Türkiye’de belki en büyük eksiğimiz, iyi işbirliği yapamamamız.
Bu konudaki beceriksizliğimiz hayatın her
alanına yansıyor. İş hayatından tutun da ekonomik,
politik, sosyolojik, çevresel her alanda bunun izlerini
görebilirsiniz. Örneğin bizde aile dışından, hatta aile içinde iş
ortaklıkları zor bir iş olarak görülür. Toplum bilinciyle davranmamız
gereken yerlerde de aynı şeyle karşılaşırız. Örneğin
Almanya’da çok şeritli bir otoyol bakım nedeniyle tek şeride
düşüyorsa arabaların yüzlerce metre önceden tek sıra olduğunu
görürsünüz. Böylece herkes gideceği yere daha hızlı gider.
Bizde ise son metreye kadar sıraya girilmez ve darboğaz oluşur.
Herkes kaybeder.
KAZAN-KAZAN MODELİ
Üzerinde kafa yorduğum zaman bunun “toplumsal kod”un bir
parçası olduğunu düşünüyorum. Dilimize yerleşmiş olan, “Her
koyun kendi bacağından asılır”, “Gemisini yürüten kaptan”, “İş
bilenin kılıç kuşananın” ve hatta “şark kurnazlığı” gibi laflar da
bir yandan toplumsal durumumuzu doğrular, bir yandan da
pekiştirir. Öte yandan dünyada ileri gitmiş Almanya, Finlandiya,
Japonya, ABD gibi ülkelere bakıldığında toplumsal kodun
işbirliğine önem verdiği rahatlıkla görülebilir. Buralarda bizim
dilimize de dışarıdan girmiş olan “Birlikten kuvvet doğar”, “Bir
elin nesi var, iki elin sesi var” gibi sözlerin etkisini görebilirsiniz.
Şirketler boyutunda, işin ancak başkalarına güvenerek ve gerekli
sistemleri kurarak büyüyebileceğini fark eden Türk şirketleri
global ölçeğe çıkabilirken, “Benim olsun ufak olsun”, veya “Başka
yerde şubemiz yoktur” mantığındakiler eğer yok olmadılarsa
da oldukları yerde kaldılar. Bunu şimdi çok erken aşamada fark
eden Start Up şirketler de melek yatırımcılarla işbirliği yapıyor.
Melek yatırımcıların bir start up’a getirdiği yalnızca para değil,
“akıllı para”. Yani bir yandan işe bir para koyarken bir yandan
da bilgi birikimleri ve ilişki ağlarını getiriyorlar.
Şirketlerin içinde işbirliği nasıl dediğimizde de bazı yanlış
yönlendirmelerle karşılaşıyoruz. Örneğin birçok şirkette kullanılan
kurumsal karne veya score card sistemleri hala bireysel
faaliyetleri ve bunların sonuçlarını ölçüyor. Eş zamanlı olarak şirketler “takım oyunu”na değerleri arasında yer
veriyor. Oysa herkes biliyor ki çalışanlar, şirket neyi
ölçüyorsa onu yapmaya çalışıyor. Zaten şirketler
yalnızca yetenek yönetimi alanındaki çelişkilerini
düzeltse performansları ciddi şekilde artar.
YALNIZ MUCİT EFSANESİ
İnovasyonun da sonuçta insanlarla ilgili olduğunun,
doğru ortamlar ve sistemler oluşturulursa patlayacağının
bilincinde olan şirketlerin adını medyada her
gün duyuyoruz. Bunlar dünyanın en beğenilen, en
inovatif ve en hızlı büyüyen, ama sağlıklı büyüyen
şirketleri. Eski inanışa göre inovasyon yalnız mucitlerin
işiydi. Girişim ruhu taşıyan akıllı birkaç insanın,
biraz da tesadüflerin yardımıyla gerçekleştirdiğine
inanılan bir şeydi. Bugün artık “yalnız mucit”in bir
efsane olduğunu, inovasyonun bazı zeki insanların
tekelinde olmadığını, hatta bu yanlış kanının olduğu
dönemde dahi yalnız mucit sanılanların aslında
yalnız çalışmadıklarını biliyoruz. İnovasyona daha
yatkın kişilikler olduğu bir gerçek, ancak inovasyon
artık özellikle büyük şirketlerde zeki kişilerin bir
şeyler bulup gelmesini beklemeye bırakılamayacak
kadar yaşamsal bir konu. Bu nedenle de kendi haline
bırakılmayıp yönetilmesi gerekiyor. Bu noktada
işbirliğinin önemi gerçekten çok büyük. İnovasyonda
çok başarılı şirketlere baktığımızda birkaç şeyi
aynı anda yapmaya çalışıyorlar. Bir yandan şirketi
herkesin çalışmak istediği bir yer haline getirerek en
iyi ve en parlak kişileri kendilerine çekme gayreti
içindeler, bir yandan da şirkette hem fiziksel hem
sanal işbirliği ortamlarını oluşturarak şirketin inovatif
gücünü maksimize etme peşindeler. İşin doğrusu
bu yaklaşım çok iyi çalışıyor. Çünkü işbirliği ortamlarında
müşterinin derdi çok daha iyi okunuyor.
Fikirler gelişerek harika fikirlere dönüşüyor. Ayrıca
fikir aşamasında da kalmayıp gerçekleşme fırsatı
bulabiliyorlar.
Bir şirketin inovatif hale gelebilmesinde en önemli etkenler liderlik tavrı, yerleşik
kültür ve davranış kalıpları. Bunlar doğru yönde çalışıyorsa o zaman gerisini kurmak
ve işletmek de kolaylaşıyor. İnovasyon, şirket bir yandan alışageldiği işleri yaparken
yanda yapılacak bir faaliyet değil. Bu yaklaşımın mantıklı olabileceği tek durum
şirketin faaliyet alanlarının tamamen dışında bir konuda yapılacak çalışmalar. Kaldı
ki Google, Apple, Gore gibi bazı şirketler “Bizim tanımlanmış bir faaliyet alanımız
yoktur, biz insanlığa hizmet ediyoruz” diyerek bunun da dışına çıkmış durumda.
Sonuçta inovasyon bütün şirketin aynı yöndeki çabasını birleştiren, işbirliğine
dayanan bir süreç. Şirketlerin bütünün gücüne inanması ve bireyselliğin ötesinde
işbirliğini geliştirmesi lazım.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?