Son dönemin dev iflasları akılda tek bir soru bıraktı. Acaba bu düşüşler
engellenebilir miydi? Yönetim uzmanlarının çoğu, bu soruya yanıt
bulmakta güçlük çekiyor.
Jim Collins, geçmişte yazdığı Good To Great ve Build The Last
kitaplarıyla bugün düşüşe geçmiş bazı şirketlerin yükseliş öyküsünü
yakından incelemiş bir yönetim gurusu. Mayıs ayında çıkardığı “How the
Mighty Fall” ile geçmişte başarılarını gözler önüne serdiği bu dev
şirketlerin, nerelerde hata yaparak bu noktaya geldiklerini detaylı bir
analizle inceliyor. Kitabında 30’u aşkın sektörde faaliyet gösteren 60
şirketi mercek altına alıyor. Büyük düşüş yaşayan şirketleri, büyüklük
açısından benzerlik ve sektörel yakınlık gösteren diğer şirketlerle
kıyaslayarak nerede sorun yaşandığını bulmaya çalışıyor. Bu analizin en
çarpıcı noktası ise karşılaştırılan şirketlerden bir tanesi düşüşünü
engelleyemezken diğeri pazarda yükselmeyi bir şekilde başarıyor.
Collins’e göre iflasa geçmeden önce şirketlerin öngörebileceği 5 aşama
var. Bu 5 aşamanın sonuna gelmeden, şirketlerin durumlarının farkına
varması ve önlem alması mümkün. Türk şirketlerinin pek çoğununun da
geçmişte ve günümüzde yaşadığı iflas sorununa analitik bir bakışla
yaklaşan Collins, eğer düşüşü erken yakalayabilirsek neler değişebilir
sorusuna da oluşturduğu metodolojiyle şöyle yanıt veriyor: SORGULAMAYI BIRAKMAK İLK SİNYAL
“Geçmişten bugüne çalıştığım başarılı liderlerin her birinin ortak bir
özelliği vardı. Hepsi çok meraklılardı. Her zaman başarılarının
arkasında yatan nedenleri araştırır ve hiçbir zaman her şeyi
çözdüklerini düşünmezlerdi. Bugün de bunun geçerli olduğunu düşünüyorum.
Günümüzde çoğu yönetici, şans ve konjonktür faktörlerinin kendilerini
iflasın eşiğine getirdiğine inanıyor. Sonuçta bazı süreçleriniz eğer
şansa bağlıysa şanslı olmadığınız zaman ne olacağını da bilmeniz
gerekir. Bunun için şirketlerin kendilerini başarılı kılan etkenleri
bilmeleri de faydalı olacaktır. Ne yaptığınızdan çok, yaptığınızı neden
yaptığınıza odaklanırsanız kazanırsınız. Bunu bir örnekle
açıklayabilirim:
80’li yılların sonlarında Brezilyalı bir yatırım şirketi, ABD’de bir
indirim perakende zinciri satın aldı. Bu işi nasıl yürüteceklerini
bilmiyorlardı. ABD’nin önde gelen perakende zincirlerinin CEO’larına
mektup yazıp yol göstermelerini istediler. Sam Walton dışında kimse bu
isteğe olumlu yanıt vermedi. Wal-Mart’ın kurucusu Sam Walton’la buluşan
Brezilyalı iş adamları ise şaşırdı. Çünkü birlikte geçirdikleri birkaç
gün boyunca soruları Sam Walton sordu, onlar değil. “Ben dünyanın en
büyük perakende zincirinin sahibiyim, işlerin nasıl yürüdüğünü
biliyorum. Durun size anlatayım” demedi. “Latin Amerika’da dinamikler
daha farklıdır, belki ben de bu insanlardan bir şeyler öğrenebilirim”
diyerek bu pazarda ilerlemenin sırlarını araştırmaya çalıştı. İşte
şirketler, bu türden sorgulamaları bıraktıkları zaman, meraklarını
körelttiklerinde iflasa giden yolun ilk aşamasına adım atmış oluyor. KİBİR RAKİBİN İŞİNE YARAR
Bu tür bir kibri başka pek çok alanda daha görüyoruz. Şirketler,
potansiyeli çok yüksek olan işlerinde iyi bir şekilde ilerlerken, bir
sıçrama yapma uğruna gözlerini karartır. Çoğu zaman da başlangıçta doğru
gibi gözüken ancak uzun dönemde sorun yaratan sı��ramalar
gerçekleştirirler. Bu konuda trajik örneklerden biri de bana göre
Circuit City. Şirket, 90’lı yıllarda, her yıl yüzde 20’nin üzerinde
büyüme kaydetti. Şirketin 10 yıl içinde büyüklüğü 10 katına ulaştı. Bu
atılımlarıyla Circuit City, elektronik perakendecilik işinde ilk
sıralara çıktı. CEO’ya göre artık gidecek pek bir yer yoktu. Yeni ve
büyük bir adım atmanın vakti gelmişti. Bana göre insanların bu durumda
ilk sorması gereken şey, “Acaba bu büyük adımı kendi içimde dikkat
etmediğim süreçlere dikkat ederek atabilir miyim” olmalı. Sonuçta büyük
şirketler, her zaman başka alanlara girmeyi deneyebilir. Ancak kimi
zaman şirket, önündeki büyük maceraya bakarken başarısının kaynağına
arkasını dönebiliyor. ~
İşte o zaman sorunlar başlıyor. Circuit City de CarMax ve Divx gibi
kendi alanının çok dışında kalan sektörlere yatırım yaptı. CarMax’le
kullanılmış araba pazarı gibi çok farklı bir alana girdi. Bu durum ise
sadece rakip Best Buy’ın işine yaradı. Best Buy’ın ne yaptığına bakarsak
kendi işlerine odaklı ilerlemelerini sürdürdüler. Sadece
mağazalarında büyük sıçrama denecek yenilikler yaptılar.
Ellerinde olan asıl büyük potansiyeli anlayarak buna göre
yatırımlarını düzenlediler. FAZLASINI İSTEMENİN SINIRI YOK
Şirketlerin çoğu, belirli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra daha fazlasını
istemeye başlıyor. Agresif büyüme planları yapmak ise daha fazlasını
istemenin en etkili yolu. Hatta şirketler, çoğu zaman bu uğurda asıl
ilkelerini hiçe sayarak öngörülemeyen maceralar peşinde koşuyor.
Bu aşamaya, 2’nci aşama diyorum. Bu noktada şirketler dışarıdan halen
yıldız oyuncu olarak gözüküyor. Bu nedenle çoğu, ekonomik gücünü hiçe
sayarak ya da o anda piyasada ne yaparak var olduklarına hiç dikkat
etmeyerek, sıçrama yapmaya çalışıyor. İşte bu tür sıçramalar hızla asıl
sorunu beraberinde getiriyor.
Örneğin perakende zinciri Ames ve Wal-Mart’ı ele alalım. Ames, başta çok
başarılı bir iş modeli yaratarak ortaya çıktı. Hatta Wal-Mart daha
sonra tam olarak Ames’in iş modelini hayata geçirdi. Kısaca Ames,
Wal-Mart olmalıydı. Oysa bu şirket şu anda ortada yok.
Şirket, yükselişe geçtiği yıllarda büyüklüğünü 2 katına çıkarmak için
kolları sıvadı. Bu amaçla da Zayre’nin mağazalarını satın aldı ve
gerçekten de mağaza sayısı açısından iki kat büyüklüğe ulaştı. 1983-1988
yılları arasında ise satışlarını 5 kat artırmayı başardı. Ama bu
noktadan sonra ciddi sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Şirket
yöneticileri, öngöremedikleri bu büyüklüğü yönetmekte zayıf kaldı.
şirket, iflasın eşiğine geldiğinde ise kendi sadık
müşterilerini oldukça şaşırtan bazı pazarlama
çalışmalarına imza attı. 1998 yılında Hills Department Stores’u
alarak bir gecede büyüklüklerini katlayarak son bir çırpınışta daha
bulundular, ancak bu girişim de onları 4 yıl ayakta tutmaya yetti. DİSİPLİNSİZ İNOVASYONA DİKKAT
Yeni dönemin en büyük hatalarından biri de inovasyonun bizi iflastan
kurtaracak tek aşı olduğunu düşünmemiz. Oysa inovasyon çalışmalarını
disiplinsiz yapmak da sorunlara yol açabiliyor. Rubbermaid, 90’lı
yıllarda en gözde şirketler arasında gösteriliyordu. “Her gün yeni bir
ürün” sloganına sahiplerdi. Düşünün 365 gün ve her yeni güne bir ürün…
Motorola ise düşüşünden önce Ar-Ge verimliliğinde ABD’de 3’üncü sırada
yer alıyordu. Merck, ilaç endüstrisinde ürün çeşitliliği ve inovatif
çalışmalarıyla ön plandaydı. Ancak bu şirketlerin her biri şu an düşüşe
geçmiş durumda. Sürekli inovasyon yapmaya çalışmak da sorun
yaratabiliyor ya da sorunları çözmeye yardımcı olmuyor. Tabii burada
disiplinsiz yapılan inovasyon çalışmalarından bahsediyorum.
HP’nin yaşadığı süreç de bana göre 2’nci aşamaya en iyi örneklerden
biri. Şirket, 1992-1997 yılları arasında satışlarını 16,4 milyar
dolardan 42,9 milyar dolara çıkardı. Bu büyümeyle 1966 ve 1991 yılları
arasındaki 25 yıllık süreçten daha fazla büyüdü. Şirketin CEO’su Lew
Platt, mevcut durumdan memnun olmanın yanlış bir yaklaşım olacağını
düşünerek, inovasyona ağırlık vermeye başladı. Şirketlerin, işlerini
batıracaklarsa işler yolunda giderken batırması gerektiğini düşünüyordu.
Şirket, daha sonra Wall-Street’in beklentisinin altında performans
göstermeye başladı. CEO değişimi yaşandı. 2001 yılında Compaq, 24 milyar
dolara satın alındı. Bu sırada kazançlar da düzensizleşti. 2005 yılında
yeni bir CEO değişimi yaşandı ve şirket eski günlerine dönemedi.~ RİSK ARTIK KAPIDA!
İflasa giden 3’üncü aşamada ise şirketler, bir şekilde riskin farkına
varıyor, ama görmezden gelmeyi tercih ediyorlar. Bu durumu Motorola ve
Texas Instruments şirketlerini karşılaştırarak anlamamız mümkün.
Motorola, 80’li yıllarda çok iyi ve farklı bir iş olarak gördüğü uydu
haberleşme sistemi üzerinde çalışmaya başladı. Bu sisteme ise Iridium
adını verdi. O sırada cep telefonları daha yeni gelişiyordu. Şirket
yöneticileri, 1996 yılında bu girişime 537 milyon dolar yatırma kararı
aldı. Bizim yaptığımız araştırma gösteriyor ki Motorola’nın bu işe
girdiği 1980 yılında bu yatırımla ilgili bir sorun yoktu. Ancak 1996
yılından sonra artık bu yatırıma bir son vermek gerektiği aşikarken
Motorola yönetimi, yatırıma devam etti. Yani inkar noktasında sıkışıp
kaldılar. Çünkü 1985-1996 yılları arasında 5 milyar dolar olan
cirolarını 5 katından fazla katlayarak 27 milyar dolara çıkarmışlardı.
Bu nedenle de cep telefonu karşısında eskiyen yatırımlarını bir kenara
atmak istemediler.
1998 yılında canlı olarak ilk kez bir ürünle son müşterinin karşısına
çıktılar. Ancak dünya değişmişti. Cep telefonu ucuzlamış, iyi bir
iletişim aracı haline gelmişti. Kapalı mekanlarda konuşabilme olanağı
tanıyordu. Iridium ise sadece dış mekanlarda iletişim kurmaya yarayan,
bir tuğla kadar büyük görünümde bir alet olarak kalmıştı. Yönetim, tüm
bu de€i?imlerin aslında farkındaydı ancak görmezden
gelmeyi tercih etti. SIÇRAMA ZAMANI ÖNEMLİ
Texas Instruments ise yine farklı bir teknolojiye yatırım yapmış ancak
başarı yakalamış bir şirket. Onların neyi farklı yaptıklarına bakacak
olursak: TI, DSP olarak adlandırılan dijital sinyal işlemcisi alanına
1970 yılında yatırım yapmaya karar verdi. İlk kez 1979 yılında 150 bin
dolarlık küçük bir yatırımla işe başladı. 1986 yılında ise bu yatırımdan
6 milyon dolar ciro elde etti. Bu durum, şirket yöneticilerine DSP’yi
tam anlamıyla desteklemeleri için bir sinyal verdi. 1993 yılında TI,
Nokia ile anlaşarak onların telefonlarına DSP çipleri üretmek için
kolları sıvadı. 1997 yılında ise 22 milyondan fazla telefonda bu
teknoloji vardı. İşte bu noktada şirketin CEO’su Tom Engibous, bu
sistemde dünyanın en iyisi olacaklarına dair iddiasını ortaya koydu.
Ancak bu iddiayı daha önce dile getirmemişti, işlerin iyi gideceğini
anladıktan sonra iddialı konuşmayı yeğledi. DSP teknolojisinin Intel’i
olmak için yola çıktıklarını söyledi. 1979’dan 1990 yılına kadar bu işe
ufak ufak yatırım yapan şirket yönetimi, çipin geli?imi ve bu
geli?imin onlara kattıklarına bakarak bu i?in yolunda
gideceğine karar verdi. Büyük bir sıçrayış gerçekleştirmek yerine
ağırdan alarak ilerlediler. Bundan sonra da savunma sektöründen
çıktılar. 2004 yılında ise 8 milyar dolarlık DSP pazarının yarısını
ellerinde bulunduruyorlardı. TI, büyük sıçrayışını ilk yatırımından
yaklaşık 15 yıl sonra gerçekleştirdi, daha önce değil. KURTULMAK MÜMKÜN MÜ?
Dördüncü aşamada şirketler, artık düşüşe geçtiklerinin net şekilde
farkındadır. Bu nedenle de çoğu radikal ve hızlı bir çözüm arama peşine
düşer. “Bizi bu kötü durumdan kurtaracak karizmatik lider nerede, tek
bir satın almayla tekrar büyümeye nasıl geçebiliriz” gibi sorularla
şirketi bir an önce atağa geçirmek için çalışırlar. Bu noktada şirketi
döndürmek ise kesinlikle mümkündür. Ancak geçmişte şirketlerin bazıları
bunu başarırken, bazıları bu aşamadan dönmeyi başaramadı.
Örneğin IBM, yok olmaktan kurtulmayı başarmış bir örnek. Şirket,
1926-1972 yılları arasında hisse senedi piyasasında büyük yükselişler
gerçekleştirdi. 1926 yılında IBM’e yapılan 1.000 dolarlık bir yatırım,
1972 yılında 5 milyon dolar getiriyordu. 90’lı yıllara gelindiğinde ise
şirket, 70 yıl hiç karşılaşmadığı bir düşüşle sarsıldı. 1991-1993
yılları arasında 15 milyar dolardan fazla para kaybetti. 1993 yılında
ise içeriden bir isim Lou Gerstner CEO olarak işin başına geçti. ~
Araştırmalarımıza göre şirketleri iyiden mükemmele taşıyan CEO’ların yüzde 90’ı şirket içinden yetişmiş durumda. IBM’İN ALDIĞI ÖNLEMLER
Gerstner, şirketi panik bir şekilde hızlı aksiyonlara sürükleyecek
adımların yanlış olduğuna karar verdi. Bu nedenle her attığı adıma özen
gösterdi. Göreve geldiği 1993 yılında, ilk önce doğru insanları, doğru
pozisyonlara yerleştirerek işe başladı. şirketin en son ihtiyacı
olan şeyin bir vizyon olduğuna inanıyordu.
Bunun dışında geçmişten bugüne yapılan her şeyin doğru
olduğunu düşünmenin ölümcül bir hata olacağının
farkındaydı. Bu nedenle nerede hata yapıldı sorusunun yanıtını
aradı. Sonuçta ise şirketin yaptığı işi iyice sömürmeye başladığını ve
yüksek fiyatlarıyla pazar payı kaybettiğini gördü. IBM’i başından beri
başarılı kılan etkenlere de odaklandı. Bunun ise müşteriyi odak noktası
yapmak olduğunu kısa sürede çözdü ve yeniden müşteriyi işin içine alan
bir iş planı hazırladı ve müşteriyle birlikte yeniden büyümeye başladı.”
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?