2021’e hızlı bir giriş yaptık. Ülkeler COVID-19 salgının üstesinden gelebilmek için süratle aşılama işine girişti. Aşılamanın kapsamlı ve hızlı olması, hem insani hem de ekonomik açıdan çok kritik. Bu ay çalışma arkadaşlarımla bu konuda yaptığımız çalışmanın sonuçlarını ilk elden paylaşacağım. Konunun ehemmiyetine dikkat çekmek adına, söz konusu çalışmamızın lansmanı araştırmamızı fonlayan MilletlerarasıTicaret Odası tarafından Davos Zirvesi’nde Dünya Ekonomik Forumu sırasında yapılacak. Bu yazıyı gündemin ana konusu olan aşılama sürecine ve ekonomik etkilerine ayıracağım.
2021’DE ANA GÜNDEM: COVID-19
2021 aşı yılı olacak
COVID-19 salgını yüzünden çok sert geçen 2020 sonrasında 2021 yılına umutla başladık. Bu umudun başlıca sebebi, arka arkaya çıkan aşılar... Birçok ülke aralık ayından itibaren hızlı bir şekilde aşılama sürecini başlattı. Her ne kadar toplam aşılanan sayısı olarak ABD ve İngiltere başı çekse de aşılananların toplam nüfusa oranına bakıldığında İsrail yüzde 30’ları bulan aşılama oranıyla açık ara önde. Ülkemizde de aşılama faaliyetleri başladı. Her ne kadar bizde aşılama süreci çok geç başlamış olsa da rekor bir hızla neredeyse birkaç gün içinde 1 milyon sayısına ulaşıldı (Bu satırları yazarken halihazırda 1 milyondan fazla insan aşılandı). Bu sayede sağlık çalışanlarının önemli bir kısmı için aşının ilk dozu yapılmış oldu. Geçen ayki yazımda aşılanma sürecine değinmiştim. Aşılamanın kapsamlı bir şekilde yapılması sadece insani açıdan değil ekonomik açıdan da büyük önem taşıyor. Koç Üniversitesi’nden Selva Demiralp, Sevcan Yeşiltaş ve Muhammed Ali Yıldırım ve Maryland Üniversitesi’nden Şebnem Kalemli Özcan ile birlikte salgının ekonomik etkileri üzerine pandeminin ilk günlerinden beri çalışıyoruz. Salgınla mücadelede hızlı ve etkin bir tam kapanmanın sadece insani açıdan değil ekonomik açıdan da çok daha faydalı olduğunu, nisan ayı sonlarına doğru yayımladığımız ilk çalışmamızın sonuçları yardımıyla göstermiştik. Nitekim geçen zaman bu konuda bizleri haklı çıkardı. Güncel çalışmamızda ise dünya çapında başlatılacak etkin aşılama sürecinin ekonomik etkisini anlamak için bir analiz gerçekleştirdik. Dünya, birbirine sıkıca bağlı ülkelerden oluşan karmaşık bir ekonomik sistem. Bu yüzden aşının bütün ülkeleri kapsayacak şekilde her ülkeye ulaşması, aslında gelişmiş ülkeler için de çok kritik. Söz konusu çalışmamızda bütün bu karmaşık ağ yapısını göz önüne alarak, kapsamlı bir model çerçevesinde bazı maliyetler hesapladık. Analizimiz 65 ülkeyi ve 35 sektörü kapsıyor. Bu ülkelerin her bir sektörünün diğer ülkeler ve diğer sektörlerle yaptığı ticareti ele alıyoruz. Bu ülkeler arasında gelişmiş ülkelerde ve bazı yükselen piyasalarda aşılama hızlı ve kapsayıcı bir şekilde yapılırken, gelişmekte olan ülkelerde ise aşılamanın daha yavaş ve kapsayıcı olmayacak bir şekilde ancak toplumun yarısına yetecek kadar yapılacağını varsayıyoruz. Açıkça söylemek gerekirse birinci kutuda da görüldüğü gibi aslında bu bile oldukça iyimser bir varsayım.
Aşıya sahip ülke ekonomileri de etkilenecek
Dolayısıyla aşılamanın ticaret kanalıyla oluşacak ekonomik etkilerini hesaplayabilmek için oldukça ayrıntılı, teknolojik tabirle yüksek çözünürlüklü bir resme bakıyoruz. Bildiğiniz gibi çektiğimiz fotoğrafların yüksek çözünürlükte olması demek fotoğrafları büyüttükçe netliğin hala bozulmaması anlamına geliyor. Bu da bütün ülkelerde meydana gelebilecek ekonomik maliyete daha yakından, hatta sektör özelinde bakabilmemiz demek. Öncelikle resmin bütününden bahsedersek, söz konusu en gerçekçi senaryoda bütün ülkeleri kapsamayan aşılama sürecinin uygulanmasının bütün dünyaya maliyeti 3,8 trilyon dolar. Üstelik bu maliyete insan ölümlerinden kaynaklı oluşacak sağlık maliyetini eklemiyoruz bile. Eğer senaryoyu bazı ülkelerin hiç aşılanmadığı, bazı ülkelerin de tamamen ve hemen aşılandığı uç noktalarda ele alırsak bu maliyet 7,4 trilyon dolara kadar çıkıyor. Zurnanın zırt dediği yer ise daha gerçekçi senaryoda bulduğumuz bu 3,8 trilyon dolarlık maliyetin 1,8 trilyon dolarlık kısmını, yani yarıya yakınını, aşılamayı etkin bir şekilde yapan gelişmiş ülkelerin üstlenmesi. Diğer bir değişle aşılamayı bütün dünyaya yaymamak aslında gelişmiş ülkelerin kendi bindiği dalı kesmesi anlamına geliyor. Üstelik bu maliyetin çok küçük bir kısmı, yaklaşık 400 milyar dolarlık kısmı, bu aşının eksik ulaştığı ülkelerde yaşanan talep daralmasından dolayı ihracatta meydana gelen azalmadan kaynaklanıyor. Aslında bu 1,8 trilyon dolarlık maliyette 1,4 trilyon dolarlık aslan payı gelişmiş ülkelerin salgından dolayı gelişmekte olan ülkelerle ara-malı ticareti yapamamalarından kaynaklanıyor. Uzun lafın kısası küreselleşen ve bütün ülkelerin ticaret kanalıyla birbirlerine bağlı olduğu dünyada herkes aşılanmazsa sadece aşılanmayanlar değil, herkes kaybedecek. Yani Alexander Dumas’nın ünlü ‘Üç Silahşörler’ eserinin silahşörleri Athos, Porthos ve Aramis’in dediği gibi ‘Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için’. Umuyorum ki bizim çalışmalarımız ve benzer diğer çalışmaların ortaya koyduğu bulguları dikkate alarak gelişmiş ülkeler Athos, Porthos ve Aramis’in verdiği bu mesajı alabilir.
Reel sektör de etkileniyor
Çalışmamızdan çıkan ilginç diğer bir bulgu ise bu maliyetlerin sektörel dağılımı üzerine. Şu ana kadar salgının seyrine baktığımızda, her sektör salgından etkilenmekle birlikte hizmet sektörü imalat sektörüne kıyasla salgından daha çok etkilendi. Hatırlarsınız geçtiğimiz aylardaki yazılarımızda bahsetmiştik. Salgın ve ülke ekonomileri dövüşen iki boksör gibi... Salgın boksörünün sağ kroşesi ekonominin talep taraflı etkisi, sol kroşesi ise arz taraflı etkisi. İşte o sağ kroşe o kadar kuvvetli ki şu ana kadar gerçekleşen iki rauntta (salgının birinci ve ikinci dalgası) ekonomi boksörü neredeyse nakavt oldu. O yüzden de ikinci rauntta yani son aylarda yaşanan dalgada ülkeler mümkün mertebe tam kapatma uygulamadı. Kısmi kapanmayı uygulayanlar da ancak bıçak kemiğe dayandığında uyguladı. Dünyayı bütün olarak ele alan çalışmamızda bulduğumuz bir diğer önemli bulgu da şu şekilde:
Gerçekten de aşının tam ulaşmadığı ülkelerde bütün sektörler etkilense de hizmet sektörü imalat sektörüne göre salgından daha çok etkilenecek. Salgının seyri çok değişmediği için boksörün üçüncü rauntta da sağ kroşesi bu ülkeler için çok etkili. Fakat bunun sonucunda bu ülkelerin hizmet sektörü dışındaki diğer sektörleri de çok etkilenecek. Bu da aşılanmayı başarılı bir şekilde uygulayan gelişmiş ülkelerin ara malı tedarikinde büyük sıkıntılara neden olacak. İşte bundan dolayı eğer aşılanma bütün dünyaya yayılmazsa bu gelişmiş ülkelerde en çok etkilenen sektörlerin hizmet sektörü değil, tam tersi, hizmet sektörü dışındaki sektörler olmasını bekliyoruz. Dolayısıyla bu ülkeler için boksörün sağ kroşesi yani talep taraflı etki daha güçsüz ama sol kroşesi, yani arz taraflı etki, çok daha güçlü. Gelişmiş ülke ekonomileri bu üçüncü rauntta aşılama yardımıyla sağ kroşeye karşı kendini çok iyi koruyabilir. Fakat sol kroşeye karşı önlem almazlarsa nakavt olmaları işten bile değil. Tam da bu yüzden yine ve yeniden tekrarlamak gerekiyor, aşı bütün ülkelere hızlı ve etkin bir şekilde ulaşmazsa bundan her ülke etkilenecek.
Türkiye bu resmin neresinde?
Gerçekten de bu sorunun cevabı, bu ülkenin vatandaşları olarak her birimizi birinci dereceden ilgilendiriyor. Şu ana kadarki yapılan aşı siparişlerine baktığımızda, an itibariyle ülkemiz 25 milyon insanı iki doz aşılayabilecek kadar sipariş vermiş durumda. Dolayısıyla şu anki mevcut resimde maalesef ülkemiz aşıya tam olarak ulaşamayan ülkelerin içinde yer alıyor. Umuyoruz yeni siparişlerle ya da yerli aşının geliştirilmesiyle diğer bütün ülkelerle birlikte aşıya tam ve hızlı bir şekilde ulaşan ülkelerin arasına girmiş oluruz. Fakat şimdilik bu durumda kalacağımızı varsayalım. Eğer bu varsayım doğru çıkarsa ekonomimizi iki farklı kanal üzerinden etkin olacak bir baskı bekliyor. Bunlardan ilki az önce bahsettiğim gibi talep kanalıyla gelen etki, yani boksörün çok kuvvetli sağ kroşesi. Buradaki performans halkımızın salgına vereceği tepki ve alınabilecek olası kapanma kararlarına göre değişecek. Arz kanalıyla gelen etki ise az önce bahsettiğimiz gibi ticaret aracılığıyla ara malı tedarikine dayanacak. Aramalı ithalatını yaptığımız ülkelerin büyük çoğunluğu aşıya ulaşabilen ülkeler olsa da eğer bu ülkeler söz konusu ara malı tedarikinde sorun yaşadıklarında bunun bize yansımaması mümkün değil. Dolayısıyla şu anki veriler ışığı altında sadece talep kaynaklı şoklara değil arz kaynaklı kısıtlara da çok dikkat etmeliyiz. Hazırlıklarımızı buna göre yapmalıyız.
Öte yandan ülkemiz için güzel bir gelişme, eldeki aşıların uygulanmasının çok hızlı bir şekilde gerçekleşmesi. Öyle ki resmi verilere göre yaklaşık bir hafta içinde 1 milyondan fazla vatandaşımız aşılandı. Konunun uzmanları bunu yerleşmiş bir aşı kültürümüzün olması ve aşılanma altyapımızın bu konuda oldukça gelişmiş olmasına bağlıyor. Hızlı ve etkin aşılanmanın insani boyutu öneminin herkes farkındayken bunun ekonomik boyutları da aşikâr. Salgının seyrini belirleyen ana gösterge, enfeksiyonun etkin çoğalma katsayısı. Yani her yeni enfeksiyonun sonucunda hastalananlar ve iyileşenler göz önüne alındığında soz konusu enfeksiyonun yeni ne kadar enfeksiyona yol açtığı. Bu sayı 1’in altına düştüğünde salgın kontrol altına alınmış oluyor. Bu katsayıyı belirleyen ana etkenler, toplumdaki aktif vaka sayısı ve insanların hastalığa duyarlı insanlarla ne kadar sık bir araya geldiği. Zaten bu toplanmaları azaltmak için de sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Buradaki önemli nokta, hızlı aşılamanın hastalığa duyarlı insan sayısını azaltması. Eğer aşılanma hızı bir aşamada aktif vakaların insanlarla bir araya gelme hızının üstüne çıkarsa işte o zaman kapanmaya ya da sokağa çıkma yasağına gerek olmadan bu katsayı 1’in altına inebilir. Tabii aşılanma hızının yanı sıra aşının etkinliği de önem teşkil ediyor. Etkinliği düşük bir aşı kullanılıyorsa o zaman daha hızlı bir aşılanma süreci şiddetle gerekir. Böylece talep taraflı etkilerin önemli bir kısmı bertaraf edilmiş olur. Fakat hatırlatmakta fayda var, aşı dünya geneline yayılmazsa, arz kaynaklı etki yine çok güçlü olacak. Dolayısıyla bu etki için de bizim yapabileceğimiz şeyler de sınırlı kalacak. Bu yüzden her halükarda ülkemiz sınırları içinde tutarlı ekonomi politikalarına devam etmekte fayda var. Bunun sürmesi çok önemli, çünkü salgın sürecinde en azından ekonomi politikası ayağında sağlam durmak belirsizliklerin azalması açısından kritik. Bu konuya sıkça değindik.
TL değerlenmeye devam eder mi?
Aralık ayının son PPK (Para Piyasası Kurulu) toplantısında politika faizi 200 baz puan artırıldı. Bu önceki ay yapılan kapsamlı sadeleştirme kararından sonra kanımca etkin ve çok yerinde bir karar. Üstelik piyasa beklentisi 150 baz puanken bunun üzerine yapılan artırım sürpriz etkisi de yarattı. Kur da buna tepki olarak yeniden 7,20’lik seviyelere kadar geriledi. Karar sonrasında yüzde 17’ye çıkan politika faiz seviyesi gerçekten de yüksek. Fakat bu yeterli mi ya da bunun uzun süre böyle kalacağı yönünde beklentiler ne kadar güçlü, bu soruların cevabı kurun seyrini belirleyecek. Öncelikle dolar/TL talebini belirleyen iki kanal var. Bunlar kabaca yurt dışı ve yurt içi talepler.
Son 2 ayda yapılan bu politika değişikliği ve azalan belirsizlikle 2020’de neredeyse yok olan yurt dışı talep, belli ki yavaş yavaş yeniden yerine geliyor. TL’ye verilen yüzde 17’lik faiz zaten çok düşük olan uluslararası piyasa faizlerinin çok üstünde olduğu için TL’nin cazibesi yabancılar için artmış durumda. Ayrıca Türkiye’de yaşamayan bu insanlar için Türkiye’de gerçekleşen enflasyonun bir önemi yok. Bu yatırımcı için önemli olan dolar/TL kurunun stabil olması. Her ne kadar bu uzun vadede enflasyona bağlı olsa da bu ilişki kısa vadede bu şekilde olmak zorunda değil. O yüzden ‘carry trade’ dediğimiz yurt dışından düşük faizle borçlanarak bu parayı TL’ye çevirip yüksek TL faizinden yararlanma durumu şu an için cazip. Söz konusu kısa vadeli fon akışının ülkeye uzun vadede bir yararı olmadığı söylenilebilir. Bu söylem kısmen de olsa doğru, fakat 2020 sonu itibariyle geldiğimiz noktada, hem çok düşük rezervler hem de çok yüksek kur düzeyi ve bunun enflasyon üzerine yarattığı baskıyı düşündüğümüzde bunu söyleyecek lüksümüzün olmadığı kanısındayım. Dolayısıyla bu fonlar kısa vadede de olsa ekonomimizin çarklarının dönmesi için çok önemli. Yapılması gereken, bu fonların geri dönmesini engellemek için gerekli ortamı sağlamak ve bu fonların vadesini, belki daha düşük faizlere de ikna ederek uzatmak. Maalesef, mevcut yüksek faiz özellikle salgının etkisinin ağır hissedildiği bir dönemde ekonomiyi gerçekten yıpratacak. Bunu daha önce de dile getirdik. Fakat şu an yapılan ekonominin bir bütün olarak güvenilirliğinin geri kazanılması ve kısa vadeli ödünler sayesinde uzun vadeli kazanımların sağlanması. Tam da bu yüzden bu tür politikalar ilgili yazında ‘büyümeyi destekleyen sıkılaştırma’ olarak adlandırılırlar.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi dolar/TL talebinin yurt içi para talebi boyutu var ki ülkemizin belki de en çok zorlandığı nokta burası. 2020 boyunca faizler o kadar uzun süre enflasyon altında kaldı ki TL’ye yatırım tüm cazibesini yitirdi. Ayrıca pek dikkat edilmeyen bir nokta da öğrenilen şeyin kolay unutulmaması ve bunun beklentilere yansıması. Bir restoranda menü kötü olunca, o restorana yetenekli bir şef gelene ve güzel yemekler yapana kadar eskisi kadar müşteri gelmiyor. İşte bu yüzden yüzde 17’ye çıkan faizler bile vatandaşlarımızı dolar cinsinden birikimlerini TL’ye çevirmeye ikna edemedi. Elbette bunda neredeyse yüzde 15’e gelen enflasyonun, ekonomide yarattığı ateşi en sıcak şekilde hisseden vatandaşlarımız üzerindeki etkisinin de büyük payı var. Bu yüzden döviz tevdiat hesapları yine de artmaya devam ediyor. İşte bu yüzden tutarlı ve belirsizliği azaltan söz konusu politikaların devamı çok önemli. Restoran sahibi bünyesinde iyi şefler çalıştırmaya başlasın ki o restoranda iyi menüler çıksın ve müşteriler yavaş yavaş gelmeye başlasın. Yani şu an kur üzerinde birbirine zıt iki güç etki ediyor. O yüzden kur 7,25-7,55 seviyeleri arasında salıncak gibi sallanıyor. Bu iki gücü aynı yöne çevirmenin tek yolu faizi daha da artırmak değil. Unutulmamalı ki faiz bir ülkenin risk primini de yansıtır. Dolayısıyla bu risk primini düşürmek faizlere dokunmadan da TL’ye olan talebi artıracaktır. Bu da ancak tutarlı ve belirsizliği azaltan politikaların kamu ve özel sektör el birliğiyle arkasında durarak sağlanacaktır.
NE KADAR AŞI YAPILDI?
Grafikte ülkelerin şu ana kadar uyguladıkları aşılamaların toplam nüfuslarına oranı gösteriliyor. Bu oran yükseldikçe ülkeler toplum bağışıklığına biraz daha yaklaşıyor. Bu bağışıklık tabii aşıların etkinliğine de bağlı. Örneğin etkinliği yüzde 50 olan bir aşının, aşı olanların olmayanlara göre sadece yarısını hastalıktan koruyacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla eğer hastalığa karşı bağışıklık sağlamış insan sayısı konusunda somut bir hedef varsa, aşı olanların ancak yarısının bu hedef doğrultusunda dikkate alınması gerekiyor. Görüldüğü gibi İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn diğer ülkelerin çok daha ötesinde bir orana yaklaşmış durumda. Öte yandan Avrupa ülkeleri ABD gibi nüfusu yüksek ülkeler, henüz yüzde 1’li oranlara yaklaşmış durumda. Bu ülkelerden çok daha geç başlasa da Türkiye’de oldukça hızlı devam eden aşılanma süreci meyvelerini vermiş görünüyor. Türkiye yaklaşık 1 hafta içinde yüzde 1’lik oranı yakalamış durumda. Afrika ve Asya ülkeleri ise dünya ortalamasının maalesef çok çok altında.
YABANCILAR NASIL POZİSYON ALDI?
Grafikte yurt dışı yerleşiklerin ya da diğer tabirle yabancıların 2020 boyunca aylık olarak hisse senedi ve hazine bonosunda net pozisyonlarının gelişimi gösteriliyor. Eksi değerli sayılar pozisyonlardaki azalışı, artı değerli sayılar ise pozisyonlardaki artışı gösteriyor. Görüldüğü gibi hem hisse senedi tarafında hem de hazine bonosu tarafında yıl boyunca kasım ayına kadar eksi değerler oluşmuş. Yani yabancılar Türkiye’den çıkmış. Öte yandan söz konusu bu durum, ekonomide büyük depremin yaşandığı kasım ayından sonra tersine dönmüş ve net pozisyon hem hisse senedinde hem de hazine bonosunda artıya dönmüş. Yani ülkeye portföy yatırım girişi gerçekleşmiş.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?