayıdaki sektöre bağımlılıktan kurtuluruz. Gireceğimiz sektörün sayısı artar. Ben buna ikinci nesil tedarikçilik dönemi diyorum.
Buradan şirketlere ne gibi fırsatlar çıkıyor? Hangi tip şirketler bu yeni fasonculuğa yönelebilir? İkinci nesil tedarikçi olabilir?
Büyük şirketler, Renault ve GM gibi firmaların parçalarını, komponentlerini yapabilirler. Ama komponentlerin parçalarını, alt parçalarını da daha ufak KOBİ’ler yapabilir. Her tür firma bu sistemin için girebilir. Bu işin içinde cıvata üretmek de var top yekün otomotiv göstergesini üretmek de, full motor üretmek de, aracın hepsini üretmek de var.
Peki Türkiye’deki şirketler bahsettiğiniz bu yeni nesil tedarikçiliğin, fasonculuğun hangi aşamasında?
Öncelikle bir strateji yapılması gerekiyor. Kitapta “Hızlı yetenek inşası” diye yeni bir kavramdan söz ediyorum. Şu anda Türkiye’deki şirketlerin çoğunda bu söylediklerim yok. Ama böyle bir pazar var. Aslında buradan ekmek yiyebiliriz. İhracat böyle artabilir, istihdam ancak böyle artabilir.
Zenginleşmek burada.
Avrupalı şirketler bu işlerin üretimini üstlerinden başından atmak zorundalar. Çünkü, Amerika ve Japonya, inovasyon endüstrilerinde Avrupa’yı çok geride bıraktı. Avrupa ülkelerinin o yarışta yer alabilmeleri için inovasyona daha fazla para harcamaları gerekiyor. İnovasyona para ve zaman harcamaları gerekirken, üretimle uğraşırlarsa bu işte geri kalırlar. Bütün güçlerini inovasyon ve pazarlamaya verecekler.
Bu durumda da onların bıraktıkları teknoloji üretimini gerçekleştirecek ülkelere çok ihtiyaçları var. Ama bu işleri alabilmek için bilgiye sahip olmak, çok hızlı öğrenmek lazım. Nasıl? Örneğin entegre devre yapan şirketi satın alarak ya da üniversiteden 5 tane doktor, elektronik mühendisini şirkete transfer ederek ya da yurtdışından 6 aylığına elektronik danışmalığı alarak yapılabilir.
Mevcut yeteneklerle bunu yapamayız. Hızlı şekilde şirketlerin kendi yeteneklerini inşa etmeleri gerekiyor. Kitapta bunun stratejisini anlatıyorum.
Kitabınızda bir de outsourcing ve offshoring fırsatlarından bahsediyorsunuz. Bu konuda şirketlere neler öneriyorsunuz?
Önerdiğimiz yeni kalkınma stratejisinin temeli yeni nesil tedarikçilik olmakla beraber bu konu şu iki temel strateji çerçevesinde değerlendirilmeli. Yeni nesil tedarikçilik, yani ileri teknoloji ve şirket Ar-Ge’si odaklı, outsourcing merkezi olmak, Offshore amaçlı yatırım cazibemizi arttırmak suretiyle, bu amaçla gelebilecek yabancı sermayeyi ülkemize çekmek.
Outsourcing ve offshoring yarışı bizim olduğu kadar, bugün AB üyesi olmuş eski Doğu Bloku ülkelerinin de iddialı oldukları bir yarış. Bu hiçbir zaman kolay bir yarış olmayacak. Tersine, bizim ülkemizde bugüne kadar gözlediğimiz “pasif” bir yabancı sermaye bekleyişinin de, pasif bir outsourcing işinin verilmesini beklemenin de çok ötesinde proaktif çabalar gerektirecek. Ülkemizin offshore amaçlı, yani yerli üretime yönelik yabancı sermaye çekebilmesi toplumda önemli bir çoğunluğun temel arzusu. Zaten son dönemlerdeki yakınmalar yabancı sermayenin üretim alanlarına gelmediği odağı üzerine.
Outsourcing pazarlaması denilen bir kavram var.
Türkiye’de ihracatın yarısı yan sanayi ihracatı. Şu an yaptığımız fasonculukta çok fazla değer yaratma yok. Yabancılar çizimi, modeli getiriyor, senden sadece üretmeni istiyor. Bu birinci nesil fasonculuk. İkinci nesil fasonculuk ise bundan başka, hepsini ben çiziyorum. Arabanın ABS’sini ben geliştiriyorum. Diyorum ki “Bak ABS’yi ben geliştirdim. ABS ile beraber tüm fren komponentlerini de vereceğim.” Bu başka bir şey.
Birinci nesil fasonculuk da tamamen maliyet önemli. İkinci nesil fasonculukta adamın üzerinden sıkıntılarını almak, onun strateji ortağı olmak önemli. Böyle bakarsan Türkiye’de patlama derecesinde fırsat var. Türkiye’nin 3’üncü sanayileşme döneminin temelinde outsourcing ve offshoring yatması gerekiyor. Bu da yeni alanlara girmekle olacak.
Peki şirketler bu yeni stratejide büyümek için hangi yolları tercih edecekler?
Kendi “core” (ana işi) işinde ve o işin etrafındaki komşu alanlarda, uzaklarda değil. Ben koltuk mu biliyorum? Koltuğun arkasına DVD koymayı bilmiyorum ama bu komşu bir şeydir. Koltuk olmadan koltuğun arkasındaki DVD olmaz. Kimsi de hiç bilmediği alanlarda burada ekmek olduğu için doğru yetenekleri bir araya getirip sıfırdan işlere girebilir. Ben girmeyi düşünebilirim. Bu fırsatlara bakıp yaşım genç olsaydı kesinlikle girmeyi isterim.
Stratejik outsourcing’in özelliği şu “Ben senin yerine yaparım” diyebilmek önemli olan.
Markalaşma ne olacak?
İsteyen markalaşsın. Ona bir şey dediğim yok. Ama ben bir ülkenin kalkınmasının markalaşmayla olamayacağını savunuyorum. Ama isteyen marka olsun. Güzel bir şey, savunurum da. Sadece ülkemizin markalaşma ile kalkınacağına inanmam.
Mesela benim danışmanlık yaptığım Koton firmasının uluslararası marka olma şansı çok yüksek. Biz zaten o konuda çaba gösteriyoruz. Ama 20 tane Koton’la bu ülke kalkınamaz. Çok daha büyük ölçeklerde üretimle kalkınması lazım. Markalaşmaya karşı değilim ama ülkenin kalkınmasının markalaşma ile olmayacağına inanıyorum. Çin ve Hindistan en önemli örnek.
Hızlı Yetenek İnşası Nasıl Gerçekleşecek?
“Türkler Batılıların Yerini Alabilir”
Türkiye’nin genç nüfusu, hızlı ve nitelikli bir şekilde eğitilebildiği takdirde, yaşlanan Batılı nüfusun bugün yapmakta olduğu yüksek katma değerli üretim alanlarını başarıyla üstlenebilecek çok önemli bir kaynak.
Yeni beceriler ve yeni şirket yapıları o nedenle el ele gitmek zorunda.
“2 Stratejiye İhtiyaç Var”
Şirketlerin hızlı yetenek inşası için iki farklı zaman çerçeveli strateji oluşturmaları gerekiyor. Özetle yeni tedarikçilik konusunda şirketlerimizin stratejileri şu iki unsuru içermeli: Şirketin uzun dönemli yönüne dair 5 ila 10 yıla yönelik basit, açık, detaylı planlama gerektirmeyen, anlaşılabilir bir stratejik hedef. Bu hedefi gerçekleştirmek doğrultusunda da 6 ila 12 aylık ayrıntılı planlanmış projeler ve yetenek geliştirme inisiyatifleri dönemi.
“Kendin Eğit Ya da Satın Al”
Şirketler hızlı yetenek inşasını da 3 farklı yolla gerçekleştirebilir. Öncelikle kendi şirket içi eğitim ve geliştirme programlarıyla yetenek inşa edebilirler. Belli alanlarda uzmanlıklarıyla tanınan bir şirketi satın alarak yetenek inşa edbilirler ya da outsourcing kaynaklarını kullanarak daha önce sahip olunmayan uzmanlaşmış yeteneklere böyle ulaşabilirler.
En Gözde İnovasyon Sektörleri
Yeni Zenginler Kimler Olacak?
Kişisel güvenlik, nano imalat, yenilenebilir enerji, yaşam uzatıcı tıp, temiz teknolojiler ve uzay öne çıkacak. Yenilenebilir, güvenli, temiz, bol ve ucuz yakıt geliştirebilen şirketler ve ülkeler yeni yüzyılın yeni zenginleri olacaklar.
“Hızlı, Ucuz Ve Küresel Üretin”
Anında hızlı, ucuz ve küresel üretim yapabilmeye ve bunu etkili bir şekilde dağıtmaya yönelik süreçleri geliştirebilenler inovasyon ekonomisinde başarılı olacak. Biyo teknoloji ve gen teknolojisi alanında da çok şeyler değişti. Bunlar ömür uzatıcı tıp dalına doğru gidiyorlar ama aynı zamanda da yepyeni ilaçların çıkmasına neden oluyorlar. Bu inovasyonları yapabilenler para kazanacak, gerisi hamallık yapacak.
“Temiz Teknoloji Yapanlar Üretecek”
Temiz teknoloji yapanlar üretime devam edecekler, yapamayanlar ithalata bağımlı olduğu için ne yazık ki fabrikayı çalıştıramayacaklar.
“Enerjiyi Şimdiden Sağlama Alın”
Bütün bunlar hem devlete hem de özel sektördeki yatırımcılara bir şey söylüyorlar. Nereye yatırım yapmanız lazım? Mevcut yatırımınızın devamı için enerjinizi nasıl şimdiden sağlama almanız lazım? Bir kere güneş enerjisi de patlamaya şimdiden hazır. İnovasyon endüstrisi, kişisel güvenlik, nano imalat, temiz teknolojiler, yaşam uzatıcı tıp, yenilenebilir enerji, kalıcı olarak yapısal yatırım alanları.
Özlem Aydın
[email protected]
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?