EKONOMİDE YAVAŞLAMA SİNYALLERİ

24.05.2022 09:17:000
Paylaş Tweet Paylaş
EKONOMİDE YAVAŞLAMA SİNYALLERİ

Çalkantılı bir ayı daha geride bıraktık. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, dünyada tansiyonu önemli ölçüde artırdı. Buna karşın Amerika’da merkez bankası ilk faiz artırımını gerçekleştirdi. Avrupa merkez bankasından da benzer sinyaller geliyor. Tıpkı geçen ay olduğu gibi sessiz bir TCMB para politikası kurulu haftası geçirdik. Kurul bu ay da politika faizini yüzde 14’te sabit tuttu. Dünyada böyle bir ortama fiilen para politikası olmadan giriyoruz. Ekonomide de yavaşlama sinyalleri iyice artmaya başladı. Gündem gerçekten çok yoğun, gelin analizimize başlayalım.

 Şubat ayının son günlerinde başlayan Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, bu yazının yazıldığı günlerde devam ediyor. Bu iki ülke, yalnız Türkiye için değil dünya için de önemli bir hammadde kaynağı. Zaten geçtiğimiz yıl olanca hızıyla artan hammadde fiyatları, bu savaşın etkisiyle daha da hızlandı. Kutu 1’de son aylarda gündemi çokça meşgul eden iki önemli emtianın, petrol ve buğday fiyatının 2019’dan bu yana gelişimini gösterdik.

Öncelikle petrolü inceleyelim. Petrolün fiyatında 2020’nin ilk aylarında önemli bir düşüş yaşandı. Bu durum, pandemi başlangıcında birçok ülkede yaşanan tam kapanmayla dünya ekonomisinde yaşanan ani duruştan kaynaklandı. Öte yandan bunun ardından gerçekleşen açılma ve ekonomilerde yaşanan büyük parasal genişlemeden sonra petrol fiyatlarındaki düşüş, yerini hızlı bir artışa bıraktı. Bu artış Rusya-Ukrayna savaşıyla bir sıçramaya dönüştü. Petrolün varil fiyatı uzun bir aradan sonra yeniden 100 doların üzerine fırladı. Bunun ülkemiz için anlamı basit; daha yüksek fiyat artışları, yani enflasyon. Petrol demek bütün ekonomi demek, üretimde kullanılan mazot, ulaşımda kullanılan benzin, bunlar hep petrolden üretilen yakıtlar... Kaldı ki diğer bir önemli enerji kaynağı olan doğal gaz da aynı şekilde arttı. Bu tablonun ardından fiyatlarda da aynı şiddette artış olması kaçınılmaz. Bunlar, şu anda zaten yüzde 50’nin üzerinde olan tüketici enflasyonun ve yüzde 100’ün üzerine çıkan üretici enflasyonun üzerinde iyice baskı yapacak.

Buğdaya gelince… Buğday en önemli gıda kaynaklarından biri. Fiyatındaki artış, buğdaydan elde edilen birçok gıda da artış anlamına geliyor. Diğer hammaddelerde de durum bu şekilde. Dolayısıyla ithalatı neredeyse zorunlu olan, yani fiyatı çok yükselse de talebinde düşüş ol(a)mayan bu malların fiyatındaki artış, hem bizim döviz ihtiyacımızı yükseltiyor hem de enflasyon üzerinde yoğun bir baskı oluşturuyor.

FED FAİZ ARTIRDI

Dünyada artan enflasyon son 1 yılın en önemli ekonomi konusu. Dünyanın önde gelen merkez bankaları. yani Amerika Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası (AMB) yetkilileri, bu konuda oldukça endişeli olduklarına yönelik beyanatlar veriyor. Nitekim FED, mart ayındaki toplantısında politika faizini 25 baz puan artırdı. 2019’dan bu yana yaşanan ilk faiz artışı... Aynı günlerde AMB para kurulunda bulunan üyelerden de bu yıl 2 faiz artışı olabileceğine yönelik sinyaller gelmeye başladı.

Bu sayfada uzun zamandan beri yazıyorum. Dünya artık yeni bir döneme girdi. 2010’lu yıllarda yaşanan düşük maliyetli dolar ve Euro bolluğu artık yok. Hele hele uzun zamandan beri ortalarda olmayan enflasyon canavarının yeniden hortladığı bu aylarda, artık bu bolluk hiç yok. Bu durum dünyada bütün gelişmekte olan ülkeler için döviz kurunda baskı yaratırken belki de en çok Türk Lirası (TL) üzerinde bu baskı hissedilecek. Bunun bize yansıması daha önce ne olduysa o olacak. Yani enflasyon üzerinde bir baskı oluşturacak. Bundan dolayı da şu an yüzde 50’nin üzerinde olan enflasyonun, 2022 sonunda düşüp düşmeyeceği ve hatta daha da artmayacağı gerçekten bir soru işareti.

TÜRKİYE’NİN DURUŞU NASIL?

Peki bütün bu dalgalara karşı Türkiye’nin ekonomi politikası duruşu nasıl? Öncelikle ekonomi politikasından ne anlıyoruz? Ekonomi politikası ikiye ayrılır; bunlar para ve maliye politikalarıdır. Para politikası Merkez Bankası eliyle yürütülür. Amacı, önce fiyat istikrarı, bundan dolayı da finansal istikrar ve en nihayetinde bunun sonucu reel sektördeki istikrar. İstikrarın tanımıysa ise ekonomide uzun dönemli sürdürebilir büyüme potansiyeli ne ise onun sağlanması. Yani ekonomi çok ısındığında frene basmak, çok yavaşladığında ise gaza basmak para politikasının ana görevidir.

Maliye politikası ise seçilmiş partilerin oluşturduğu hükümette hazine ve maliye bakanlığı tarafından yürütülür. Asıl amacı, ülkenin eşitlikçi bir biçimde refah seviyesini artırmaktır. Bunu yapmanın yolu ise ülkenin uzun dönemli sürdürülebilir olan potansiyel büyüme kapasitesini yükseltmektir. Potansiyel büyüme kapasitesi de öyle bugünden yarına artmaz. Uzun dönemli bir eğitim, insan sermayesi ve üretim altyapısı politikasıyla birlikte bütünsel bir yaklaşım gerektirir. Bu yüzden de genelde bu iki politika arasında özellikle hükümetlerin çok aceleci davranmasından kaynaklanan bir çelişki oluşur. İşte merkez bankalarını seçimle gelen hükümetten ayıran onun bağımsız olmasını garanti altına alan kanunlar bu yüzden var. Merkez bankasının uzun vadeli para politikası yerine kısa vadeli para politikası uygulamasının önüne geçmek. Bu kısa vadeli politikaların en bilineni de düşük faizle piyasaya bolca kredi enjekte atmak, yani bir nevi piyasaya doping vermek.

PARA POLİTİKAMIZ VAR MI? 

Türkiye’de şu an fiilen para politikası yok. Merkez Bankası tamamen pasifize olmuş durumda. Bu yüzden de son birkaç aydaki para politikası toplantılarını artık neredeyse takip etmiyoruz. Bütün ekonomi politikası tek bir elden maliye politikası eliyle yönlendiriliyor. Fiilen politika faizinin hiçbir önemi kalmadı, zaten piyasadaki faizlerin de politika faiziyle ilişkisi oldukça azaldı. Onun yerine korumalı mevduatlara, yani altın ve döviz korumalı mevduatlara geçildi. Bütün bu etmenlerden dolayı da dolar/TL kuru neredeyse 15’e yaklaşan korkunç bir düzeyde dengede görünüyor. Bu o kadar düşük bir düzey ki yani TL o kadar değersiz durumda ki yurt dışında yaşanan her türlü şok bize misliyle yansıyor. Örnek vermek gerekirse dünyadaki enflasyon sorununda karşı karşıya kalınan enflasyon düzeyleri yüzde 10’u geçmezken bizde yüzde 50’nin üzerinde. Son iki ayda dünyada benzine ve motorine bizden çok daha az zam gelirken bizde yüzde 100’leri zorlayan fiyat artışı söz konusu. Ağır bir şekilde desteklenen hanehalkı elektrik ve doğal gaz ücretlerinde bile yaşanan astronomik artışların bir numaralı nedeni, bu düşük değerli TL. Bu tabii ki faizler çok çok artırılsın TL de aşırı değerlensin anlamına gelmiyor, ama artık kurun bu seviyesi ve uygulanan politikaların getirdiği enflasyon gerçekten toplumda büyük tahribatlara yol açıyor.

Tekrar yazmakta fayda var, şu anda önümüzdeki en acil sorun enflasyon. Aslında bunu destekleyen sözler, gerçekten de politika yapıcıları tarafından dile getiriliyor. Ama işin en acı kısmı şu: Bunu dile getiren Merkez Bankası değil, Hazine ve Maliye Bakanlığı... Bu zaten yukarıda anlattığım gibi sorunun ana nedeni.  

FİNANSAL KOŞULLAR 

Finansal koşullar göstergesinin 2019 yılından bu yana gelişimini Kutu 2’de gösterdik. Bu ayki hesaplamalarımıza gelince… Finansal durum göstergesi,  mart ayında bir önceki aya göre yüzde 0,53 azaldı. Şubat ayında ise bu düşüş yüzde 0,81 seviyesindeydi. Finansal koşullardaki daralma 7’nci ayına girmiş bulunuyor. Bunun artık daha da uzun süremeyeceği aşikâr. Hazine en son yaptığı döviz cinsinden borçlanmada dolar cinsinden yüzde 8,6 faiz ödemek zorunda kaldı. Bu da artık ülkemiz için risk algısının ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. Üstelik mart ayında, şubat ayının aksine brüt rezervlerde de bir düşüş söz konusu. Öte yandan göstergenin birçok alt bileşeninde oynaklığın azaldığını görüyoruz. Bu olumlu bir gelişme. Fakat bu durum diğer risk göstergelerine yansımamış. Bunda Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin katkısı büyük. CDS, yani ülke risk priminin bir numaralı göstergesine baktığımızda ise Türkiye’nin 5 yıllık CDS priminin 550 baz puanın üzerinde olduğunu görüyoruz. Bu durum bize finansal göstergelerin birçoğunda düşen oynaklığın Türkiye’nin risk algısında hala olumlu bir değişikliğe neden olmadığını gösteriyor. Risk algısında bu negatif durum aslında yeni enstrümanlarla kurda sağlanan istikrarın süreceğine olan beklentinin yüksek olmadığını gösteriyor. Bunun bir numaralı nedeni de enflasyonda yaşanan oldukça yüksek seyir. Bu enflasyonla ekonominin sağlıklı bir şekilde düşük bir risk algısıyla işlemesi mümkün değil.

KARAMSAR BİR RESİM

Ekonomik durum göstergesine baktığımızda ise mart ayında bir önceki aya göre yüzde 0,27’lik çok düşük bir artış öngörüyoruz. Şubat ayında ise bu oran yüzde 0,02 olarak gerçekleşti. Ocak ayında ise yüzde -0.81 idi. Son açıklanan ocak ayındaki gelişmeleri gösteren verilere baktığımızda karamsar bir resim ortaya çıkıyor. Sanayi üretim endeksinde yaklaşık yüzde -2,6’lık bir düşüş söz konusu. Önceki aylarda genelde iç talep ya da dış talepten birisi günü kurtarır birisi eksiyken diğeri artıya geçerdi. Bu ay ise alt bileşenlerin hepsinde bir azalma söz konusu.

Ocak ayında ihracatta değer olarak yüzde 5’lik bir daralma var. İç talepte de artan enflasyonla birlikte benzer bir daralma görülüyor. Perakende satıp hacmi ve ciro endeksi gibi iç talebin seyrini gösteren göstergelere baktığımızda bu endekslerde hep bir düşüş olduğunu görüyoruz. Son yazılarımızda da belirttiğimiz gibi enflasyondaki hızlı yükseliş, vatandaşların gelecek için planladıkları bütün harcamalarını fiyatlar çok artacak korkusuyla erkene almasına yol açtı. Bu da özellikle kasım ayında talepte bir canlanmaya neden oldu. Fakat bu canlanma doğal olarak daha sonraki aylarda talepte bir daralmaya karşılık gerçekleşti. Bütün bu işaretler ekonomide bir durgunluk olduğunu gösteriyor.

GELECEĞE YÖNELİK BEKLENTİLER

Görünen o ki finansal koşullardaki 7 aydan beri süregelen kötüleşmeye son birkaç aydır, yani 2022’nin başlamasıyla birlikte ekonomik koşullar da eşlik etmeye başlamış. Geçmişte buna benzer bir süreci, 2018 yılında yaşadık. O dönemde de finansal ve ekonomik koşullar birbirinden çok ayrışmıştı. Bunun sonucunda da ekonomik kriz kaçınılmaz olmuştu. Bu koşullarda sık sık belirttiğim gibi finansal istikrar, ekonomik istikrar için olmazsa olmaz ön koşul. Üstelik finansal istikrarın sadece kısa dönemli elde edilmesi değil, bu istikranın kalıcı bir şekilde devam edeceğine olan inancın da yerleşmesi gerekiyor. O yüzden de bu iki göstergenin uzun süre birbirinden bağımsız bir şekilde hareket etmesi mümkün değil. İşte biz de bu iki göstergedeki hareketlerden yola çıkarak kısa vadede ekonominin durgunluğa girme olasılığını hesaplıyoruz. Ocak ayında bu olasılığı yüzde 31 olarak hesapladık. Bu oldukça yüksek bir seviye. Kutu 3’te bu olasılıkların zaman içinde gelişimini bulabilirsiniz.

İKİ KRİTİK EMTİADA NELER YAŞANIYOR?

Grafikte petrol (Brent) ve buğdayın (DJ endeksi) son 3 yıl içindeki gelişimini gösterdik. Petrol fiyatlarında pandeminin başlangıcında yaşanan düşüş, yerini çok hızlı bir yükselişe bıraktı. Buğdayda ise fiyatlar pandemi döneminde bile düşmediği gibi uzun zamandan beri de artmaya devam ediyor. Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaşla birlikte buğdayın fiyatı iyice yükselmiş durumda.

FARK AÇILDI

Maviyle gösterilen finansal durum göstergesi, iyice aşağı inmiş durumda. Öte yandan kırmızıyla gösterilen ekonomik durum göstergesinde ise artık bir yavaşlama söz konusu. İki gösterge arasındaki fark çok açılmış durumda. 

RİSK ARTIYOR

Grafikte 2007’den itibaren hesapladığımız ekonomik daralma olasılığını gösterdik. Görüldüğü gibi bu olasılık, 2008-2009’da ve 2018’de yaşanan ekonomik daralma ve en son COVID-19 salgının getirdiği ekonomik şok zamanlarında yüzde 100’e çok yaklaşmış. Bununla birlikte şu andaki ekonomik daralmaya girme olasılığı yüzde 30’un üzerinde.         

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Yorum Yaz