2020 ABD seçimleri denilen heyecan treni, kıvrıla kıvrıla gitmeye devam ediyor. Başkan Donald Trump’a COVID-19 teşhisinin konulduğu “Ekim sürprizinden” önce bile, anketler onun için pek iyi görünmüyordu. Şimdi Trump, zaman ilerlerken ABD başkanlığı yarışında yüz yüze kampanyaların dışında kalarak, yarışın gerisinde kaldı. Bundan, Trump’ın seçimi kesinkes kaybedeceği sonucu çıkarılamaz. Ancak bu, potansiyel bir Biden hükümetinin, politika konusunda ikinci bir Trump yönetiminden nasıl farklılık göstereceğini değerlendirme zamanının geldiği anlamına gelir. Cevap sizi şaşırtacak.
Trump’ın son yıllarda sayısız çılgın manşetlere yol açtığı dış ilişkilerle başlayalım: ABD'yi Paris İklim Anlaşması’ndan geri çekmek. İran nükleer anlaşmasından çekip gitmek. Küresel bir pandemi sırasında Dünya Sağlık Örgütü’nü terk etmek. ABD’nin NATO’ya taahhütleri hakkında şüphe tohumları ekmek. Kuzey Kore ile yakınlaşma girişimi. ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşımak ve İsrail’in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanımak. Çin ile teknolojik bir soğuk savaş başlatmak. Ve hem müttefikleri hem düşmanları hedef alan sayılamayacak kadar çok ticaret tehdidi…
Ancak bu hareketlerin yarattığı tüm kısa vadeli çalkantılara rağmen Trump, son dört yıldır dünyanın jeopolitik yörüngesini kökten değiştirmede başarısız oldu. ABD teoride Paris’i, WHO’yu ve İran nükleer anlaşmasını terk etti. Ancak hiçbir şey Biden’ın göreve gelmesiyle geri alınamaz değil. Tüm sözlü saldırılara rağmen, ABD NATO’nun bir parçası olarak kaldı. Kuzey Kore, son zirvelere rağmen, Trump’ın göreve gelmesinden öncekiyle aynı tehdidi oluşturuyor. Ve Çin söz konusu olduğunda, her iki taraf da Trump göreve başlamadan önce Çin’in jeopolitik yükselişi hakkında büyük endişe duyuyordu. Dahası, Trump’ın gerçekten ulaşmak istediği dış politika hedefleri yani ABD birliklerini savaş bölgelerinden çekmek ve Rusya ile daha sıcak ABD bağları kurmak, ABD’de öylesine şiddetli bir iç muhalefetle karşılandı ki, her ikisi için de pek ilerleme kaydedilmedi.
GÜVEN TAZELEYECEK
Bu da, aslında, bir Biden başkanlığının dış politikada öncekinden çok farklı olmayacağı anlamına geliyor. Görünüşte, birkaç müzakere daha gerekecek olsa bile, Biden Paris, WHO ve İran nükleer anlaşmasına yeniden katılacak; NATO müttefikleri de tarihsel ittifakları istikrarsızlaştırmak için zahmete girmeyen bir ABD başkanının dönüşüyle güven tazeleyecek. Ancak daha önemli gelişmeler konusunda, Biden ekibi, Trump yönetiminde kurulan yeni Ortadoğu’nun sınırlarını sessizce kabul edecek. Biden yönetimindeki ABD de Çin'e karşı sert tavrını sürdürecek. Ancak burada bile Biden yönetiminde retorikteki değişiklik kritik olacak. İster dost ister düşman olsun, diğer ülkelerle yapıcı bir şekilde ilişki kurmak, anlaşmazlıkların kontrolden çıkma olasılığını sınırlar.
ABD iç politikası, Biden galibiyetiyle daha büyük ölçüde değişecek ve bunun çoğu da COVID-19’un yarattığı mevcut tehditle ilgili. Trump ekibine kıyasla bir Biden yönetimi, pandemiyi kontrol altına almak için ABD bilim camiası aleyhine çalışmaktan ziyade, onlarla birlikte çalışmaya hazır. Eğer Demokratlar senatonun kontrolünü ele geçirirse şirketler ve en tepedeki yüzde 1 üzerinde daha yüksek vergiler görmek de işten bile değil. Demokratlar senatoyu ele geçirmeseler bile Biden düzenleyici politika yoluyla, özellikle iklim ve çevre cephesinde önemli değişiklikler getirecektir.
Elbette, düzenleyici politikayı değiştirmek, tam olarak “dönüşümsel değişim” olmaz. Bu da Biden’ın 3 Kasım’daki seçimlerden galip çıkması durumunda yepyeni bir dünya bekleyenleri hayal kırıklığına uğratabilir. Ancak bir Biden başkanlığı, Amerika Birleşik Devletleri gibi bir süper güç için bile gerçek siyasi değişimin hala evde başladığını hatırlatacak.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?